AÇIK MEKTUP...29...

Özgür DENİZ - 03.09.2018

Sayın Cumhurbaşkanım! İnsançocuğu konuştuğu zaman rahatlar ve kendisinin farkına varır, özgüven sahibi olur, hayata ve haksızlığa karşı cesaret kazanır. Yoksa düşünceleri ve duyguları ölür, varlığını hissedemez, cesaretini ve özgüvenini kaybeder ve varlığında yokluğunu yaşar. Üstelik böyle bir kişiliğe sahip insançocukları, toplumları için de sorun teşkil ederler. Konuşamayan insan ve toplum hiçbir ilerleme kaydedemez ve zavallılaşır. Tarihin dönüşümüne katkı sunamaz, tarihin akış yönünü değiştiremez, insanlık için hiçbir şey üretemez, her daim edilgen kalmaya ve süngerleşmeye mahkûm olur, hiçbir zaman etkin ve katalizör olamaz. Kendi haklı kavgasını bile veremez hale gelir. Bizim ise, edilgen değil etken, sünger değil katalizör, korkak değil cesur, silik değil görünür, çizilen kaderlerin değil kuklası değil kendi kaderini çizen, başka davaların değil kendi davasının adamı olabilecek bireylere ihtiyacımız vardır. Akıntıda sürüklenecek değil, akıntıya barikat olup akıntının yönünü değiştirebilecek bireylere ihtiyacımız vardır. Çünkü aydınlık, ilerleme, direniş ve diriliş, kurtuluş bu tür bireylerin avuçlarındadır. Bizler konuşmaktan korkan ve susan nesiller yetiştirdik tarih boyunca. Her dönemde bir taraf susturuldu. Binaenaleyh, toplum ve insançocukları konuşturulmalıdırlar. Zira zihinsel üretim sonsuz önemlidir. Konuşan insan sonsuz önemlidir. Fikirden mahrum ya da tek fikre mahkûm bir insan ve bir toplum her zaman geri kalmaya ve küresel emperyalizmin dişlileri arasında ezilmeye mahkûmdur, müstahaktır. Farklılık her zaman zenginliktir ve çözüm, farklılığın meyvesidir. Emperyalizmin gizli egemenliği altında olan her yerde çark böyle döndü ve badema da böyle dönecektir ama bu çark tersine döndürülmelidir. Bizim gönül coğrafyalarımız her daim bu hazin mukadderatın mahkûmu oldu. Bu bizim acı hikâyemizdir. Bizler nesillerimizi, zorunlu eğitim zırvalığıyla, cemaatçiliğin dar kalıplarıyla, particiliğin menfaat odaklı kirli hesaplarıyla mahvettik, kaybettik maalesef. Ne cemaatçilikle, ne particilikle, ne de zorunlu eğitimle, ne de sair yollarla kaliteli bir nesil var edebildik. Nesillerimizi göz göre göre öldürdük. Evet, evet, resmen diri diri toprağa gömdük nesillerimizi her devirde. Bu sonuç, ilk başta saydığımız sebepler yüzünden meydana geldi hep. Çünkü bizler kendi ayakları üzerinde değil, illa başkaları tarafından ayakta tutulmaya muhtaç nesiller yetiştirdik. Kendi fikri olmayan, hep başka fikirlerle varolmayan çalışan, hakkını kendi arayamayan, her daim başkalarının gölgesinde hak arayabileceğini düşünen nesiller yetiştirdik. Nihayet geldiğimiz yer belli. Ve kendi ellerimizle yetiştirdiğimiz nesillerimizi de harcamaktan imtina etmedik. Bugün çektiğimiz sancıların arka planında kendi ellerimizle işlediklerimiz günahlarımız vardır. Suçu kimse de aramayalım, kendimiz de arayalım. Bizim düşman aramamıza, düşmanın bizden korkmasına gerek var mı? Aynaya baksak zaten her şey ayan beyan ortadadır. Biz, biz olalım kâfidir. Ci’lerle, Cilikler’le, İzm’lerle ve her türlü yalanlarla ömrümüzü, neslimizi adeta zehirledik. Artık kafamızı iki elimizin arasına alıp, sonra elimizi vicdanımıza koyup silkinmemiz ve kendimize gelmemiz icap etmektedir, hem de isticalen. Yoksa mukadderatımız malumdur.

