AÇIK MEKTUP...15...

Özgür DENİZ - 12.07.2018

Sayın Cumhurbaşkanım! Bir şeyi tüm samimiyetimle gerçekten çok merak ediyorum ve kafam allak bullak oluyor. Bitevi sorduğum ve sorguladığım durumlardan biridir de burası aynı zamanda. Üstelikte muhakkak ama muhakkak cevabını bulmam iktiza eden bir durumdur. Bilakis, çıldırmamak elde değildir. Bendeniz için varlığımın bilincine erdiğim andan itibaren kafamı kaosa mahkûm eden, mütemadi yüreğimi ağrıtan ve acılara gark eyleyen ve çözüme kavuşturmaya çalıştığım sorunlardan biridir bu. Hayır, haddizatında umursamayacağım amma velakin hayatta benim hayatım ve benim hayatıma bir katkısı olmayan bir şeyin benim hayatımdan bir şeyler alıp götürmesi de adil değildir ve burada kul hakkı doğar. Hakikat güneşi düşüncelerin müsademesi neticesinde tuluu edecektir. Ve hakikat karşısında boynumuz kıldan incedir, yeter ki olgular ve olaylar tüm teferruatıyla tetkik edildikten sonra mutlak hüccetler temelinde sarahaten işte hakikat budur denilsin. Geçelim! Biz insançocukları Allah’a göre mi yoksa devlete göre mi iyi insanlar olmalıyız ya da devleti de iyileştirip iyi devletin yanında olan iyi insanlar mı olmalıyız yoksa devlet nasıl olursa olsun nasıl olduğunu umursamadığımız devlete karşı mı iyi insanlar olmalıyız? Burada ölçü nedir? Buradaki tenakuzu gidermek ve sırrı çözmek zorundayım.  Ya devlet adaletten, ahlaktan, vicdandan, merhametten bir milim bile ayrılmayacak bir mahiyete haiz olmalı ya da devlete karşı iyi olup Allah’a karşı kötü olmayı tercih etmek sıkıntılı bir durumdur. Hayatta ki çözülmesi ve aydınlatılması gereken en karanlık noktalardan biridir burası. Zira Allah’a göre iyi insan olmuşsunuz ama bir de bakmışsınız ne kadar da kötüsünüz. Devlete göre iyi insan olmuşsunuz ama bir de bakmışsınız cehennem size gülümsüyor ve cennet sizden kaçıyor. Bu noktayı asla ve kata basit görmemeliyiz. Zira sonsuzcasına derin ve yeri geldiğinde insana hayatı zehir eden bir sır gizlidir burada. Ve bu nokta hayatta olan ve olabilecek olan çok şeyin de sebebidir. Bunu kesinlikle bilmemiz iktiza eder, zira huzur ve emniyet içerisinde yaşayabilmenin önkoşuludur bu. Mesela; devlet çıplak gerçeklerden hoşlanmaz ve kendi belirlediği, koyduğu yasaların dışına çıkılmasını istemez ama Allah’ta bizlere bildirdiği mutlak, kutsal ve kesin yasalara ittiba etmemizi emreder. Öyleyse burada ne yapacağız? Mesela; insanları neye göre yargılayacağız? Tamam, hiçbir şeyi motmot tatbik etmek imkân dâhilinde değildir ama bir de uygulanmasında hiçbir zorluk olmayan şeyler vardır. Mesela; Allah günah işlemekte bile özgür bırakırken, devletin gerçeklere bile tahammülü olmayabilmektedir