AÇIK MEKTUP...18...

Özgür DENİZ - 20.07.2018

Sayın Cumhurbaşkanım! Şu dünyada, bir insana güvenmemeyi, bir de insandan uzak durmayı öğrendim. İnsanlar niye güvenilmez olurlar ki kahir ekseriyetle? Ne büyük bir şey kaybettiklerinin farkında değiller mi yoksa? Bir defa kaybedilen güven bir daha kazanılır mı? Bu dünyaya sahip olmak uğruna değer mi güven duygusunu kaybetmeye? Oysa zor da değil ama işin içine dünya girince her şey değişiveriyor galiba. Öyle ya çok tatlı bir dünya!!! Tabi bu durum güvensiz olmayı haklı çıkarmıyor ki, bendeniz de öylesine söylüyorum zaten. İnsan bozulmuş, insanın ruhu bozuk maateessüf. Ve bozulan bir insandan daha ürpertici hiçbir şey yoktur. Çünkü o artık mütemadiyen yıkar, yakar, yok eder güzel olan ne varsa ve öyle de yapıyor zira ama ne yaptığının farkında bile değil. Filhakika istikbalini yakıyor, yıkıyor, yok ediyor ama cahil ve ne yaptığının idrakinde değil. İnsanın özü bozulunca, her şeyi bozulmuş. Bendeniz, her zaman, insanlara yakın olmanın güvenle kabil olduğuna, güvenin de ancak ruhta bulunduğuna inandım. Çünkü insanın özünde güven duygusu yoksa o öze yeni baştan güven yüklemek muhal ender muhal. Hatta güven duygusunun kimlikle de alakası yok, var gibi ama yok gibi. Diyorsunuz ki, bu adam şu kimliğe sahip kesinlikle güvenilir ama bir de bakıyorsunuz derin bir nedamet kaplayıveriyor tüm ruhunuzu. Fakat kimliğinden dolayı hiç güvenilmez dediğiniz bir adam sizi mutlak şekilde yanlış çıkarıyor. Hülasa; güven duygusu öz de olacak özde, söz de değil, bu sebeple de kimlikle alakalı bir şey değil. Hayat öğretiyor bunu size, hem de çok acı bir şekilde. Tam da burada Doğu’nun Güneşi, hiç sönmeyen ve bademada sönmeyecek ışığı büyük üstat Muhammed İkbal’in şu sözü aklıma geliveriyor ve yüreğim daha da acıyor: ‘’Batı diyarlarını gezdim ve İslam’ı gördüm ama Müslüman göremedim, Doğu diyarlarını gezdim Müslüman’ı gördüm ama İslam’ı göremedim.’’ Niye böyle ki? Oysa el-Emin olan bir Peygamberin ümmetiyiz değil mi? Düşmanlarının bile güven duyduğu bir Peygamberin, dostlarının güven vermemesi ne kadar büyük bir acıdır değil mi? Gerçekten güvenmek çok büyük bir değer, öyle böyle değil, kelimeler bile kifayetsiz kalır bunu izaha. Zira bendenize göre her şeyin temeli varıp güven duygusuna dayanmaktadır. Güvenin olmadığı bir yerde, olan ve olabilecek olan hiçbir şey yok, gerçekten yok. Her güzel şey münhasıran dillerimizde, dillerimizde olan maalesef yok eylemlerimizde. Zaten güvensizlikte buradan neşet ediyor. Ama güven duyamamak kadar da acı bir şey yok. Çünkü yalnızlık yurdunun kadim misafiri olmaktan asla kurtulamıyorsunuz, haddizatında kötü bir şey de değil bu ama çok acı bir şey. Bu dünyada öyle çok şey öğrendim ki, edepsizlerden edebi, zevzeklerden suskunluğu, sekterlerden müsamahayı, zalimlerden iyiliği, hainlerden emin olmanın yüceliğini, şerefsizlerden şerefi ve daha nice kötü karakterlilerden nice güzel şeyleri öğrendim ama elbette güven duymamayı öğrendim tüm bunlardan sonra. Bilmiyorum ama çok yoruldum yaşadığım hayattan. Bazı şeyler güzel olsa bile, o güzel şeylerle yaşamak bile ağır gelir oldu, yorgunluk verir oldu. Böyle konuşunca büyük ve ağır bir acı çöküveriyor üzerime, kurşun gibi ağır geliyor hatıralar. Böyle olmamalıydı diyorsunuz, olmaması gerekirdi ama oluyor, yapacak hiçbir şey yok, çaresizsiniz. Ve günden güne iyice yitiriyoruz her güzel değerimizi ve yitip gidiyorlar güzellikler. Peki, kaybettiğimiz güzellikleri maddeyle satın alabilir miyiz? Madde için kaybetmeyi göze alıyoruz ama. Bizler ilk evvelde güvenilir insanlar olmayı başarmalıyız, bilakis hiçbir şeyi başaramayız yemin ediyorum. Hayatın altyapısı nedir diye sorsalar bendenize, hiç tereddüt etmeden tek bir kelimeyi haykırırım; GÜVEN. Çünkü tüm üst yapılar, bu altyapı üzerinde şekillenirler. Para ile güven kazanamayız ama güvenilmek ve güvenmek ile kazanamayacağımız hiçbir şey yoktur. Güven olmadığı halde kazanıyor görünsek bile, uzun vadede kesinlikle kaybederiz ve kaybetmeye mahkûm oluruz. Allah’tan tek bir dileğim var; hiçbir şartta ve koşulda güvensiz biri kılmasın bendeniz kulunu.

