Sayın Cumhurbaşkanım! Hz. Ali’ye ait olduğunu düşündüğüm,
zihnimde öylece yer etmiş ve öyle anımsadığım bir söz vardır, o söz de denir
ki; ‘’bütün dünyayı verseler ve buna karşılık bir karıncanın ağzında ki daneyi
almamı isteseler, bu zulmü yapamam.’’ Yapılamaz çünkü böyle bir zulüm. İnsan
olan yapamaz. Hakkı bilen yapamaz. Adalete tapan yapamaz. Yapamaz işte, yapamaz
soylu bir vicdan. Yapamaz merhamete yuva olmuş bir vicdan. Değmez çünkü, bunu
yapmaya değmez hayat! Amma velakin soysuzsa bir vicdan, o vicdan zaten zulümle
beslenir, kanla beslenir, terle ve yaşla beslenir. Ama elbet zehir olur ona
beslendiği besinler, o zanneder ki ne güzeldir bana kan olan, can veren
besinler, bilmez çünkü ne yediğini, nasıl yediğini, niçin yediğini. Ama elbet
bildirilir ve bildirilecek ne yediği o zalime ve yedikleri bir bir kusturulacak
o zalime. And olsun ki kusturulacak o zalime! Vallahi, billahi tallahi
insançocuğu zulmeder, kader adalet eder ve zaman çok çabuk geçer. Bendeniz bu
dünyadayım ve bu dünyadan ayrılana dek ezilenlerin, hakkı çalınanların, güçsüz
düşürülenlerin, hakkını arayacak gücü olmayanların kavgasını vereceğim, buna
and içmişim. Allah’a yemin olsun ki bu davamdan vazgeçmeyeceğim. Elbet yarın
bilinmezdir! Yine Hz. Ali’nin dediği gibi; ta ki sömürülen kanlar, terler,
yaşlar ve gasp edilen emekler, sömürenlerin ve gasp edenlerin analarının
midelerine süt olarak inmiş bile olsa, o zalimlerin midelerinden çıkarıp
alacağım. Beni yolumdan döndürecek olan buyursun döndürsün, tabi yüreği
yetiyorsa buna! Son nefesimde bile adalet diye haykıracağım ve tüm kulakları
sağır edeceğim. Adaletin olmadığı yerde ne insan şerefi ne de diğer değerli
şeyler olur. Her şeyin yerli yerinde olması, durması ve yerli yerine konması
adaletle ilintilidir. Adalet şeksiz şüphesiz hayatın temelidir, velakin adalete
bağlılık kadar insanı anlamakta önemlidir, belki de adaletin kendisinden bile daha
önemlidir. Zira her şeyin temeli, insanı anlamaya merbuttur. Ta ki adaletin
bile bihakkın icrası için insanı anlamak önkoşuldur. Şeyleri bir parça bilmesem
ve ruhumun derinliklerinde hissetmesem susup oturacam ama öyle değil işte, öyle
olmadığı için böyle de olmuyor, olacak olan ne ise o oluyor ve o olacak. Bendeniz
susamıyorum, zira sustuğum zaman sanki hainlik ediyormuşum gibime geliyor. Öyleyse
bu vicdan olması gerekeni haykırmaktan asla vazgeçmeyecek, bu dil hiç
susmayacak. Böyle olunca konuşan bendeniz değil, hayat oluyor işte. Çünkü bu
dil hakiki hayatı ve hayatın hakikatlisini namusluca ve sarahaten izhar
eyliyor. Gocunan umurumda mı? Zaten haysiyet ve namus sahipleri hakikatten
gocunmazlar ki! Kendimde değilken bile, kendimi bilmezken bile adalet için
dövüyormuşum gibime geliyor. Adalet niçin önemlidir? Çünkü insan dediğimiz,
emeğinin ürünüdür ve emeğin değeri de adaletle tartılır. İnsan emek vermekten
utanmamalı ama emeğinin karşılığını almak için de gerekirse canından feda
edebilmelidir. Emek dediğimiz şey, insanı insan yapan en yüce şeydir. İnsanı
üretir, insan kılar ve insana yaşama sevinci verir. Tabi o emek adaletle tartılmışsa
ve karşılığını görmüşse! Yaşasın adalet!
