Sayın Cumhurbaşkanım! Şu dünyada, bir insana güvenmemeyi,
bir de insandan uzak durmayı öğrendim. İnsanlar niye güvenilmez olurlar ki
kahir ekseriyetle? Ne büyük bir şey kaybettiklerinin farkında değiller mi
yoksa? Bir defa kaybedilen güven bir daha kazanılır mı? Bu dünyaya sahip olmak
uğruna değer mi güven duygusunu kaybetmeye? Oysa zor da değil ama işin içine
dünya girince her şey değişiveriyor galiba. Öyle ya çok tatlı bir dünya!!! Tabi
bu durum güvensiz olmayı haklı çıkarmıyor ki, bendeniz de öylesine söylüyorum
zaten. İnsan bozulmuş, insanın ruhu bozuk maateessüf. Ve bozulan bir insandan
daha ürpertici hiçbir şey yoktur. Çünkü o artık mütemadiyen yıkar, yakar, yok
eder güzel olan ne varsa ve öyle de yapıyor zira ama ne yaptığının farkında
bile değil. Filhakika istikbalini yakıyor, yıkıyor, yok ediyor ama cahil ve ne
yaptığının idrakinde değil. İnsanın özü bozulunca, her şeyi bozulmuş. Bendeniz,
her zaman, insanlara yakın olmanın güvenle kabil olduğuna, güvenin de ancak
ruhta bulunduğuna inandım. Çünkü insanın özünde güven duygusu yoksa o öze yeni
baştan güven yüklemek muhal ender muhal. Hatta güven duygusunun kimlikle de
alakası yok, var gibi ama yok gibi. Diyorsunuz ki, bu adam şu kimliğe sahip
kesinlikle güvenilir ama bir de bakıyorsunuz derin bir nedamet kaplayıveriyor
tüm ruhunuzu. Fakat kimliğinden dolayı hiç güvenilmez dediğiniz bir adam sizi
mutlak şekilde yanlış çıkarıyor. Hülasa; güven duygusu öz de olacak özde, söz
de değil, bu sebeple de kimlikle alakalı bir şey değil. Hayat öğretiyor bunu
size, hem de çok acı bir şekilde. Tam da burada Doğu’nun Güneşi, hiç sönmeyen
ve bademada sönmeyecek ışığı büyük üstat Muhammed İkbal’in şu sözü aklıma
geliveriyor ve yüreğim daha da acıyor: ‘’Batı diyarlarını gezdim ve İslam’ı
gördüm ama Müslüman göremedim, Doğu diyarlarını gezdim Müslüman’ı gördüm ama
İslam’ı göremedim.’’ Niye böyle ki? Oysa el-Emin olan bir Peygamberin ümmetiyiz
değil mi? Düşmanlarının bile güven duyduğu bir Peygamberin, dostlarının güven
vermemesi ne kadar büyük bir acıdır değil mi? Gerçekten güvenmek çok büyük bir
değer, öyle böyle değil, kelimeler bile kifayetsiz kalır bunu izaha. Zira
bendenize göre her şeyin temeli varıp güven duygusuna dayanmaktadır. Güvenin
olmadığı bir yerde, olan ve olabilecek olan hiçbir şey yok, gerçekten yok. Her güzel
şey münhasıran dillerimizde, dillerimizde olan maalesef yok eylemlerimizde.
Zaten güvensizlikte buradan neşet ediyor. Ama güven duyamamak kadar da acı bir
şey yok. Çünkü yalnızlık yurdunun kadim misafiri olmaktan asla
kurtulamıyorsunuz, haddizatında kötü bir şey de değil bu ama çok acı bir şey.
