Sayın Cumhurbaşkanım! Bir şeyi tüm samimiyetimle gerçekten çok
merak ediyorum ve kafam allak bullak oluyor. Bitevi sorduğum ve sorguladığım
durumlardan biridir de burası aynı zamanda. Üstelikte muhakkak ama muhakkak cevabını
bulmam iktiza eden bir durumdur. Bilakis, çıldırmamak elde değildir. Bendeniz
için varlığımın bilincine erdiğim andan itibaren kafamı kaosa mahkûm eden,
mütemadi yüreğimi ağrıtan ve acılara gark eyleyen ve çözüme kavuşturmaya
çalıştığım sorunlardan biridir bu. Hayır, haddizatında umursamayacağım amma velakin
hayatta benim hayatım ve benim hayatıma bir katkısı olmayan bir şeyin benim
hayatımdan bir şeyler alıp götürmesi de adil değildir ve burada kul hakkı doğar.
Hakikat güneşi düşüncelerin müsademesi neticesinde tuluu edecektir. Ve hakikat
karşısında boynumuz kıldan incedir, yeter ki olgular ve olaylar tüm
teferruatıyla tetkik edildikten sonra mutlak hüccetler temelinde sarahaten işte
hakikat budur denilsin. Geçelim! Biz insançocukları Allah’a göre mi yoksa
devlete göre mi iyi insanlar olmalıyız ya da devleti de iyileştirip iyi
devletin yanında olan iyi insanlar mı olmalıyız yoksa devlet nasıl olursa olsun
nasıl olduğunu umursamadığımız devlete karşı mı iyi insanlar olmalıyız? Burada
ölçü nedir? Buradaki tenakuzu gidermek ve sırrı çözmek zorundayım. Ya devlet adaletten, ahlaktan, vicdandan,
merhametten bir milim bile ayrılmayacak bir mahiyete haiz olmalı ya da devlete
karşı iyi olup Allah’a karşı kötü olmayı tercih etmek sıkıntılı bir durumdur. Hayatta
ki çözülmesi ve aydınlatılması gereken en karanlık noktalardan biridir burası.
Zira Allah’a göre iyi insan olmuşsunuz ama bir de bakmışsınız ne kadar da
kötüsünüz. Devlete göre iyi insan olmuşsunuz ama bir de bakmışsınız cehennem
size gülümsüyor ve cennet sizden kaçıyor. Bu noktayı asla ve kata basit
görmemeliyiz. Zira sonsuzcasına derin ve yeri geldiğinde insana hayatı zehir
eden bir sır gizlidir burada. Ve bu nokta hayatta olan ve olabilecek olan çok
şeyin de sebebidir. Bunu kesinlikle bilmemiz iktiza eder, zira huzur ve emniyet
içerisinde yaşayabilmenin önkoşuludur bu. Mesela; devlet çıplak gerçeklerden
hoşlanmaz ve kendi belirlediği, koyduğu yasaların dışına çıkılmasını istemez
ama Allah’ta bizlere bildirdiği mutlak, kutsal ve kesin yasalara ittiba
etmemizi emreder. Öyleyse burada ne yapacağız? Mesela; insanları neye göre
yargılayacağız? Tamam, hiçbir şeyi motmot tatbik etmek imkân dâhilinde değildir
ama bir de uygulanmasında hiçbir zorluk olmayan şeyler vardır. Mesela; Allah
günah işlemekte bile özgür bırakırken, devletin gerçeklere bile tahammülü
olmayabilmektedir yeri geldiğinde. Yeri geliyor bir bakıyorsunuz hiç olmaması
gereken bir şey oluyor ve merak edip soruyorsunuz ama öyle bir cevap
alıyorsunuz ki, sükût etmekten başka yol görünmüyor, deniyor ki; devlet mantığı
farklı çalışır. Tamam, farklı çalışsın ama adil çalışsın. Farklı çalışıyor diye
her şeyi tolere etmemiz icap etmez ki, ya tolere ettiğimiz şey yüzünden bir
kulun hakkına girer ya da onu yaşamdan koparırsak ne olacak? Allah, devletin
öyle istediyse ve yaptıysa öyledir mi diyecek? Adil olan Allah bunu der mi? Böyleyse
de, yapılanı nereye koyacağız? Tam da
burada güya din sahibi diye bildiğimiz nice kişiler bile kutsal yasaları sarf-ı
nazar eyleyerek devletin yaptığına tereddütsüz, hiçbir şerh koymadan eyvallah
edebilmektedir, bu nasıl olabilmektedir? Tam burada aklıma Mahatma Gandhi’nin
sözü geliveriyor, diyor ki; ‘’dininiz güzel ama dindarlarınızı anlayamadım.’’
