AÇIK MEKTUP...13...

Özgür DENİZ - 10.07.2018

Sayın Cumhurbaşkanım! Yemininizi edip vazifenize bugün itibariyle resmen başladınız ve kabinenizi de intihap eylediniz. Başarılar ve kolaylıklar dilerim, sizlere ve kabinenize. Tabi bu meyanda, naçizane Aliya İzzetbegoviç’in meşhur bir sözünü de burada hatırlatmak istiyorum. Diyorlar ki Bilge Kral: ‘’İktidara gelirseniz, hal ve hareketlerinize dikkat edin. Kibirli olmayın, kendini beğenmişlik etmeyin. Size ait olmayan şeyleri almayın, güçsüzlere yardım edin ve ahlak kurallarına uyun. Unutmayın ki; sonsuz iktidar yoktur. Her iktidar geçicidir ve herkes, er veya geç, önce milletin ve nihayet Allah'ın önünde hesap verecektir.’’ Ne kadar da fani bir insanın sözü olsa da, haddizatında kutsal yasalarla da çelişmeyen bir sözdür bu, inşaAllah sizlerde, birlikte çalışacağınız ekip arkadaşlarınız da, kutsal yasalarla uyum içinde olan ve büyük insanlık umdeleriyle de tenakuz arz etmeyen hatta ve hatta bir toplumun birlik ve beraberliğinin çimentosu bile olabilme mahiyetine haiz olan mezkûr ilkeler (ki, haddizatında tek tek her ferdi dahi bağlayan ve ihata eden insanlık umdeleridir bu umdeler) çerçevesinde vazifelerinizi bihakkın ifa edersiniz. O zamanda tarihin ve insanlığın huzurunda ve en önemlisi şanı yüce Allah’ın huzurunda verecek tek bir hesabınız olmaz. Ki, iktidar olup olmamak değildir önemli olan, nasıl bir iktidar olduğunuzdur. Zira uygulamalardır insanın kim olduğunu ortaya koyan. Yoksa insan hiçbir harekete yönelmedikten sonra, o insanın nasıllığı konusunda hiçbir fikir edinemezsiniz. Çünkü insanı var eden şey, harekettir. Hareket etmeyen insanın varlığını ortaya koyabilmesi, ben buradayım ve varım diyebilmesi muhal ender muhaldir. Hülasa; insan, tabir caizse eylemidir ve eylemidir ki, insanı insan yapar ve insanın nasıllığını ortaya çıkarır. Bu durum toplumlar içinde, toplum bünyesinde ki kurumsal yapılar içinde ve dahi politik yapılanmalar içinde aynen geçerlidir. Hatta ve hatta böyle bir durumda sahiplendiğimiz ya da kendisiyle tanımlandığımız kimliklerimiz bile bir anlamda sarf-ı nazar eylenir. Zira insanlar uygulamalarıyla değerlendirilirler, kimlikleriyle değil. Yanlış işleyen bir çarkı, o çarkın tavsif edildiği kimlik temize çıkaramaz. Keza yanlış yapan bir insanı da kimliği temize çıkaramaz. Çünkü hiçbir insançocuğu çıkıp demez ki, bu insanın kimliği şudur, öyleyse yanlışı yok sayılabilir, bu kabil-i mümkün değildir. Bilakis yanlış olan her eylem, o eylemi ortaya koyana zarar vermekle birlikte, o insanın kimliğini de tahrip edici bir etkiye sahiptir. İşbu sebeple, bin düşünüp bir karar vermeniz gerekecektir her uygulamalarınızda. Zira her şeyden en başta zat-ı aliniz, daha sonra da kabineniz, nihayet teşkilat-lar-ınız sorumlu olacak olanlarsınız. En alttaki tayin edilmiş insanların bile eylemlerinden, uygulamalarından sorumlu olacaksınız yeri geldiğinde. Çünkü bu insanlar sizlere ve teşkilatınıza istinat ederek muhtelif uygulamalar da bulunacaklardır. Ve bu uygulamalar, iyiyse de sizin hanenize, kötüyse de sizin hanenize yazılacaktır ve sizler sorumlu tutulacaksınızdır. Bu hal eşyanın tabiatına göre böyledir, hep böyle olagelmiştir, bademada böyle olagidecektir. Binaenaleyh, bizler bu dünyada bulunan ama bu dünyaya ait olmayan insanlarız ve birgün her hareketimizden ve yaptığımız her şeyden dolayı tarih, insanlık ve Allah huzurunda hesap vereceğiz. Öyleyse eylemlerimizde olabildiğince hassas ve titiz olmak mecburiyetindeyiz. Bendeniz böyleyim, böyle kabul ediniz Sayın Cumhurbaşkanım. Beynimden ve yüreğimden spontane süzülüp gelen düşüncelerimi ve duygularımı irticalen dile getiriyorum. Bendeniz başka şekilde olamam. Resmiyeti, yapaylığı, akademik dili sevmiyorum yazılarımda. Neysem oyum ve olduğum halimle kendimi ortaya koyuyorum. Kendime aykırılığı benliğime kabul ettiremiyorum. Bir de ahlaksızca bir iş yapmadığım için önünü ardını çokta düşünmüyorum. Zira dünyalık bir hesap gütmüyorum. Bunun içinde şöyle yapsam ne olur, böyle yapsam ne olur gibisinden tereddütlerle hareket etmiyorum. Ha yanlışsam, ahlaksızlık yapıyorsam, adalete mugayir hareket ediyorsam boynum kıldan incedir. Son tahlilde; sizlerde, bendenizde fani birer insanız. Konum farkımızdan başka aramızda hiçbir farkımız yoktur. Ha elbette, sizler ulvi bir makamda bulunmakta ve devleti temsil etmektesiniz ve yanlış yapma gibi bir imtiyazınız yoktur ama bendenizin böyle bir imtiyazım vardır, bir de böyle bir farkımız vardır işte. İnsanlık ve tarih, her türlü eylemlerimize şahitlik etmektedir ve edecektir. Her şeyden önemlisi de melekler şahitlik etmektedirler ve yazmaktadırlar!