Varolsun insan!
Sayın Cumhurbaşkanım! Bendeniz bu dünyaya bir diploma sahibi
olmak, birkaç kuruş kazanmak, dünya nimetleri için ciğeri beş para etmez insan
müsveddelerine ram olmak ve umarsızca dem sürmek için gelmedim. Bendeniz
hayvanda değilim, otlamaya da gelmedim. Bu yüzden de hiçbir şey umurumda değil.
İnsanca yaşarım, kavgamı veririm ve gülerek ölürüm vakti zamanı gelip
çattığında. Her yapılanın yanlarına kar kalacağını düşünenler düşünsün! Zulme uğrarsam,
bu dünyada da, öbür dünya da bir hesap günü olduğuna muhakkak inanıyorum. Hiçbir
sebep yokken ve bendeniz tek bir insançocuğuna bile zarar vermezken, bana
zulmediliyorsa, ruhum azaplara gark ediliyorsa; yaşasın intikam! Yemin ediyorum
bundan zerre imtina etmem ve merhametim o an biter. Böyle bir durumda da yine
tersini yaparsam, insanlığımı o anda sorgularım. Çünkü adaletin iki yüzü
vardır! Zira kimseye metazori zulmettirilmiyor. Etmeyeceksin! Çünkü insan olan
zulmetmez. İnsansan zulmetmeyeceksin! Zulmediyorsan, ağlamayacaksın! Bu dünyada
baki olan tek bir insançocuğu yoktur. Ve bu dünyada taş gibi kalan hiçbir şeyde
yoktur. Evet, dünyayı da bendeniz kurtarmayacağım ama insanım ve insanca
yaşamak en birincil vazifem ve bendenizi halkeden yaratıcının dünyasındayım,
kimsenin dünyasında yaşamıyorum, öyleyse kimseye boyun eğemem. Hele hele
bendeniz gibi fani birer insan olanlara asla ve kata boyun eğemem. Hiçbir kimseye
inanmak zorunda da değilim. Bazen öyle tipler çıkıyorlar ki piyasa da, ne
derlerse inanılmasını istiyorlar, hangi hadle, hakla? Oysa cehalet fışkırıyor
her yerinden, paçalarından, gözlerinden, yüzünden, kulaklarından. Neyine inanacaksın
ki? Neylerine inanılmasını isterler ki böyleleri? Hep cesarete inanmışım ve
aklımın ışığında ilerlemişim. Kendimce iyi düşünmeyi, sahici sorular sormayı,
pervasızca sorgulamayı severim. Robot değilim, kukla değilim ki, bir düğmeyle
idare edileyim. İyilerin, dürüstlerin birgün şeksiz ve şüphesiz kazanacaklarına
ve doğruluk güneşinin gölgesinde gölgeleneceklerine iman ederim. İçine doğduğum
bir vatanım var ve o vatanı tüm gerçekliğiyle yaşamak arzumdur. Zira ancak
kendisini bana yaşatan vatana vatan derim ben. O vatanın da, ancak ve ancak,
birlikle, beraberlikle, adaletle ve barışla payidar kılınacağını düşünürüm. Hovardaca
harcadığımız imkânlarımız, servetlerimiz, nesillerimiz bize güzel, mutlu ve
umutlu yarınları getirecekler o vatanda ama bilmiyoruz. Hiçbir şeyin değerini bilmiyoruz.