Zaten böyle bir durumda anlamakta olanaksız. Burada iflah olmaz bir paradoks
vardır. Allah gerçekleri öğütlemektedir ama devlet gerçeklerden korkmaktadır, peki
burada bizler ne yapmalıyız? Allah, adaleti emrederken ve adil olmayı
öğütlerken, devlet kendi belirlediği düzen mucibince icap ettiği zaman adalete
mugayir hareket edebilmekte ve adil olmayan kararlar verebilmektedir. Peki, biz
ne yapmalıyız, nasıl davranmalıyız ve ne yapacağız, nasıl davranacağız burada? Allah,
insanlara karşı adaletten ayrılmamayı emrederken; devlet, gerektiği zaman adalet
dışı davranmayı mantık temelinde çokta normal görebilmektedir. Hayata uzak
şeyler değildir söylediklerim, bizatihi yaşayıp gördüklerimizdir ve
göreceklerimizdir. Misal; bir karar alıyoruz ve o karar insana zarar veriyor.
Şimdi devlet zaviyesinden bakınca hiçte sıkıntı olan bir durum olarak
görülmüyor ama bu dünya da ne kadar da bigâne kalsakta, unutmak için çabalasakta
öbür dünyada bedelini ağır ödeyeceğiz aldığımız her kararın. Devlet, bugün
insançocuklarına hiçbir bilgi vermediği bir durumdan dolayı, gelecekte o duruma
binaen yargılama yapabilmektedir ve hiçte merhamet etmeden tecziye
edebilmektedir. Peki, burada suç kimindir? Ya devlet nezdinde suçlu ve günahkâr
olanlar, Allah huzurunda suçsuz ve günahsızlarsa ne olacak, ne yapacağız o
zaman? Bendenize göre imanı bile etkileyebilecek bir durumdur bu durum. Öyleyse
devletin her suçlu dediği suçlu, her temiz dediği temiz değildir ve böyle bir
şey Allah’ın hakikatine de, adaletine de, ahlakına da mugayirdir. Aksi, mutlak
ve kutsal yasalar temelinde ispat edilemedikçe ve bendeniz ıskat edilememem
durumunda, söylediklerim hakikatin ta kendisidir. Biraz hassasım o kadar! Çünkü
insanım, vicdan sahibiyim, faniyim ve hesap vereceğim.