 

Sayın Cumhurbaşkanım! Kimin ne düşüneceği umurumda olmadan yazıyorum. Hem de tüm insanlık ailesinin tek bir bireyinin bile ne düşüneceğini, ne diyeceğini zerre umursamadan yazıyorum. Zira bendeniz sadece ama sadece Allah’a itaat ediyorum ve bu itaatim, kayıtsız şartsız, hesapsız umarsız hakikati haykırmama ve insan onuruna layık yaşamama kâfi sebeptir. Bilakis, dini ilga edeceğiz, kaç kişi varlarsa vazifesi hakkı haykırmak olan namuslu din adamlarını susturacağız, camilerde imamları konuşturmayacağız. Din, bendenize hakikati haykırmamı emrettikçe; kaç kişi olduğunu bilmediğim namuslu din adamları, hakikati haykırmayı tavsiye ettikçe; camilerde hakkı konuşmakta cesur olan imamlar, söylediğiniz her şey hakikat olsun, çünkü sizin itaatiniz sadece Allah’adır ve Allah hakikati söylemenizi buyurur diye vaaz etikçe, bendeniz de hakikati haykırmaktan asla gocunmayacağım, insanlık onurumu zedelemeyeceğim. Hakkı haykırdığım için bendenizi tecziye edecek namussuz biri varsa buyursun. Bendenizin inandığım Allah öyle bir Allah’tır ki, bir insanın hakkına el uzatacağımda, bir insanın özlemlerini, düşlerini ve yaşama sevincini zehirleyeceğimde, bir insanın kutsal rüyalarını kirleteceğimde, bir insanın canlı bakışlarını öldüreceğimde, bir insanın yoksul sofrasına acı ekeceğimde, bir insanın aydınlık dünyasını karartacağımda, bir insana iftira atacağımda, hiçbir tahkikat yapmaya gerek duymayıp bir insanın suçsuz yere acılardan acılara sürgün olmasına sebep olacağımda, bir insana ihanet edeceğimde, bir insanın bir ömürlük birikimini merhamet etmeden hiç edeceğimde, bir insanı küçük göreceğimde, inandığım Allah’tan korkum, ayak tırnağımdan saç telime kadar bendenizi zangır zangır titretir, bu yüzden de bile bile, isteye isteye kötülük yapmaktan çok korkarım. Hatta bilmeden kötülük yapabilirim endişesiyle attığım adıma o kadar dikkat ederim ki, neredeyse bu sebeple adeta cehennemi yaşarım her günümde. Ben böyle bir Allah’a inanıyorum. Bu yüzden de herkesin inandığını söylediği ama herkese de istediği gibi yaşama hürriyeti veren Allah’a inanmıyorum. Yani bendeniz kalbime hükmeden Allah’a inanıyorum. Menfaatlerime göre hareket etmemi tensip ve tasvip eden Allah’a değil. Daha açıkçası bu toplumun inandığını iddia ettiği Allah’a inanmıyorum. Böylelikle sair benzerlerimle ayrışıyorum. Böyle söyleyince kızıyorlar. Ama hakikati söyleyince da bir dansöz gibi kıvırtıyorlar. Hem Allah’a inanıyorum diyeceğim hem de yukarıda söylediğim kötülükleri umarsızca yapacağım. Böyle bir dünya yok. Böyle bir hayat yok. Çendan bendenizin inandığım Allah, böyle bir Allah değil. Benim Allah’ım öyle bir Allah ki, hem kalbime hükmeder hem de eylemlerime yön verir. Bendeniz sahtekârca inanmayı, inanıyormuş gibi yapmayı ama namussuzca yaşamayı kalbime, beynime ve vicdanıma onaylatamıyorum. Böyle yaşamaktan hayâ ediyorum. Hem Allah’a inandığını söyleyip hem de zerre gocunmadan, utanmadan dilediği gibi kötülük yapanlardan da tiksiniyorum, iğreniyorum. Münhasıran bunlar yüzünden handiyse hakikate bile düşman olacağım. Geçelim! Yazıma bir hikâyecik ile nokta koymak istiyorum. İnsançocuğu için ölümsüz ders olacak mahiyette bir hikâyecik. ‘’Harun Reşid’in oğlu Me’mun henüz çocuktur ve hocasından hiçbir sebep yokken sopa yemiştir. Hocasına; hiçbir sebep yokken, kendisine niye vurduğunu sormuştur. Hocasının cevabı, sadece; ‘sus’ olmuştur. Biraz sohbetten sonra yine sormuştur ama aynı cevabı almıştır; ‘sus’. Aradan 20 yıl geçmiştir ve Me’mun büyüyüp halife olmuştur. İlk işi de hocasına davet göndermek olmuştur. Hocası yanına gelince de dayanamayıp 20 yıl önce ki olayı açmış ve hocasına; kendisine niye vurduğunu sormuştur. Hocası tebessüm ederek; demek hala unutmadın ha demiştir. Me’mun da vallahi unutamadım demiştir. Hocası ise tarihe not olarak düşülecek bir cevap vermiştir. Zulme uğrayanın asla unutmayacağını öğrenesin ve tek bir kimseye bile zulmetmeyesin diye seni hep susturdum diyerek cevap vermiştir. Artık halifesin, sakın ola ki kimseye zulmetmeyesin. Çünkü zulüm, asırlar geçse de kalpten sökülüp atılamayan bir ateştir.’’

