AÇIK MEKTUP...27...

Özgür DENİZ - 30.08.2018

Sayın Cumhurbaşkanım! İnsan günahkârdır ve bu durum fıtri olarak tabiidir. Zira insan, günaha meyyal halkedilmiştir. Çünkü ancak o zamandır ki acziyetinin idrakine varacaktır. Zira acziyeti onu günaha yönlendirecek, sonra günahından nedamet duyacak ve nihayet af umarak tövbe edecektir. Yapayalnızken, tüm benliğinde duyumsayarak, derunun de hissederek ve münhasıran kendi kendisinin farkında olarak kendi haykırışlarıyla kendine karşı tövbe edecektir. Tövbeyi ettiği an ise küçüklüğünü, zayıflığını, acizliğini kabul etmiş olacaktır. Fakat insanın farkında olarak ve bilinç temelinde günah işlemesi bu durumdan çok ayrı bir şeydir. Misal; hiçbir neden yokken, münhasıran aşağılık ve sefil hırsları yüzünden, kuvvetine, şöhretine, servetine istinat ederek, bir insanın ağzından lokmasını, sırtından hırkasını, yuvasından huzurunu, yüzünden tebessümünü çalmak, farkında ve bilincinde olarak günah işlemektir. Münhasıran dünyevi hırslara mülaki olmak için çok bilinçli ve planlı olarak işlenmektedir bu tür günahlar. İşte o günahın ateşi yakacaktır insan denilen yaratığı. İşte o günahın ateşi bir yerde intikam ateşidir. Öyleyse insan öyle temiz olacak ki, ateş onu yakamayacaktır, onda yakacak hiçbir şey bulamayacaktır. Böylece insan ateşten kurtulacaktır. Bu ise tamamen insanın kendi elindedir. Şerefli bir insan olabilmesiyle alakalıdır. Bilakis, ateş, insanın peşini asla bırakmayacaktır. Ama insan maalesef günaha meyyal halkedilişini bahane ederek öyle günahlar işlemektedir ki, ateş, onu, bir odun parçasını yaktığı gibi yakmaktadır ve yakacaktır. Çünkü işlediği günahları işlemeyebileceği halde işlemektedir yani farkında ve bilincinde olarak işlemektedir, ne yaptığını ve niçin yaptığını bilerek yapmaktadır yaptığı şeyi. Zira sonunda dünya nimetlerine kavuşmak gibi bir emelin peşinden koşmaktadır. Kirli emellerine kavuşmak arzusu, günahları sevap gibi göstermektedir gözüne.  Böylece gözler körleşmekte, akıllar durmakta, hisler boğulmakta ve insan tuğyana sapmaktadır, masiyetlerin bataklığında debelenmektedir. Sonra da ateşin nasıl olupta kendisini yakıp küle çevirdiğini sorgulamaya tevessül etmektedir. İnsançocukları ruhlarına ihanet etmektedirler ve bedenlerine tapmaktadırlar. Bedenle ilgili her şey hakkında bilgi sahibi oldukları halde, ruhla ilgili şeyler hakkında hiçbir şey bilmemektedirler. Hazzın, hızın, hırsın ne olduğunu bilmektedirler amma velakin ne kederi bilmektedirler ne de sevinci, dünya denilen leş dolu nehirde bir çöp gibi sürüklenip gitmektedirler. Zaten kederi ve sevinci bilen insançocuğunun gözünde, kalbinde ve aklında dünya bir hiç mesabesindedir, küçücüktür ve sahiplenmeye değmeyecek kadar ucuzdur ve öyle değilse bile, eninde sonunda öyle olacaktır. Velakin dünyayı gözlerimizde, kalplerimizde, akıllarımızda öyle büyütüyoruz ki, o dünya namına dini bile küçültüyor, ucuzlaştırıyor, hiçleştiriyoruz. Farkında ve bilincinde olarak ama sanki farkında ve bilincinde değilmişiz gibi durarak masiyetlerin bataklığına saplanıp kalıyoruz. Böyle bir dünyayı sahiplenme adına dini bile tahrif ve tahrip ederek afyon gibi kullanmaktan imtina etmiyoruz. Sonra da tutuyoruz, din budur diyoruz. Ürettiğimiz dini, insanların ürettiklerine el koymak adına kullanıyoruz hoyratça, insafsızca, hayâsızca. İnsançocuğu ya farkında ve bilincinde olarak günah işlemekten geri duracak ya da günahlarının bedelini öderken nedamet duymayacak ve hesabını sürünmeden, ağlamadan, vermesini bilecektir. İşlediğimiz günahların hesabını veremeyeceksek o zaman niçin günah işliyoruz, madem günah işliyoruz o zaman hesabını vermekten niçin korkuyoruz? İnsan, gerçekten insan mıdır? Cevap veremiyorum. Ama bir şey biliyorum ki; insan şerefli kılınmıştı!