yeri geldiğinde. Yeri geliyor bir bakıyorsunuz hiç olmaması gereken bir şey oluyor ve merak edip soruyorsunuz ama öyle bir cevap alıyorsunuz ki, sükût etmekten başka yol görünmüyor, deniyor ki; devlet mantığı farklı çalışır. Tamam, farklı çalışsın ama adil çalışsın. Farklı çalışıyor diye her şeyi tolere etmemiz icap etmez ki, ya tolere ettiğimiz şey yüzünden bir kulun hakkına girer ya da onu yaşamdan koparırsak ne olacak? Allah, devletin öyle istediyse ve yaptıysa öyledir mi diyecek? Adil olan Allah bunu der mi? Böyleyse de,  yapılanı nereye koyacağız? Tam da burada güya din sahibi diye bildiğimiz nice kişiler bile kutsal yasaları sarf-ı nazar eyleyerek devletin yaptığına tereddütsüz, hiçbir şerh koymadan eyvallah edebilmektedir, bu nasıl olabilmektedir? Tam burada aklıma Mahatma Gandhi’nin sözü geliveriyor, diyor ki; ‘’dininiz güzel ama dindarlarınızı anlayamadım.’’ Zaten böyle bir durumda anlamakta olanaksız. Burada iflah olmaz bir paradoks vardır. Allah gerçekleri öğütlemektedir ama devlet gerçeklerden korkmaktadır, peki burada bizler ne yapmalıyız? Allah, adaleti emrederken ve adil olmayı öğütlerken, devlet kendi belirlediği düzen mucibince icap ettiği zaman adalete mugayir hareket edebilmekte ve adil olmayan kararlar verebilmektedir. Peki, biz ne yapmalıyız, nasıl davranmalıyız ve ne yapacağız, nasıl davranacağız burada? Allah, insanlara karşı adaletten ayrılmamayı emrederken; devlet, gerektiği zaman adalet dışı davranmayı mantık temelinde çokta normal görebilmektedir. Hayata uzak şeyler değildir söylediklerim, bizatihi yaşayıp gördüklerimizdir ve göreceklerimizdir. Misal; bir karar alıyoruz ve o karar insana zarar veriyor. Şimdi devlet zaviyesinden bakınca hiçte sıkıntı olan bir durum olarak görülmüyor ama bu dünya da ne kadar da bigâne kalsakta, unutmak için çabalasakta öbür dünyada bedelini ağır ödeyeceğiz aldığımız her kararın. Devlet, bugün insançocuklarına hiçbir bilgi vermediği bir durumdan dolayı, gelecekte o duruma binaen yargılama yapabilmektedir ve hiçte merhamet etmeden tecziye edebilmektedir. Peki, burada suç kimindir? Ya devlet nezdinde suçlu ve günahkâr olanlar, Allah huzurunda suçsuz ve günahsızlarsa ne olacak, ne yapacağız o zaman? Bendenize göre imanı bile etkileyebilecek bir durumdur bu durum. Öyleyse devletin her suçlu dediği suçlu, her temiz dediği temiz değildir ve böyle bir şey Allah’ın hakikatine de, adaletine de, ahlakına da mugayirdir. Aksi, mutlak ve kutsal yasalar temelinde ispat edilemedikçe ve bendeniz ıskat edilememem durumunda, söylediklerim hakikatin ta kendisidir. Biraz hassasım o kadar! Çünkü insanım, vicdan sahibiyim, faniyim ve hesap vereceğim.