Sayın Cumhurbaşkanım! Eğitim meselesi üzerine, bugüne
dek, gönlümün hissettiğince, gücümün yettiğince, aklımın elverdiğince, dilimin
döndüğünce, çok şeyler yazdım söyledim naçizane, en son 20 bölümden oluşan bir
eğitim yazısı yayınladım burada, ama bir kez daha bir şeyler söylemekte
herhalde beis yoktur. Tam da burada fikirlerini de az buçuk bildiğim ve eğitim
meselesine dair fikirleri zevahirde bendenizin fikirleriyle de tenasüp arzeden
yeni Milli Eğitim Bakanımız bir şans olabilir. Tabi kuşkusuz önemli olan teori
değil pratiktir, bunu da ıskalamamak iktiza eder, inşallah her şey umduğumuz,
düşündüğümüz gibi olsun diyelim. Çünkü bendeniz için söylenilenler değil
yapılanlardır önemli olan. Öz olarak ruhun terbiyesinden bahseden, insanı insan
yapmanın olmazsa olmaz olduğunun altını çizen bir insan kendileri. Anladığım
kadarıyla eğitimi bir mesuliyet şuuruyla ele almakta ve dertleri vicdanında
hissetmektedir kendileri. Kalıptan ziyade öze yöneleceklerini hisseder gibiyim,
ki tam isabet olur. Zira kalıba takıla takıla takıldık kaldık ve yıkıldık
kalkamadık. Sözleri istikametinde eylemleri olursa, güzel şeyler olacak
demektir eğitim işlerinde. Geçelim! Sizlere, tüm kalbimle ve bilincimle ve
sonsuz samimiyetimle bir şey söylemek istiyorum. İnsanlığı düzeltmek istiyorsak
şayet, böyle bir dert taşıyor ve kendimizi mesul hissediyorsak, eğitim işini kesinkes
halletmemiz ve eğitim işlerinde başarılı olmamız iktiza ediyor. Binaenaleyh,
eğitimde ki yapısal sorunları aklın ışığında ve vicdanın sesine kulak vererek
samimiyetle çözmek, akabinde de öğretmenlerin kadim sorunlarını çözmek için
samimi gayret sarf etmek icap ediyor. Allah aşkına her sorun belli ve çözüm
yöntemi de belli ama sorunlar nasıl çözülemiyor vallahi, billahi, tallahi
anlamıyorum. Çok basit sorunları öyle karmaşık hale getiriyoruz ki, bir türlü
içinden çıkamıyoruz ama bu meyanda olan çocuklarımıza ve insanlığa oluyor. Yazık,
günah değil mi Allah aşkına? Haddizatında söylenecek çok şey, önerilecek çok
çözüm yöntemi var ama söylesekte hükmü olmayacak, keşke olsaydı, olabilseydi. Ama
bu ülkede maalesef söyleyecek şeyleri olanların hiçbir değerleri yoktur. Eğitime
zerre miskal katkısı olmayan, bilakis eğitimin önünde handikap teşkil eden
şeyleri yok etmemiz kesinkes şarttır. Öğretmenleri eğitimden alıkoyan ve
onların saygınlıklarını zedeleyen her ne varsa fırlatıp atmamız, eğitimin
eğitim olması yolunda olmazsa olmaz bir önkoşuldur. Zira malayani ile iştigal
ederken özü kaçırıyoruz ve çocuklarımızı ıskalıyoruz, çocuklarımıza hiçbir şey
veremeden onları hayatın içerisine bırakıveriyoruz ve hayatta ellerinde ne
varsa alıyor hatta ellerinde hiçbir şey olmadığı için kendilerini de alıyor ve
onları uçurumun kenarına bırakıveriyor. Bunun nasıl bir vicdan sızısı olduğunu
ancak duyumsayarak idrak edebiliriz. Bir defa kesinlikle samimi olmalıyız, bilakis
yapıyoruz gibi görünürüz ama hiçbir şey yapmayız ve yapmadığımızın da farkında
oluruz ama açık etmeyiz. Peki, kim zarar görür bundan? İşin hakikatini söylemek
iktiza ederse, bizler eğitimin ne olduğunu henüz anlayamadık ve eğitime dair
bir şeyler yapmakta samimi olamadık maalesef. Münhasıran konuştuk, iri laflar
ettik, başka da bir şey yapmadık. Gerçi samimi olduğumuz bir şey var; dünya
nimetlerine erişme çabası ve her ne pahasına olursa olsun menfaatlerimizi
