Sayın Cumhurbaşkanım! Yemininizi edip vazifenize bugün
itibariyle resmen başladınız ve kabinenizi de intihap eylediniz. Başarılar ve
kolaylıklar dilerim, sizlere ve kabinenize. Tabi bu meyanda, naçizane Aliya
İzzetbegoviç’in meşhur bir sözünü de burada hatırlatmak istiyorum. Diyorlar ki
Bilge Kral: ‘’İktidara gelirseniz, hal ve hareketlerinize dikkat edin. Kibirli
olmayın, kendini beğenmişlik etmeyin. Size ait olmayan şeyleri almayın,
güçsüzlere yardım edin ve ahlak kurallarına uyun. Unutmayın ki; sonsuz iktidar
yoktur. Her iktidar geçicidir ve herkes, er veya geç, önce milletin ve nihayet
Allah'ın önünde hesap verecektir.’’ Ne kadar da fani bir insanın sözü olsa da,
haddizatında kutsal yasalarla da çelişmeyen bir sözdür bu, inşaAllah sizlerde,
birlikte çalışacağınız ekip arkadaşlarınız da, kutsal yasalarla uyum içinde
olan ve büyük insanlık umdeleriyle de tenakuz arz etmeyen hatta ve hatta bir
toplumun birlik ve beraberliğinin çimentosu bile olabilme mahiyetine haiz olan mezkûr
ilkeler (ki, haddizatında tek tek her ferdi dahi bağlayan ve ihata eden
insanlık umdeleridir bu umdeler) çerçevesinde vazifelerinizi bihakkın ifa
edersiniz. O zamanda tarihin ve insanlığın huzurunda ve en önemlisi şanı yüce
Allah’ın huzurunda verecek tek bir hesabınız olmaz. Ki, iktidar olup olmamak
değildir önemli olan, nasıl bir iktidar olduğunuzdur. Zira uygulamalardır
insanın kim olduğunu ortaya koyan. Yoksa insan hiçbir harekete yönelmedikten
sonra, o insanın nasıllığı konusunda hiçbir fikir edinemezsiniz. Çünkü insanı
var eden şey, harekettir. Hareket etmeyen insanın varlığını ortaya koyabilmesi,
ben buradayım ve varım diyebilmesi muhal ender muhaldir. Hülasa; insan, tabir
caizse eylemidir ve eylemidir ki, insanı insan yapar ve insanın nasıllığını
ortaya çıkarır. Bu durum toplumlar içinde, toplum bünyesinde ki kurumsal
yapılar içinde ve dahi politik yapılanmalar içinde aynen geçerlidir. Hatta ve hatta
böyle bir durumda sahiplendiğimiz ya da kendisiyle tanımlandığımız kimliklerimiz
bile bir anlamda sarf-ı nazar eylenir. Zira insanlar uygulamalarıyla
değerlendirilirler, kimlikleriyle değil. Yanlış işleyen bir çarkı, o çarkın
tavsif edildiği kimlik temize çıkaramaz. Keza yanlış yapan bir insanı da
kimliği temize çıkaramaz. Çünkü hiçbir insançocuğu çıkıp demez ki, bu insanın
kimliği şudur, öyleyse yanlışı yok sayılabilir, bu kabil-i mümkün değildir.
Bilakis yanlış olan her eylem, o eylemi ortaya koyana zarar vermekle birlikte, o
insanın kimliğini de tahrip edici bir etkiye sahiptir. İşbu sebeple, bin
düşünüp bir karar vermeniz gerekecektir her uygulamalarınızda. Zira her şeyden
en başta zat-ı aliniz, daha sonra da kabineniz, nihayet teşkilat-lar-ınız
sorumlu olacak olanlarsınız. En alttaki tayin edilmiş insanların bile
eylemlerinden, uygulamalarından sorumlu olacaksınız yeri geldiğinde. Çünkü bu
insanlar sizlere ve teşkilatınıza istinat ederek muhtelif uygulamalar da
bulunacaklardır. Ve bu uygulamalar, iyiyse de sizin hanenize, kötüyse de sizin
hanenize yazılacaktır ve sizler sorumlu tutulacaksınızdır. Bu hal eşyanın
tabiatına göre böyledir, hep böyle olagelmiştir, bademada böyle olagidecektir. Binaenaleyh,
bizler bu dünyada bulunan ama bu dünyaya ait olmayan insanlarız ve birgün her
hareketimizden ve yaptığımız her şeyden dolayı tarih, insanlık ve Allah
huzurunda hesap vereceğiz. Öyleyse eylemlerimizde olabildiğince hassas ve titiz
olmak mecburiyetindeyiz. Bendeniz böyleyim, böyle kabul ediniz Sayın
Cumhurbaşkanım. Beynimden ve yüreğimden spontane süzülüp gelen düşüncelerimi ve
duygularımı irticalen dile getiriyorum. Bendeniz başka şekilde olamam.