 

Sayın Cumhurbaşkanım! Bu dünyada öğrenilecek o kadar çok bilgi, ortaya konulacak o kadar çok kutsal eylem, verilecek o kadar çok haklı kavga var ki, haddinden fazla uykuyu sanki haram addedecek hale geliyorum bazen. Mütemadiyen hayatı düşünüyorum, insanlık âlemini tefekkür ediyorum, yerleri ve gökleri temaşa ediyorum, canlı ve cansız âlemi doğal gözleme tabi tutuyorum. O kadar hayret edilecek şey görüyorum ki, bazen ürperiyorum, bazen korkuyorum, bazen de utanıyorum, hatta bazen de kuşkularla lebalep oluyorum ve her şeyi reddedecek hale geliyorum. Yaşamlara bakıyorum yüreğim sızlıyor. Bazen öyle yoksul yaşamlar görüyorum ki, kahrediyorum; bazen öyle umarsız, haz ve zevk dolu yaşamlar görüyorum ki, tiksiniyorum. Niye geldik ki buraya ve nereye gideceğiz ki diye sorguluyorum. Dillerimizle ayrı bir türkü, hayatlarımızla apayrı bir türkü terennüm ediyoruz. Dillerimizden geçmişte çekilen acıları düşürmüyoruz ama o acıları yaşamaya da yanaşmıyoruz. Peygamberin hayatını anlatıyoruz mütemadiyen ama o hayata benzeyen bir hayat yaşamayı dillerimizle olmasa da eylemlerimizle reddediyoruz. Peygamberin adaletinden bahsediyoruz, adaletten bahsedince de bitmeyen ama’larla konuşuyoruz. Kur’an ahlakından bahsediyoruz, ahlaktan bahsedince de ama’larımız bir türlü bitmek bilmiyor. Çıkarlarımız zedelenmesin, konforumuz bozulmasın, kazandıklarımız kaybolmasın diye hakikati itiraf etmekten kaçıyoruz hayâsızca. Sonra da öyle ahkâm kesiyoruz ki, dünyanın en haysiyetli tek adamı biziz sanki. Hakikati bildiğimiz halde eyleme dönüştürmüyoruz. Bilmiyorsak öğrenmek için tek bir adım bile atmıyoruz. Haykıranı düşman belliyoruz. Merhametimiz, şefkatimiz, sevgimiz ölmüş hatta toprağa gömülmüş. Böyle yaşamayı da öyle kanıksamışız ki, beyin duracak gibi, kalp yerinden fırlayacak gibi oluyor şoke olmaktan. Konuşuyoruz, konuşuyoruz, konuşuyoruz, biteviye konuşuyoruz. Sanki hakikat münhasıran konuşulmak için var. Konuştuğumuzun da aslı astarı yok. Münhasıran konuşmuş olmak ve günü kurtarmak için konuşuyoruz. Ya da aldatmak ve çıkarlarımıza kavuşmak için konuşuyoruz. Zira konuşmamızla mütenasip tek bir eylemimiz bile yok. Çözüm yolu aşikâr ama görecek