koruma iradesi. Bugün öğretmenliğin önemini, eğitimin önemini kim bilmiyor ve
kim bilmiyor öğretmenlerin durumunu? Ya da herkes gerçekten biliyor mu? Herkes
biliyor ama kim bir şey yapıyor? Kimse bir şey yapmıyor ya da kim ne yapacağını
biliyor mu acaba? Öğretmenin ekonomisinden bahsedilince hemen vicdanı
kullanıyoruz, öğretmenin içinde bulunduğu durumu konuşurken vicdan aklımıza
gelmiyor ama öğretmenin sosyal hayatından, toplum içinde ki itibarından
bahsedilince hemen vicdanı ortaya koyuyoruz. Öğretmen hak ettiği mevkii
isteyince vicdansızlık mı yapmış olmaktadır Allah aşkına? Bu nasıl bir bakış
açısıdır? Öğretmende bir insandır, etten ve kemikten, onunda nefsi vardır,
onunda yaşama arzusu vardır, hayalleri ve umutları vardır, o da ağlar ve güler
yani bir hayvan değildir ki hissetmesin, anlamasın, düşünmesin, ağlamasın, gülmesin,
arzu duymasın, yorgun düşmesin. Şahsi kanaatimi söylüyorum, bu ülkede en yüksek
maaşı alması gereken tek bir makam vardır, vallahi, billahi, tallahi
öğretmenlik makamıdır, tüm kalbimle ve bilincimle, namusum ve şerefim üzerine
yemin ederim ki bu hakikattir. Kur’an’ı okuduğumuzda idrak edemiyorsak bu
hakikati, çok sevdiğimizi söylediğimiz büyük üstad Nurettin Topçu ağabeyi
okursak kifayet eder bunu idrak etmeye. Napolyon’un meşhur sözü malumdur;
babasının kendisini yerin karanlığına düşürdüğünü, öğretmeninin ise kendisini
göğün aydınlığına yükselttiğini söyler. Ne kadar derin bir sözdür bu.
Öğretmenlik çok farklı bir şeydir. Amma velakin hak ettiği konumda mıdır?
Kesinlikle değildir. Zaten böyle olduğu içindir ki, bu ülkede eğitim maalesef
istenilen düzeyde değildir. Hayır, konuşmayalım mı gerçekleri, susalım mı? Allah,
Muhammed, Kur’an ve İnsanlık aşkına, bir öğretmen bugünkü emeklilik koşullarını
hak etmekte midir? Yemin ediyorum vicdanım azaplar içinde ve utanıyorum.
Öğretmene biçtiğimiz emeklilik bu mu olmalıdır, onlar böyle bir yaşamı mı hak
etmektedirler? Maaşlarının eti nedir budu nedir ama alınan vergi malumdur. Komplo
teorisi denecek belki ama vallahi, billahi tallahi, öğretmene reva görülen bu
durum, derin bir tezgâhın ürünü gibi geliyor bana. Çünkü bir milleti, ancak ve
ancak öğretmenlerini yıkabilirseniz yıkarsınız. Öğretmenleri güçlü olan bir
milleti kim yıkabilir ki? Hep şu söylenir, öğretmenler çok oldukları için
maaşları az, böyle bir mantık nasıl tolere edilebilir Allah aşkına? Keza,
öğretmenler öyle malayani işlerle iştigal ettiriliyorlar ki, ne okumaya, ne
düşünmeye, ne de araştırmaya zamanları oluyor. Öğretmen bir türlü maddi ve
manevi boyutta öğrencisine bırakılmıyor. Öğretmen maddi talepte bulunursa kötü
oluyor, o zaman hayat şartları ne oluyor? Öğretmen uzayda yaşamıyor ki.
Öğretmen katı gerçeklerle dolu bir hayatın girdaplarında yaşıyor. Biliyor muyuz
ki, öğretmenlerin ne şartlarda ve koşullarda yaşadıklarını? Söylenecek şey çok
ama daha önce zaten çoğunu söyledik söylenecek olanların Sayın Cumhurbaşkanım. Bize
sadece ama sadece samimiyet lazım ama hayatın her yönünde ve her boyutunda
lazım. Elimiz vicdanımızın tam üzerinde durmalı ve öylece yaşamalıyız. İstersek
her şey olur ama istemezsek yapacağımız hiçbir şey olmaz, münhasıran yaparmış gibi,
yapıyormuş gibi, yapmak istiyormuş gibi yaşar gideriz. Nezaketimi kaybetmedim,
haddimi aşmadım, sadece gerçekleri dile getirişim biraz sert oldu. İnşaAllah
anlaşılırım.