 

Sayın Cumhurbaşkanım! İnsançocukları olarak, doğumumuzdan itibaren, görmemek, bilmemek, anlamamak, koşulsuz itaat etmek, kör bir şekilde inanmak üzerine eğitiliyoruz. İnanmayı seviyoruz ama anlayarak inanmaktan ödümüz kopuyor. Araştırmaktan, soruşturmaktan, şeylerin ardına bakmaktan korkuyoruz yani gerçeklerden korkuyoruz gerçekten. Sonra da inandığımız her şey yalan çıkınca da şok olmuş gibi yapıyoruz, oysa şok olmanın bile bir anlamı, derinliği vardır yani şokluk halimizde bile bir basitlik gizli. Kafamız ve ruhumuz tamamen bu düzlemde yaşamak üzerine eğitiliyor. Hülasa; yaşamamız istenilen hayata şartlandırılıyoruz, istediğimiz hayatı yaşamak üzerine şartlanmıyoruz. Soylu isyanlarımız bastırılıyor. Hakikati haykırmaktan bile imtina ediyoruz ve zamanla haksızlıklar karşısında boyun eğen ve haklı olmanın aslında hiçte iyi bir şey olmadığını düşünen zavallı şahsiyetlere dönüşüyoruz. Bu da bizi basitleştiriyor, sıradanlaştırıyor, küçültüyor, nihayet küçük insanlara dönüştürüyor ve bir daha da büyük insan olmak kolay kolay kabil olmuyor. Binaenaleyh, hüznümüzü, merhametimizi, sevgimizi, güvenimizi kaybediyoruz tedricen. Hayatımızı, sormadan, sorgulamadan ve hiçbir şeyi anlamadan yaşayıp gidiyoruz. İşte tüm bozukluklar, kötülükler tam da burada başlıyor. Bu yüzden de zaman içinde insan kimliğimizden inhiraf etmekten kurtulamıyoruz ve benzerlerimizin kulluğunu, köleliğini yapıyoruz bir ömür ve zalimlerin çarklarını döndürüyoruz mütemadiyen, mezkûr düzlemde eğitilmiş ruhlarımızla ve kafalarımızla. Ortak iyi için gayret sarf edeceğimize, ortak kötüde kader ortaklığı ediyoruz. Hiç mi düşünmeyiz, hüzünlenmeyiz, acı çekmeyiz, rahatsız olmayız, gerçekten anlamıyorum. Nereden geldiğimizi, niçin geldiğimizi ve nereye gittiğimizi, nasıl gittiğimizi nasıl olurda bir dakikalık bile olsa düşünmeyiz? Gerçekten bizler yaşadığımızı sanıyor muyuz acaba? Bizler niçin kolayca kötü olabiliyoruz da, iyi olmak niçin bu kadar zor geliyor bize? Hakikaten zor mu iyi olmak ve iyilikte ortaklık yapmak? O kadar basit, saçma ve ahmakça şeylere takılıp kalıyoruz ki, tüm bu şeyler için iyiliği, güzelliği harcamaktan hazer etmiyoruz. Bencilliğin buzlu sularında yüzüyoruz, faşizmin karanlık sokaklarında dolaşıyoruz, kapitalizmin kanlı ve kirli sularını içerken tiksinmiyoruz, duygusuzluğun zalim çarklarında heder oluyoruz, küçük ve ucuz hesapların adamları oluyoruz, kibir dağının zirvesinde dolaşıyoruz ama dillerimizden iyiliğin, güzelliğin türküsü eksik olmuyor. Ne kadar da sahte bir hayat yaşıyoruz. Taştan, maddeden putları zevahirde reddediyoruz da, gönlümüzü esir almış