Resmiyeti, yapaylığı, akademik dili sevmiyorum yazılarımda. Neysem oyum ve
olduğum halimle kendimi ortaya koyuyorum. Kendime aykırılığı benliğime kabul
ettiremiyorum. Bir de ahlaksızca bir iş yapmadığım için önünü ardını çokta
düşünmüyorum. Zira dünyalık bir hesap gütmüyorum. Bunun içinde şöyle yapsam ne
olur, böyle yapsam ne olur gibisinden tereddütlerle hareket etmiyorum. Ha
yanlışsam, ahlaksızlık yapıyorsam, adalete mugayir hareket ediyorsam boynum
kıldan incedir. Son tahlilde; sizlerde, bendenizde fani birer insanız. Konum
farkımızdan başka aramızda hiçbir farkımız yoktur. Ha elbette, sizler ulvi bir
makamda bulunmakta ve devleti temsil etmektesiniz ve yanlış yapma gibi bir
imtiyazınız yoktur ama bendenizin böyle bir imtiyazım vardır, bir de böyle bir
farkımız vardır işte. İnsanlık ve tarih, her türlü eylemlerimize şahitlik
etmektedir ve edecektir. Her şeyden önemlisi de melekler şahitlik etmektedirler
ve yazmaktadırlar!
Sayın Cumhurbaşkanım! Peygamberimize yanlış bir şey isnad
etmekten hayâ ederim ve kokarım ama yanlış hatırlamıyorsam şöyle buyurmuşlardı
kendileri yahut ayette olabilir: ‘’Bir kişiyi kazanmak, dünyadan ve
içindekilerden daha değerlidir.’’ İşte biz insanlar için büyük anlamlar ve
hikmetler yüklü bir sözdür bu. Bahusus Müslüman kimliğine malik insanlar için
hayati bir öneme haizdir. Zira bir Müslümanın, dini tebliğ etme gibi bir
sorumluluğu mevcuttur. Öyleyse her Müslüman olabildiğince hassasiyetle ve
titizlikle hareket etmelidir. Çünkü onun her eylemi, karşısındakine bir
mesajdır. Tabi burada kuşkusuz profan bir kimliğe malik insanlar gözlerimizin
önüne gelmektedir doğal olarak. Zira bizler, dini, din sahiplerine tebliğ
edecek değiliz. Öyleyse, diğerlerinden bana ne diyemeyiz ve keyfimizce
tasarrufta bulunamayız, yaşayamayız. Öyle diyorsak, diyebiliyorsak ve
istediğimiz gibi eylemde bulunabiliyor, yaşayabiliyorsak şayet, bir Müslümanın
bu dünyada ki varoluşunun hiçbir anlamı ve hikmeti kalmaz. Bir Müslümanın
varoluş anlamıyla, din evinin dışında bulunan bir insanın varoluşun anlamı
arasında sonsuz fark vardır ve olmalıdır da. İşte münhasıran bu sebeple bile
bir Müslümanın eylemi sonsuz önem arzetmektedir. Çünkü eylemlerimiz münhasıran
fertler olarak bizlerin değil, sahip olduğumuz dininde kaderini tayin edecektir
bir anlam da, tabir caizse. Ya ne güzel bir Müslüman dedirteceğiz ya da
Müslüman mı aman öte gitsin dedirteceğiz. Hayır, hayır, kesinlikle yaşama
münafi bir şey söylemiyorum. Bu durum, bu dünyanın en katı gerçeklerindendir. Canımızı
acıtsa da gerçektir. Ve gerçeği görmezden gelmek, gerçeği gerçek olmaktan
çıkarmayacaktır. Bizler yaşantımızla ya buyur edeceğiz ya da öteleyeceğiz.
Söylemekten zerre tereddüde düşmeyeceğim ve söyleyeceğim. Bazen bir Müslüman
olarak bizler bile, nice kardeşlerimizin uygulamalarından hazzetmiyoruz ve
isyan ediyoruz. Peki, böyle bir durumda din evinin dışında kalan insanlar ne
düşüneceklerdir? Bizler sorumsuz insanlar değiliz ki, bize ne, ne düşünürlerse düşünsünler
diyelim. Buna hakkımızda yok, böyle bir şey haddimizde değil. Biz istediğimiz
gibi yaşayalım, eylem ortaya koyalım da, başkası ne düşünürse düşünsün bizi
ırgalamaz diyemeyiz, böyle bir telakkiye sahip olamayız. O zaman dine ihanet
ederiz ve düşmanları çoğaltırız ve böyle bir durumda kızmaya da hakkımız olmaz.