Vallahi, billahi, tallahi bilmiyoruz. Ta ki insanın bile! Her şeyi hovardaca
harcamaktan imtina etmiyoruz. Böyle öğrendim, bildim, inandım ve böyle
öğrenilmesini, bilinmesini inanılmasını arzularım kuşkusuz. Çünkü insan
dediğimiz varlık, öğrenerek, bilerek, inanarak ve kavga ederek kazanır,
kazanacaktır. İnsan bir yerde sorumluluğudur. Çünkü insan hürdür, öyleyse
sorumludur, sevdiği hayatın sorumluluğunu taşıyacak kadar şerefli olmalıdır. Bir
insana ve yekpare topluma karşı yapılacak en büyük kötülük, günah ve alçaklık;
insanı ve toplumu sorumsuzluğa alıştırmaktır. Korku zerkederek, sorumluluktan
kaçmalarına yol vermektir. Bir insan, sorumluluk hissettiği müddetçe insandır. Değilse,
onun hayvandan farkı yoktur. O insandır ki, kendine ve kendisinin dışındakilere
bir kötülük yapıldığı vakit susuyorsa ve hayatının sonuna kadar hep böyle
susarak yaşıyorsa, o insana nasıl insan deriz? İnsanı insan eden harcadığı emek
ve verdiği haklı kavgasıdır. Elbette durup dururken kimse kimseyle kavga
etmemeli, çünkü ahmakça kavga kardeşliğe zulümdür. Velakin kavga edilmesi
gereken yerde ve zamanda kavga etmesini de bilmeli insan, çünkü haklı
kavgasıyla şereflenir insan. Yeryüzünde kavgadan kaçan bir insan varsa, hayatı
boyunca başı önünde eğik gezmeye mahkûmdur. Güçsüzlerin kaderi yenilmek,
ezilmek, sömürülmek olmamalı ve böyle oludurulupta olana kader denmemeli, dedirtilmemeli.
Eninde sonunda, ruy-i zeminde insanın kazanacağına iman ediyorum!
Sayın Cumhurbaşkanım! Bu dünyanın tekerleği algı
operasyonlarına göre dönüyor. Ve işte bendenizin de en büyük sıkıntısı burada
ve bu sıkıntı toplumsal ilişkilerime de yansıyor. Çünkü aklımla meydan okuyorum
algı operasyonlarına karşı, aklımın yettiğince. Bu yüzden de iflah olmaz bir
yabancı olarak kalıyorum bu hayatta. Hiçbir kimsenin peşinden gidemiyorum,
çünkü hiçbir kimseye inanamıyorum. Bendeniz, beni halkedenden başka hiçbir kimseye
inanmıyorum. Herkesi sorguluyorum. Sorguladıkça her şeyi olduğundan başka
görüyorum ve sonunda gerçekten de hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı ortaya
çıkıyor. Çünkü herkes yalan söylüyor ve herkes aldatıyor burada. Şöyle ki; önce
karşıda bir yaşam yaratıyorlar, sonra o yaşama göre söylemlerimizi
değiştirmemizi sağlıyorlar, daha sonra da değiştirdiğimiz söylemelere göre bir
hayat dikte ediyorlar hiç fark ettirmeden, nihayet tüm kavramlar asli
mahiyetini kaybedip olmadığı şeye dönüştürülüyorlar ve böylece hayatın insicamı
bozuluyor, her şey şirazesinden çıkıp gidiyor, insan bozuluyor. Bilmeden
istiyoruz, istediklerimizi bilmiyoruz. Kurtuluş diye bildiğimiz yollar, bizi
esaretin en ağırına götürüyor. Ölümün karanlık kuyusu ağır ağır yutuyor her
birimizi. Git gide onursuz yaşamaya alışıyoruz ve üstüne böyle yaşamı marifet
biliyoruz. Hayatı okuyamadığımız müddetçe anlayamayacağız, anlayamadığımız
müddetçe de çözüm yolu bulamayacağız. Mesela; merak ediyorum, tüm benliğimle
merak ediyorum, sokakta çöp toplayan çocuğun bu dünya üzerinde hakkı var mı? Onun,
suratıyla konuştuklarını okuyabilir miyiz? Yoksa suratımızı dönüp gidiyor muyuz
onu görünce? Ya da öyle bir yaşam onun kaderi mi? Kaderi ise izahı nasıl
olacak? Yok, kaderi değilse ve hakkı varsa, hakkını vermeyen kim ve kim onun
hakkını alacak, kimden alacak, nasıl alacak ve nasıl iade edecek? Bu
dengesizlikleri kim ve ne yaratıyor ve sonra da bize, buna kader dedirttiriyor?