putlardan bir türlü vazgeçemiyoruz ama ne gariptir ki böyle olunca putperest olmaktan kurtulduğumuzu sanıyoruz. Bizlere dünyayı kazandıran putlarımızı kaybetmemek pahasına kendimizi kaybetmeyi göze alıyoruz. Öyle ya putlarımız bizleri doyuyorlar, giydiriyorlar, yediriyorlar, içiriyorlar öyleyse ne onlar efendiliklerini ne de bizler hiçbir sıkıntı duymadığımız uşaklığımızı kaybedelim ki, değil mi? Sonra da insanlıktan dem vuralım, iri sözler söyleyelim, iyiliğin türküsünü terennüm edelim. Bizler akılla duyguyu bir türlü mezcedemedik. Ya aklı yücelttik ve sapıttık ya da duygusallığa boğulduk ve battık. Ama dengeyi bir türlü kuramadık, orta yolu bulamadık. Hayatta her daim maddi terakkiyi ve başarıyı hedefledik ama bu meyanda özümüzü, sözümüzü, ahlakımızı kaybettik amma velakin bunu hiçbir zaman sorun etmedik. Sorun ettiklerimiz bize hiçbir şey kazandırmadı ama sorun etmediklerimiz her şeyimizi kaybettirdi maalesef. Anlayamadık! Anlıyormuş gibi yaptık ama anlamak işimize gelmedi, zira kazanımlarımızı kaybetmeyi göze alamadık. Kendimizi kaybetmeyi göze aldıkta, kazandıklarımızı kaybetmeyi göze alamadık. Peki, bizler nasıl böyle olduk, bu hale geldik? Hiç mi sorgulamayacağız bunu? Kimse sorgulamasa da bendenizde mi sorgulamayayım? Böyle bir şey insanlığıma ihanet olmaz mı ve zül değil midir bendeniz için? Haddizatında bendeniz istenilenleri yapıyorum ama gerçekte istenilen değilde isteniyormuş gibi olan olduğu için rahatsız olunuyor bundan. Çünkü zevahirde isteniyormuş gibi yapılan şey filhakika istenmediği için ve bendenizin de bunu anlayamayacağım düşünüldüğü için velakin bendeniz de gerçekte istenilmediğini bildiğim halde isteniliyormuş gibi anlayıp muktezasını yaptığım için sıkıntı oluyor. Çünkü bendeniz münhasıran hakikatin müntesibi olan bir insanım!

Tarih: 20.07.2018 Okunma: 785

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

Özgür Deniz

11.07.2017 - 06:30

Dilipakın sözü sonsuzcasına hakikat. Diğer meseleye gelince sonsuzcasına karışık. Yorum yapılır lakin............................

Saygıdeğer Paşam kalben saygılar.

Bu arada mecburiyet sonsuz kötüdür. Hele dünya için mecbur kalınıyorsa daha kötüdür. Ki gönüllü mecburiyeti kastediyorum.

Tekrar sonsuz saygılar saygıdeğer Paşam.

Özgür Deniz

11.07.2017 - 06:30

Dilipakın sözü sonsuzcasına hakikat. Diğer meseleye gelince sonsuzcasına karışık. Yorum yapılır lakin............................

Saygıdeğer Paşam kalben saygılar.

Bu arada mecburiyet sonsuz kötüdür. Hele dünya için mecbur kalınıyorsa daha kötüdür. Ki gönüllü mecburiyeti kastediyorum.

Tekrar sonsuz saygılar saygıdeğer Paşam.