Çünkü zamanımızda insanların kahir ekseriyeti, bir olgunun mahiyetinden ziyade,
o olgunun olaylaşmasına tavassut eden müntesibe bakmaktadır ve ona göre karar
vermektedir. Din evinin dışında ki bir insana şöyle diyebilir miyiz; sen bana
bakma, benim dinime bak, o ne güzel dindir, ben çirkin olabilirim ama dinim
güzeldir ve temizdir, sen gel benim dinime gir, beni görmezden gel, böyle bir
şey kabil midir? Böyle bir şey dünyanın en büyük saçmalığıdır. Öyleyse bizler
duruşumuza, sözümüze, hareketimize olabildiğince dikkat etmek zorundayız.
Kaçırdığımız her insandan dolayı vebal altındayız, kazandığımız her insandan
dolayı da övgüye layık olacağız. Zira bilmeli ve asla unutmamalıyız ki; böyle
bir sorumluluk bize dikte edilmedi, bilakis bizler özgür irademizle ve
tercihimizle deruhte ettik. Nihayet deruhte ettiğimiz sorumluluğun muktezasını
bihakkın ifa etmeliyiz. İnsanları korkutmamalı, onlara güven vermeliyiz.
Onlarda nefret duygusu uyandırmamalı, bilakis onlara sevdirmeliyiz. En güzel
şekilde anlatmalıyız, en güzel şekilde yaklaşmalıyız. Korkan insan kaçar,
nefret ettirilen insan bir daha kolay kolay sevemez. Binaenaleyh, bizler
sorumluluk mevkiinde olan insanlarız ve söylemlerimize, eylemlerimize dikkat
etmek zorundayız. Bilakis, neticede, münhasıran kendimize zarar vermiş olmakla
kalmayacağız, dine ihanet etmişte olacağız. Sorumluluğumuzu unutursak,
tükenmekten ve tüketmekten kurtulamayız. İnşaAllah, böyle bir vebalin altına
girmeyiz.
Sayın Cumhurbaşkanım! Uyuyamıyorum, Allah’ın halkettiği bu
naçiz gövde bu sıkleti çekemiyor, dünya bir dağ gibi çökmüş üzerime. Bendeniz
insanım ya yani öyle görünüyorum, gövdemle ve gövdeme iliştirilmiş olanlarla
öyleyim, aksi imkânsız; bir kafam var ya yani gövdemin üstünde yuvarlak bir şey
var ve adına kafa deniyor, demek ki bir kafaya sahibim; bir kalbim var ya yani
koca gövdeme canlılık veren, küt küt atan bir şey, hissediyorsunuz bunu, zira
canlıyım ve yaşıyorum; Allah oku dediği için okuyorum ya, okumamı emrettiği bir
gerçek, çünkü indirilmiş Kur’an’da öyle yazıyor; Allah düşün dediği için
düşünüyorum ya yani kafa dediğimiz yuvarlak şeyin içinde böyle bir çabanın
olduğunu duyumsuyorsunuz; naçizane duygulanıyorum ya yani acı çekiyorum,
seviniyorum, hüzünleniyorum ve bunlara duygu deniyor, çünkü ancak manevi
bağlamda yani içsel boyutta böyle şeyler yaşıyorsunuz; soruyorum ve
sorguluyorum ya yani düşünüyorum ve kafam karışıyor ve karışan kafam irade dışı
sormak gereği duyuyor, ne, nasıl, niçin, kim, nerede, ne zaman gibi mefhumlar
dilime geliveriyorlar ve her soru haddizatında bir sorgulamak oluyor; cevaplar
arıyorum ya yani her soru bir cevap ister, cevabı olmayan ya da cevabı
aranmayan şey soru olamaz, öyleyse sorulan her soru cevap ister ve bendeniz cevaplar
arıyorum sorduğum sorulara; işte bu yüzden bazen kendi kendime diyorum ki;
keşke her fikirden en aykırı isimler bir araya gelseler, karşıma geçseler,
bendeniz her şeyi ama her şeyi sonsuz özgürce ve irademe kement vurulmadan
sorsam ve onların her birinden de her soruma sonsuzcasına özgürce ve tüm
detaylarıyla, olabildiği kadar netlikle ve nesnellikle cevap verseler diyorum,
ucu nereye varırsa varsın ve dayanırsa dayansın. Bunun hakkım olduğunu
düşünüyorum. Çünkü her sebebe binaen mutlaka bir sonuç oluyor ya, o sonuçlar
bizleri ilgilendiriyor ya, o sonuçlardan mutmain olmamız gerekiyor ya, ki