Biz bu dengesizlikleri çözmeliyiz ama zamanımızı buna hasredeceğimize, saçma
sapan şeylere hasrediyoruz ve zaman tükenip gidiyor ve bizler sahte sözlerle
avunuyoruz, bunun sonucu hayatı arabeske bağlamaya uzuyor. Nihayet garip
insanlara dönüşüyoruz. Yaşamın kalitesinden anlamayan, zamanla da her şeyin
kalitesini yitiren sefil insanlara dönüşüyoruz. Mücadele edeceğimize daha da yoksullaşmaya
doğru yönlendiriyoruz insanları. Bu meyanda birileri zengin olurken,
sermayesine sermaye eklerken, insanlara yoksullaşmayı öğretiyoruz. Bu seferde
yoksullaşan insanlara zenginliği gösteren lanet düzen, insanlara nasıl
zenginleşeceklerini öğretiyor. Yani bizim yoksullaştırdıklarımıza zenginliği
öğretiyor. Ama bizim olanı bizden çalarak, fakat kendisinin de kılmayarak yani
bozarak, parçalayarak, tüketerek ama bunu yaparken kazanarak. Bizler hep tali
meselelerle iştigal ettik, bu yüzden de ne öğrenebildik, ne bilebildik, ne de
mücadele verebildik. Ne biçim bir hayattır ki ve bu hayatı yönlendiren ne biçim
bir düzendir ki, küçücük suçlar asırlık zindanlara uzanıyor da, büyük suçlara
zindan yolu görünmüyor hatta zindan yolunu gösterenlere hayat zindan ediliyor.
Nasıl bir dengesizliktir bu? Küçük suçlular, büyük suçlar işleyemedikleri için
mi suçlu olmaktadırlar? Büyük suç işleyenlere dokunulamadığı için mi
suçsuzdurlar onlar? Ve bendeniz de suçluyum öyle mi, hakikati haykırdığım için?
Ne yani göz mü kapamalıyım, büyük suçlar işleyen kravatlıların kurtulduklarını
ama küçük suçlar işleyen kravatsızların ağa takılıp kaldıklarını itiraf ettiğim
için? Büyük vurgunlar vuramadığım ama hakikati söylediğim için mi suçluyum ben?
Adalet istiyorum! Öyleyse evet bendeniz de suçluyum, çünkü küçükten de küçük
bir suç işliyorum ve işin garibi hayatım boyunca bu suçu işlemeye azmetmişim. Öylece
susup oturayım mı? Düşünmeyeyim, sormayayım, sorgulamayayım mı? Razı mı geleyim
bana dayatılan lanet düzene? Kimin düzeni bu, kim kurdu, işleten kim merak
etmeyeyim mi? Bu düzene meydan okumak, insana meydan okumak mıdır ki, bendeniz
karşı çıkınca düşman olayım? Hayır, hayır, asla böyle değil, böyle olamaz, bunu
kabul edemem. Ne bu düzene boyun eğerim, ne bu düzenin dayattıklarını
benliğimde eritirim. Ya ben ölürüm ya bu düzeni öldürürüm. Başka bir seçenek
yok ve olamaz. Tüm insanlık böyle düşünmeli ve bir çare bulmalı ama çarenin de
kendisinde olduğunu bilmeli!