 

Sayın Cumhurbaşkanım! Eğitim meselesi üzerine, bugüne dek, gönlümün hissettiğince, gücümün yettiğince, aklımın elverdiğince, dilimin döndüğünce, çok şeyler yazdım söyledim naçizane, en son 20 bölümden oluşan bir eğitim yazısı yayınladım burada, ama bir kez daha bir şeyler söylemekte herhalde beis yoktur. Tam da burada fikirlerini de az buçuk bildiğim ve eğitim meselesine dair fikirleri zevahirde bendenizin fikirleriyle de tenasüp arzeden yeni Milli Eğitim Bakanımız bir şans olabilir. Tabi kuşkusuz önemli olan teori değil pratiktir, bunu da ıskalamamak iktiza eder, inşallah her şey umduğumuz, düşündüğümüz gibi olsun diyelim. Çünkü bendeniz için söylenilenler değil yapılanlardır önemli olan. Öz olarak ruhun terbiyesinden bahseden, insanı insan yapmanın olmazsa olmaz olduğunun altını çizen bir insan kendileri. Anladığım kadarıyla eğitimi bir mesuliyet şuuruyla ele almakta ve dertleri vicdanında hissetmektedir kendileri. Kalıptan ziyade öze yöneleceklerini hisseder gibiyim, ki tam isabet olur. Zira kalıba takıla takıla takıldık kaldık ve yıkıldık kalkamadık. Sözleri istikametinde eylemleri olursa, güzel şeyler olacak demektir eğitim işlerinde. Geçelim! Sizlere, tüm kalbimle ve bilincimle ve sonsuz samimiyetimle bir şey söylemek istiyorum. İnsanlığı düzeltmek istiyorsak şayet, böyle bir dert taşıyor ve kendimizi mesul hissediyorsak, eğitim işini kesinkes halletmemiz ve eğitim işlerinde başarılı olmamız iktiza ediyor. Binaenaleyh, eğitimde ki yapısal sorunları aklın ışığında ve vicdanın sesine kulak vererek samimiyetle çözmek, akabinde de öğretmenlerin kadim sorunlarını çözmek için samimi gayret sarf etmek icap ediyor. Allah aşkına her sorun belli ve çözüm yöntemi de belli ama sorunlar nasıl çözülemiyor vallahi, billahi, tallahi anlamıyorum. Çok basit sorunları öyle karmaşık hale getiriyoruz ki, bir türlü içinden çıkamıyoruz ama bu meyanda olan çocuklarımıza ve insanlığa oluyor. Yazık, günah değil mi Allah aşkına? Haddizatında söylenecek çok şey, önerilecek çok çözüm yöntemi var ama söylesekte hükmü olmayacak, keşke olsaydı, olabilseydi. Ama bu ülkede maalesef söyleyecek şeyleri olanların hiçbir değerleri yoktur. Eğitime zerre miskal katkısı olmayan, bilakis eğitimin önünde handikap teşkil eden şeyleri yok etmemiz kesinkes şarttır. Öğretmenleri eğitimden alıkoyan ve onların saygınlıklarını zedeleyen her ne varsa fırlatıp atmamız, eğitimin eğitim olması yolunda olmazsa olmaz bir önkoşuldur. Zira malayani ile iştigal ederken özü kaçırıyoruz ve çocuklarımızı ıskalıyoruz, çocuklarımıza hiçbir şey veremeden onları hayatın içerisine bırakıveriyoruz ve hayatta ellerinde ne varsa alıyor hatta ellerinde hiçbir şey olmadığı için kendilerini de alıyor ve onları uçurumun kenarına bırakıveriyor. Bunun nasıl bir vicdan sızısı olduğunu ancak duyumsayarak idrak edebiliriz. Bir defa kesinlikle samimi olmalıyız, bilakis yapıyoruz gibi görünürüz ama hiçbir şey yapmayız ve yapmadığımızın da farkında oluruz ama açık etmeyiz. Peki, kim zarar görür bundan? İşin hakikatini söylemek iktiza ederse, bizler eğitimin ne olduğunu henüz anlayamadık ve eğitime dair bir şeyler yapmakta samimi olamadık maalesef. Münhasıran konuştuk, iri laflar ettik, başka da bir şey yapmadık. Gerçi samimi olduğumuz bir şey var; dünya nimetlerine erişme çabası ve her ne pahasına olursa olsun menfaatlerimizi koruma iradesi. Bugün öğretmenliğin önemini, eğitimin