inanmam istenen her şeye inanmak zorunda değilim ya ve böyle bir şeye
zorlanamam da, zira kafam ve kalbim mutlak hüccetlerle ikna edilmeli ya,
öyleyse o sonuçları yaratan sebeplerin de tetkik ve tahlil edilmesi gerekir ya,
işte bendeniz de o sonuçlara amenna demem için muhakkak sebeplere matuf sorular
sormam ve her sebebi sorgulamam gerekir ve bunun için de en aykırı isimlere en
aykırı soruları sormalıyım ve soru sorduklarım kimlik bağlamında birbiriyle
mutlak tezat arz etseler de verecekleri her cevabı duymalıyım, dinlemeliyim,
üzerinde düşünmeliyim, araştırmalıyım ve nihayet doğruluğuna ya da
yanlışlığına, mantıklı oluşuna ya da saçma oluşuna karar vermeliyim. Hani Allah
ile konuşuyorum ve her şeyi soruyorum ya, kuluyla da konuşmalıyım ve her şeyi
sormalıyım, sorabilmeliyim diye düşünüyorum. Allah bendeniz garip kuluna
kızmıyorsa, ki kesinlikle kızmıyor, çünkü o yarattı ve böyle bir fıtrata sahip
olduğumu biliyordu. Böyleyse, kullarının da kızmaya hakları olmamalı, çünkü
hakları yok ve hadleri değil, zira böyle bir şey fıtratımın bir gereği ve
zorunluluğu. Çünkü bendeniz sormadan ve sorularıma kesin cevaplar almadan
hiçbir şeyden emin olamam, olamıyorum ve hiçbir şeye inanamam, inanamıyorum,
böyle bir acayip insanım işte. Kafam acayip derecede karışık, kalbim de
tahammül edilmez bir ağırlık var, gövdem ıstırabın ve kederin yuvası. Bendeniz
meraklı ve şüpheci insanım, her şeyi sormak geliyor içimden ve samimi cevaplar almak
istiyorum. Karanlıkta bir şey kalmasın istiyorum. Çünkü karanlıkta kalan her
şeyin bir gün patlamasından ve her şeyi yerle yeksan etmesinden korkuyorum.
Zira ruhen, bedenen ve beynen rahatlamam tamamen buna bağlı. Bendeniz herkes
gibi düşünmek, okumak, duygulanmak, sormak ve sorgulamak ve kolayca mutmain
olmak zorunda mıyım? Değilim ve olamam da zaten. Çünkü varoluş koşullarıma
aykırı bu. İstediğim gibi, istediğim soruları sorarım bendeniz. Kolay
inanamıyorum, tatmin olamıyorum, kuşkucu, meraklı, şüpheci bir kişi olmam
hasebiyle. Bu yüzdendir ki, her şeyi okumayı, her konuda herkesi dinlemeyi,
aynı soruları birbirine mutlak zıt yönde düşünen herkese sormayı seviyorum ve
işin gerçeği bunu derin bir iştiyakla istiyorum da. Binaenaleyh, sorularım
uyutmuyor bendenizi. Kalbim de kafam da rahat olamıyor. Cevapsız kalan her
soru, cehennemi yaşatan sonuçları normal gösteriyor o zaman ve bendeniz işte
buna eyvallah edemiyorum. Dünyada muayyen olgulara istinat edilerek muhtelif
olaylar yaşanıyor ve yaşanan her olay acayip sonuçları tevlit ediyor. İşte bu
da bendenizi böyle bir halet-i ruhiyeye mahkûm ediyor. Bir yürek ve bir kafa
sahibiyim neticede. Ve bu sahip olduklarım, istediklerim olmadıkça cehenneme
dönüşüyorlar ve bendenizi iflah olmaz acılara sürüklüyorlar, zaten karanlık
olan gecelerimi daha da karanlık yapıyorlar ve cehennemi daha yaşarken
tattırıyorlar. Zira adil olmayan bir dünyada yaşayamıyorum. Her günüm azap
oluyor. Bireysel bazda, münhasıran bendeniz için, adaletin, samimi sorularımın,
mutlak hüccetlerle desteklenen saf cevaplarını bulduğu zaman tahakkuk edeceğine
inanıyorum. Ve işte o zaman deliksiz uykular çekebileceğimi tahayyül ve
tasavvur edebiliyorum. Bilakis, gündüzlerim gece, gecelerim gündüz olmaya devam
edecek gibi geliyor hatta hiç gecem olmayacakmış gibi hissediyorum. O zaman da
rahatsız oluyorum ve rahatsızlık veriyorum.