 

Sayın Cumhurbaşkanım! Peygamberimize yanlış bir şey isnad etmekten hayâ ederim ve kokarım ama yanlış hatırlamıyorsam şöyle buyurmuşlardı kendileri yahut ayette olabilir: ‘’Bir kişiyi kazanmak, dünyadan ve içindekilerden daha değerlidir.’’ İşte biz insanlar için büyük anlamlar ve hikmetler yüklü bir sözdür bu. Bahusus Müslüman kimliğine malik insanlar için hayati bir öneme haizdir. Zira bir Müslümanın, dini tebliğ etme gibi bir sorumluluğu mevcuttur. Öyleyse her Müslüman olabildiğince hassasiyetle ve titizlikle hareket etmelidir. Çünkü onun her eylemi, karşısındakine bir mesajdır. Tabi burada kuşkusuz profan bir kimliğe malik insanlar gözlerimizin önüne gelmektedir doğal olarak. Zira bizler, dini, din sahiplerine tebliğ edecek değiliz. Öyleyse, diğerlerinden bana ne diyemeyiz ve keyfimizce tasarrufta bulunamayız, yaşayamayız. Öyle diyorsak, diyebiliyorsak ve istediğimiz gibi eylemde bulunabiliyor, yaşayabiliyorsak şayet, bir Müslümanın bu dünyada ki varoluşunun hiçbir anlamı ve hikmeti kalmaz. Bir Müslümanın varoluş anlamıyla, din evinin dışında bulunan bir insanın varoluşun anlamı arasında sonsuz fark vardır ve olmalıdır da. İşte münhasıran bu sebeple bile bir Müslümanın eylemi sonsuz önem arzetmektedir. Çünkü eylemlerimiz münhasıran fertler olarak bizlerin değil, sahip olduğumuz dininde kaderini tayin edecektir bir anlam da, tabir caizse. Ya ne güzel bir Müslüman dedirteceğiz ya da Müslüman mı aman öte gitsin dedirteceğiz. Hayır, hayır, kesinlikle yaşama münafi bir şey söylemiyorum. Bu durum, bu dünyanın en katı gerçeklerindendir. Canımızı acıtsa da gerçektir. Ve gerçeği görmezden gelmek, gerçeği gerçek olmaktan çıkarmayacaktır. Bizler yaşantımızla ya buyur edeceğiz ya da öteleyeceğiz. Söylemekten zerre tereddüde düşmeyeceğim ve söyleyeceğim. Bazen bir Müslüman olarak bizler bile, nice kardeşlerimizin uygulamalarından hazzetmiyoruz ve isyan ediyoruz. Peki, böyle bir durumda din evinin dışında kalan insanlar ne düşüneceklerdir? Bizler sorumsuz insanlar değiliz ki, bize ne, ne düşünürlerse düşünsünler diyelim. Buna hakkımızda yok, böyle bir şey haddimizde değil. Biz istediğimiz gibi yaşayalım, eylem ortaya koyalım da, başkası ne düşünürse düşünsün bizi ırgalamaz diyemeyiz, böyle bir telakkiye sahip olamayız. O zaman dine ihanet ederiz ve düşmanları çoğaltırız ve böyle bir durumda kızmaya da hakkımız olmaz. Çünkü zamanımızda insanların kahir ekseriyeti, bir olgunun mahiyetinden ziyade, o olgunun olaylaşmasına tavassut eden müntesibe bakmaktadır ve ona göre karar vermektedir. Din evinin dışında ki bir insana şöyle diyebilir miyiz; sen bana bakma, benim dinime bak, o ne güzel dindir, ben çirkin olabilirim ama dinim güzeldir ve temizdir, sen gel benim dinime gir, beni görmezden gel, böyle bir şey kabil midir? Böyle bir şey dünyanın en büyük saçmalığıdır. Öyleyse bizler duruşumuza, sözümüze, hareketimize olabildiğince dikkat etmek zorundayız. Kaçırdığımız her insandan dolayı vebal altındayız, kazandığımız her insandan dolayı da övgüye layık olacağız. Zira bilmeli ve asla unutmamalıyız ki; böyle bir sorumluluk bize dikte edilmedi, bilakis bizler özgür irademizle ve tercihimizle deruhte ettik. Nihayet deruhte ettiğimiz sorumluluğun muktezasını bihakkın ifa etmeliyiz. İnsanları korkutmamalı, onlara güven vermeliyiz. Onlarda nefret duygusu uyandırmamalı, bilakis onlara sevdirmeliyiz. En güzel şekilde anlatmalıyız, en güzel şekilde yaklaşmalıyız. Korkan insan kaçar, nefret ettirilen insan bir daha kolay kolay sevemez. Binaenaleyh, bizler sorumluluk mevkiinde olan insanlarız ve söylemlerimize, eylemlerimize dikkat etmek zorundayız. Bilakis, neticede, münhasıran kendimize zarar vermiş olmakla kalmayacağız, dine ihanet etmişte olacağız. Sorumluluğumuzu unutursak, tükenmekten ve tüketmekten kurtulamayız. İnşaAllah, böyle bir vebalin altına girmeyiz.