Bu dünyada öyle çok şey öğrendim ki, edepsizlerden edebi, zevzeklerden
suskunluğu, sekterlerden müsamahayı, zalimlerden iyiliği, hainlerden emin
olmanın yüceliğini, şerefsizlerden şerefi ve daha nice kötü karakterlilerden
nice güzel şeyleri öğrendim ama elbette güven duymamayı öğrendim tüm bunlardan
sonra. Bilmiyorum ama çok yoruldum yaşadığım hayattan. Bazı şeyler güzel olsa
bile, o güzel şeylerle yaşamak bile ağır gelir oldu, yorgunluk verir oldu. Böyle
konuşunca büyük ve ağır bir acı çöküveriyor üzerime, kurşun gibi ağır geliyor
hatıralar. Böyle olmamalıydı diyorsunuz, olmaması gerekirdi ama oluyor, yapacak
hiçbir şey yok, çaresizsiniz. Ve günden güne iyice yitiriyoruz her güzel
değerimizi ve yitip gidiyorlar güzellikler. Peki, kaybettiğimiz güzellikleri
maddeyle satın alabilir miyiz? Madde için kaybetmeyi göze alıyoruz ama. Bizler
ilk evvelde güvenilir insanlar olmayı başarmalıyız, bilakis hiçbir şeyi
başaramayız yemin ediyorum. Hayatın altyapısı nedir diye sorsalar bendenize,
hiç tereddüt etmeden tek bir kelimeyi haykırırım; GÜVEN. Çünkü tüm üst yapılar,
bu altyapı üzerinde şekillenirler. Para ile güven kazanamayız ama güvenilmek ve
güvenmek ile kazanamayacağımız hiçbir şey yoktur. Güven olmadığı halde
kazanıyor görünsek bile, uzun vadede kesinlikle kaybederiz ve kaybetmeye mahkûm
oluruz. Allah’tan tek bir dileğim var; hiçbir şartta ve koşulda güvensiz biri
kılmasın bendeniz kulunu.
Sayın Cumhurbaşkanım! İnsançocukları olarak, doğumumuzdan
itibaren, görmemek, bilmemek, anlamamak, koşulsuz itaat etmek, kör bir şekilde
inanmak üzerine eğitiliyoruz. İnanmayı seviyoruz ama anlayarak inanmaktan
ödümüz kopuyor. Araştırmaktan, soruşturmaktan, şeylerin ardına bakmaktan
korkuyoruz yani gerçeklerden korkuyoruz gerçekten. Sonra da inandığımız her şey
yalan çıkınca da şok olmuş gibi yapıyoruz, oysa şok olmanın bile bir anlamı,
derinliği vardır yani şokluk halimizde bile bir basitlik gizli. Kafamız ve
ruhumuz tamamen bu düzlemde yaşamak üzerine eğitiliyor. Hülasa; yaşamamız
istenilen hayata şartlandırılıyoruz, istediğimiz hayatı yaşamak üzerine
şartlanmıyoruz. Soylu isyanlarımız bastırılıyor. Hakikati haykırmaktan bile
imtina ediyoruz ve zamanla haksızlıklar karşısında boyun eğen ve haklı olmanın
aslında hiçte iyi bir şey olmadığını düşünen zavallı şahsiyetlere dönüşüyoruz. Bu
da bizi basitleştiriyor, sıradanlaştırıyor, küçültüyor, nihayet küçük insanlara
dönüştürüyor ve bir daha da büyük insan olmak kolay kolay kabil olmuyor. Binaenaleyh,
hüznümüzü, merhametimizi, sevgimizi, güvenimizi kaybediyoruz tedricen. Hayatımızı,
sormadan, sorgulamadan ve hiçbir şeyi anlamadan yaşayıp gidiyoruz. İşte tüm
bozukluklar, kötülükler tam da burada başlıyor. Bu yüzden de zaman içinde insan
kimliğimizden inhiraf etmekten kurtulamıyoruz ve benzerlerimizin kulluğunu,
köleliğini yapıyoruz bir ömür ve zalimlerin çarklarını döndürüyoruz mütemadiyen,