önemini kim bilmiyor ve kim bilmiyor öğretmenlerin durumunu? Ya da herkes gerçekten biliyor mu? Herkes biliyor ama kim bir şey yapıyor? Kimse bir şey yapmıyor ya da kim ne yapacağını biliyor mu acaba? Öğretmenin ekonomisinden bahsedilince hemen vicdanı kullanıyoruz, öğretmenin içinde bulunduğu durumu konuşurken vicdan aklımıza gelmiyor ama öğretmenin sosyal hayatından, toplum içinde ki itibarından bahsedilince hemen vicdanı ortaya koyuyoruz. Öğretmen hak ettiği mevkii isteyince vicdansızlık mı yapmış olmaktadır Allah aşkına? Bu nasıl bir bakış açısıdır? Öğretmende bir insandır, etten ve kemikten, onunda nefsi vardır, onunda yaşama arzusu vardır, hayalleri ve umutları vardır, o da ağlar ve güler yani bir hayvan değildir ki hissetmesin, anlamasın, düşünmesin, ağlamasın, gülmesin, arzu duymasın, yorgun düşmesin. Şahsi kanaatimi söylüyorum, bu ülkede en yüksek maaşı alması gereken tek bir makam vardır, vallahi, billahi, tallahi öğretmenlik makamıdır, tüm kalbimle ve bilincimle, namusum ve şerefim üzerine yemin ederim ki bu hakikattir. Kur’an’ı okuduğumuzda idrak edemiyorsak bu hakikati, çok sevdiğimizi söylediğimiz büyük üstad Nurettin Topçu ağabeyi okursak kifayet eder bunu idrak etmeye. Napolyon’un meşhur sözü malumdur; babasının kendisini yerin karanlığına düşürdüğünü, öğretmeninin ise kendisini göğün aydınlığına yükselttiğini söyler. Ne kadar derin bir sözdür bu. Öğretmenlik çok farklı bir şeydir. Amma velakin hak ettiği konumda mıdır? Kesinlikle değildir. Zaten böyle olduğu içindir ki, bu ülkede eğitim maalesef istenilen düzeyde değildir. Hayır, konuşmayalım mı gerçekleri, susalım mı? Allah, Muhammed, Kur’an ve İnsanlık aşkına, bir öğretmen bugünkü emeklilik koşullarını hak etmekte midir? Yemin ediyorum vicdanım azaplar içinde ve utanıyorum. Öğretmene biçtiğimiz emeklilik bu mu olmalıdır, onlar böyle bir yaşamı mı hak etmektedirler? Maaşlarının eti nedir budu nedir ama alınan vergi malumdur. Komplo teorisi denecek belki ama vallahi, billahi tallahi, öğretmene reva görülen bu durum, derin bir tezgâhın ürünü gibi geliyor bana. Çünkü bir milleti, ancak ve ancak öğretmenlerini yıkabilirseniz yıkarsınız. Öğretmenleri güçlü olan bir milleti kim yıkabilir ki? Hep şu söylenir, öğretmenler çok oldukları için maaşları az, böyle bir mantık nasıl tolere edilebilir Allah aşkına? Keza, öğretmenler öyle malayani işlerle iştigal ettiriliyorlar ki, ne okumaya, ne düşünmeye, ne de araştırmaya zamanları oluyor. Öğretmen bir türlü maddi ve manevi boyutta öğrencisine bırakılmıyor. Öğretmen maddi talepte bulunursa kötü oluyor, o zaman hayat şartları ne oluyor? Öğretmen uzayda yaşamıyor ki. Öğretmen katı gerçeklerle dolu bir hayatın girdaplarında yaşıyor. Biliyor muyuz ki, öğretmenlerin ne şartlarda ve koşullarda yaşadıklarını? Söylenecek şey çok ama daha önce zaten çoğunu söyledik söylenecek olanların Sayın Cumhurbaşkanım. Bize sadece ama sadece samimiyet lazım ama hayatın her yönünde ve her boyutunda lazım. Elimiz vicdanımızın tam üzerinde durmalı ve öylece yaşamalıyız. İstersek her şey olur ama istemezsek yapacağımız hiçbir şey olmaz, münhasıran yaparmış gibi, yapıyormuş gibi, yapmak istiyormuş gibi yaşar gideriz. Nezaketimi kaybetmedim, haddimi aşmadım, sadece gerçekleri dile getirişim biraz sert oldu. İnşaAllah anlaşılırım. 
Tarih: 12.07.2018 Okunma: 900

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?