 

Sayın Cumhurbaşkanım! Uyuyamıyorum, Allah’ın halkettiği bu naçiz gövde bu sıkleti çekemiyor, dünya bir dağ gibi çökmüş üzerime. Bendeniz insanım ya yani öyle görünüyorum, gövdemle ve gövdeme iliştirilmiş olanlarla öyleyim, aksi imkânsız; bir kafam var ya yani gövdemin üstünde yuvarlak bir şey var ve adına kafa deniyor, demek ki bir kafaya sahibim; bir kalbim var ya yani koca gövdeme canlılık veren, küt küt atan bir şey, hissediyorsunuz bunu, zira canlıyım ve yaşıyorum; Allah oku dediği için okuyorum ya, okumamı emrettiği bir gerçek, çünkü indirilmiş Kur’an’da öyle yazıyor; Allah düşün dediği için düşünüyorum ya yani kafa dediğimiz yuvarlak şeyin içinde böyle bir çabanın olduğunu duyumsuyorsunuz; naçizane duygulanıyorum ya yani acı çekiyorum, seviniyorum, hüzünleniyorum ve bunlara duygu deniyor, çünkü ancak manevi bağlamda yani içsel boyutta böyle şeyler yaşıyorsunuz; soruyorum ve sorguluyorum ya yani düşünüyorum ve kafam karışıyor ve karışan kafam irade dışı sormak gereği duyuyor, ne, nasıl, niçin, kim, nerede, ne zaman gibi mefhumlar dilime geliveriyorlar ve her soru haddizatında bir sorgulamak oluyor; cevaplar arıyorum ya yani her soru bir cevap ister, cevabı olmayan ya da cevabı aranmayan şey soru olamaz, öyleyse sorulan her soru cevap ister ve bendeniz cevaplar arıyorum sorduğum sorulara; işte bu yüzden bazen kendi kendime diyorum ki; keşke her fikirden en aykırı isimler bir araya gelseler, karşıma geçseler, bendeniz her şeyi ama her şeyi sonsuz özgürce ve irademe kement vurulmadan sorsam ve onların her birinden de her soruma sonsuzcasına özgürce ve tüm detaylarıyla, olabildiği kadar netlikle ve nesnellikle cevap verseler diyorum, ucu nereye varırsa varsın ve dayanırsa dayansın. Bunun hakkım olduğunu düşünüyorum. Çünkü her sebebe binaen mutlaka bir sonuç oluyor ya, o sonuçlar bizleri ilgilendiriyor ya, o sonuçlardan mutmain olmamız gerekiyor ya, ki inanmam istenen her şeye inanmak zorunda değilim ya ve böyle bir şeye zorlanamam da, zira kafam ve kalbim mutlak hüccetlerle ikna edilmeli ya, öyleyse o sonuçları yaratan sebeplerin de tetkik ve tahlil edilmesi gerekir ya, işte bendeniz de o sonuçlara amenna demem için muhakkak sebeplere matuf sorular sormam ve her sebebi sorgulamam gerekir ve bunun için de en aykırı isimlere en aykırı soruları sormalıyım ve soru sorduklarım kimlik bağlamında birbiriyle mutlak tezat arz etseler de verecekleri her cevabı duymalıyım, dinlemeliyim, üzerinde düşünmeliyim, araştırmalıyım ve nihayet doğruluğuna ya da yanlışlığına, mantıklı oluşuna ya da saçma oluşuna karar vermeliyim. Hani Allah ile konuşuyorum ve her şeyi soruyorum ya, kuluyla da konuşmalıyım ve her şeyi