mezkûr düzlemde eğitilmiş ruhlarımızla ve kafalarımızla. Ortak iyi için gayret
sarf edeceğimize, ortak kötüde kader ortaklığı ediyoruz. Hiç mi düşünmeyiz,
hüzünlenmeyiz, acı çekmeyiz, rahatsız olmayız, gerçekten anlamıyorum. Nereden
geldiğimizi, niçin geldiğimizi ve nereye gittiğimizi, nasıl gittiğimizi nasıl
olurda bir dakikalık bile olsa düşünmeyiz? Gerçekten bizler yaşadığımızı
sanıyor muyuz acaba? Bizler niçin kolayca kötü olabiliyoruz da, iyi olmak niçin
bu kadar zor geliyor bize? Hakikaten zor mu iyi olmak ve iyilikte ortaklık
yapmak? O kadar basit, saçma ve ahmakça şeylere takılıp kalıyoruz ki, tüm bu
şeyler için iyiliği, güzelliği harcamaktan hazer etmiyoruz. Bencilliğin buzlu
sularında yüzüyoruz, faşizmin karanlık sokaklarında dolaşıyoruz, kapitalizmin
kanlı ve kirli sularını içerken tiksinmiyoruz, duygusuzluğun zalim çarklarında
heder oluyoruz, küçük ve ucuz hesapların adamları oluyoruz, kibir dağının
zirvesinde dolaşıyoruz ama dillerimizden iyiliğin, güzelliğin türküsü eksik
olmuyor. Ne kadar da sahte bir hayat yaşıyoruz. Taştan, maddeden putları
zevahirde reddediyoruz da, gönlümüzü esir almış putlardan bir türlü
vazgeçemiyoruz ama ne gariptir ki böyle olunca putperest olmaktan
kurtulduğumuzu sanıyoruz. Bizlere dünyayı kazandıran putlarımızı kaybetmemek
pahasına kendimizi kaybetmeyi göze alıyoruz. Öyle ya putlarımız bizleri
doyuyorlar, giydiriyorlar, yediriyorlar, içiriyorlar öyleyse ne onlar
efendiliklerini ne de bizler hiçbir sıkıntı duymadığımız uşaklığımızı
kaybedelim ki, değil mi? Sonra da insanlıktan dem vuralım, iri sözler
söyleyelim, iyiliğin türküsünü terennüm edelim. Bizler akılla duyguyu bir türlü
mezcedemedik. Ya aklı yücelttik ve sapıttık ya da duygusallığa boğulduk ve
battık. Ama dengeyi bir türlü kuramadık, orta yolu bulamadık. Hayatta her daim
maddi terakkiyi ve başarıyı hedefledik ama bu meyanda özümüzü, sözümüzü,
ahlakımızı kaybettik amma velakin bunu hiçbir zaman sorun etmedik. Sorun
ettiklerimiz bize hiçbir şey kazandırmadı ama sorun etmediklerimiz her şeyimizi
kaybettirdi maalesef. Anlayamadık! Anlıyormuş gibi yaptık ama anlamak işimize
gelmedi, zira kazanımlarımızı kaybetmeyi göze alamadık. Kendimizi kaybetmeyi
göze aldıkta, kazandıklarımızı kaybetmeyi göze alamadık. Peki, bizler nasıl
böyle olduk, bu hale geldik? Hiç mi sorgulamayacağız bunu? Kimse sorgulamasa da
bendenizde mi sorgulamayayım? Böyle bir şey insanlığıma ihanet olmaz mı ve zül
değil midir bendeniz için? Haddizatında bendeniz istenilenleri yapıyorum ama
gerçekte istenilen değilde isteniyormuş gibi olan olduğu için rahatsız olunuyor
bundan. Çünkü zevahirde isteniyormuş gibi yapılan şey filhakika istenmediği
için ve bendenizin de bunu anlayamayacağım düşünüldüğü için velakin bendeniz de
gerçekte istenilmediğini bildiğim halde isteniliyormuş gibi anlayıp muktezasını
yaptığım için sıkıntı oluyor. Çünkü bendeniz münhasıran hakikatin müntesibi
olan bir insanım!