 

Sayın cumhurbaşkanım! Bir iddiadır ki, öyle sarih, öyle beliğ, öyle kati ve keskin hüccetlerle ortaya konmalıdır ki, ikna edici olsun, inandırsın yani muhatabı ıskat etsin. Gizli hiçbir şey kalmasın. Her şey güneş gibi ayan olsun ve inkârı imkânsız kılsın. Zaten bir şeydir ki, bir yönüyle gizli kalıyorsa, sarahaten ve tafsilatlı olarak izah edilemiyorsa ve tüm incelikleriyle tartışılamıyorsa, üzerinde konuşulması bile tehlikeli addediliyorsa onda derin şüpheler gizlidir ve o şeylerin ikna edici olması muhal ender muhaldir. Şüphe duyulmadan, soru sorulmadan ve sorgulama yapılmadan inanılması istenilen her şeyden korkarım. Zira orada büyük günahlara yol verilmektedir, zulme kapı aralanmaktadır, sessiz acılar çekilmektedir, çaresiz çırpınışlar ve çığlıklar duyumsanmaktadır. Yani orada varolmak adına yok edişler gerçekleşmektedir. Bilakis, şahsım adına konuşursam, hiçbir insanın vebalini üzerime alamam. Çünkü bendeniz kolay inanamam ve kolayca inanmak zorunda da değilim. Bendeniz şüphe manyağıyım ve hakikate bugüne kadar hep bu yoldan eriştim. Bu yüzden, şüpheyi, tabir caizse mukaddes görürüm. Şu niye böyledir diye sorduğumda, bu şey işte bu sebeple böyledir denebilmelidir ve verilen cevap tek bir soruya bile yer bırakmamalıdır. Zira soruya yer bırakan bir cevap, artık kaynağa inancı tamamen imkânsızlaştırır. Cevaba karşı soru sormak tahayyül ve tasavvur dahi edilememelidir. Çünkü soru bir kez soruldu mu, verilecek tüm cevaplar şüpheden kurtulamayacaktır. Bilinmelidir ki, bir davanın tanığı yoksa o davanın utançla bitmesi mukadderdir. Soruya yer bırakan bir şeye asla inanmam, inanıpta üstüme vebal alamam. Ki, böyle yapmam, filhakika aklıma ihanet olur. Zira vebal öyle bir şeydir ki, insanın belini büker, boynunu eğer, gövdesini çökertir. Ki, biz insançocukları neyin ne olduğunu, nasıl olduğunu, niçin olduğunu sarahaten ve tafsilatlı olarak en dip derinliklerine dek biliyor muyuz ki, hemen inanalım, itham edelim ve vebal altına girelim? Kim samimidir, kim riyakârdır nereden bilelim? Kim zekidir, kim kurnazlık peşindedir nasıl anlayalım? Kim dürüsttür, kim namussuzdur hangi yöntemle tefrik edelim? Öyleyse niçin inanalım? Hayır, bendeniz bu inanmak zorunluluğunu hiçbir zaman anlayamadım ve elan da anlayabilmiş değilim. Yani, bendeniz gibi aciz bir insanın dediklerine niye inanmak zorundayım ki? Birisi tek bir sebep gösterebilir mi buna matuf olarak? Ha kuşkusuz inanırım, illa inanmamaya matuf konumlamam kendimi ama yukarıda bahsettiğim yöntemler istikametinde inanırım ve o şekilde inanmak inancımı kavileştirir, kökleştirir. Hemen inanmak kadar, inanmamakta her daim inat etmekte ahmaklığa delalettir. İkisi de alıklığın ve bönlüğün meyvesidir. Aklım varsa, ne hemen inanırım ne de hiçbir zaman inanmamazlık etmem. İkisi de insani bir yöntem değildir. Aklın ışığı her zaman aydınlığa eriştirir. Yeter ki, o ışığa, inancın kuvveti eşlik etsin. Binaenaleyh, insançocuklarının insanlık derecelerini ve akıllarının varlığını, inanma yöntemleri açık eder diye düşünürüm naçizane. Hakikate kolay inanmayan bir insan, bir insana kolayca inanıyorsa, o insanın aklından şüphe ederim. Hakikate istinat etmeyen ve sorularıma cevap bulamayan hiçbir şeye inanmam nihayetinde. Bu sebeple de aklım her zaman özgürdür ve özgür akıllara her zaman hayranımdır.

Tarih: 30.08.2018 Okunma: 810

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

Özgür Deniz

16.08.2017 - 16:47

Bol kitap okumak ciddi önlem imiş saygıdeğer Paşam. Bilimsel bir öneri. Bir yerden okumuştum. Allah korusun. Amin. En derin ve kalbi saygılarımla.

İsmail Hakkı Cengiz

17.08.2017 - 09:50

Çok doğru. 27'nci madde olarak da bol kitap okumak eklenmeli...

Özgür Deniz

16.08.2017 - 16:47

Bol kitap okumak ciddi önlem imiş saygıdeğer Paşam. Bilimsel bir öneri. Bir yerden okumuştum. Allah korusun. Amin. En derin ve kalbi saygılarımla.

İsmail Hakkı Cengiz

17.08.2017 - 09:50

Çok doğru. 27'nci madde olarak da bol kitap okumak eklenmeli...