sormalıyım, sorabilmeliyim diye düşünüyorum. Allah bendeniz garip kuluna kızmıyorsa, ki kesinlikle kızmıyor, çünkü o yarattı ve böyle bir fıtrata sahip olduğumu biliyordu. Böyleyse, kullarının da kızmaya hakları olmamalı, çünkü hakları yok ve hadleri değil, zira böyle bir şey fıtratımın bir gereği ve zorunluluğu. Çünkü bendeniz sormadan ve sorularıma kesin cevaplar almadan hiçbir şeyden emin olamam, olamıyorum ve hiçbir şeye inanamam, inanamıyorum, böyle bir acayip insanım işte. Kafam acayip derecede karışık, kalbim de tahammül edilmez bir ağırlık var, gövdem ıstırabın ve kederin yuvası. Bendeniz meraklı ve şüpheci insanım, her şeyi sormak geliyor içimden ve samimi cevaplar almak istiyorum. Karanlıkta bir şey kalmasın istiyorum. Çünkü karanlıkta kalan her şeyin bir gün patlamasından ve her şeyi yerle yeksan etmesinden korkuyorum. Zira ruhen, bedenen ve beynen rahatlamam tamamen buna bağlı. Bendeniz herkes gibi düşünmek, okumak, duygulanmak, sormak ve sorgulamak ve kolayca mutmain olmak zorunda mıyım? Değilim ve olamam da zaten. Çünkü varoluş koşullarıma aykırı bu. İstediğim gibi, istediğim soruları sorarım bendeniz. Kolay inanamıyorum, tatmin olamıyorum, kuşkucu, meraklı, şüpheci bir kişi olmam hasebiyle. Bu yüzdendir ki, her şeyi okumayı, her konuda herkesi dinlemeyi, aynı soruları birbirine mutlak zıt yönde düşünen herkese sormayı seviyorum ve işin gerçeği bunu derin bir iştiyakla istiyorum da. Binaenaleyh, sorularım uyutmuyor bendenizi. Kalbim de kafam da rahat olamıyor. Cevapsız kalan her soru, cehennemi yaşatan sonuçları normal gösteriyor o zaman ve bendeniz işte buna eyvallah edemiyorum. Dünyada muayyen olgulara istinat edilerek muhtelif olaylar yaşanıyor ve yaşanan her olay acayip sonuçları tevlit ediyor. İşte bu da bendenizi böyle bir halet-i ruhiyeye mahkûm ediyor. Bir yürek ve bir kafa sahibiyim neticede. Ve bu sahip olduklarım, istediklerim olmadıkça cehenneme dönüşüyorlar ve bendenizi iflah olmaz acılara sürüklüyorlar, zaten karanlık olan gecelerimi daha da karanlık yapıyorlar ve cehennemi daha yaşarken tattırıyorlar. Zira adil olmayan bir dünyada yaşayamıyorum. Her günüm azap oluyor. Bireysel bazda, münhasıran bendeniz için, adaletin, samimi sorularımın, mutlak hüccetlerle desteklenen saf cevaplarını bulduğu zaman tahakkuk edeceğine inanıyorum. Ve işte o zaman deliksiz uykular çekebileceğimi tahayyül ve tasavvur edebiliyorum. Bilakis, gündüzlerim gece, gecelerim gündüz olmaya devam edecek gibi geliyor hatta hiç gecem olmayacakmış gibi hissediyorum. O zaman da rahatsız oluyorum ve rahatsızlık veriyorum.


Tarih: 10.07.2018 Okunma: 783

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?