gözümüz, algılayacak zekâmız yok. Söylendiğinde de dinleyen yok. Dinleyen olsa da eyleyen yok. Mazlum yürekleri yangın yerine çevirmeye değmeyecek bir dünyada yaşadığımızın farkında ve idrakinde bile değiliz. Çektirdiğimiz acılar karşısında nasıl acılar çekebileceğimizi hiç düşünmüyoruz. Yarını düşünmeden yaşıyoruz. Misal; nesillerimizi nasıl eğitebileceğimiz, hangi yöntem ve metotları uygulayacağımız o kadar aşikâr ve bariz ki, göremememize vallahi, billahi, tallahi hayret ediyorum. Öyle sığ, basit düşünüyoruz ki, hiç olmayacak şeyler yapıyoruz. Saçma sapan yöntemler ve metotlar peşinde koşuyoruz. Oysa onların bizi bir adım bile ilerletmediğini anlayamıyoruz ya da anlıyoruz da, çıkarımızı ve yerimizi korumak adına âlemin delisi ben miyim diye geri duruyoruz. Ki, neyi görebiliyoruz ki, bunu görebileceğiz? Neyi anlayabildik ki, bunu anlayabilelim? Öyle bulanık bir dünyada yaşıyoruz ki, yalanlarla öyle zehirlenmişiz ki, ne yaptığımızı, ne yapacağımızı, niçin yaptığımızı, nasıl yapacağımızı asla bilmiyoruz ama öğrenmekte istemiyoruz. Sonra da felah ve necat bekliyoruz, insanlık onurundan dem vuruyoruz! Yazık!

Tarih: 03.09.2018 Okunma: 796

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

İsmail Hakkı Cengiz

18.08.2017 - 08:07

Samimiyeti harikulade anlatmışsınız. Ne kadar zor samimi olabilmek? Ne kadar az samimi insan? Çocuklar geldi aklıma, 3-4 yaşındaki çocuklar... Samimiyeti onlardan öğrenmeliyiz. Yüreğine sağlık. Selâmlar...

Özgür Deniz

18.08.2017 - 08:27

Allah sonsuz razı olsun saygıdeğer Paşam. Din samimiyettir der Hz. Muhammed. Evet hem çok zor hem çok kolay. Ve ne kadar az samimi olan. Çünkü samimiyet kazandırmıyor saygıdeğer Paşam. İnsan görünümlü yaratıklar ise kazanmak kazanmak hep kazanmak istiyor. Bu yüzden de sahtecilik bataklığında kıvranıyor. Hakikatte dini namusluca yaşamakta kazandırmaz dünya bağlamında ve o yüzden de sahte din üretilmiş buradan da dincilik doğmuş. Dinciliğin nasıl kazandırdığı malum. Tıpkı Atatürk ve vatan üzerinden edebiyat yaparak kazanıldığı gibi. Maalesef insanlar kahir ekseriyetle sahtekar. Ve samimi olanlar acımazca cezalandırılıyorlar. Çocuklar gibi olabilmek; keşke saygıdeğer Paşam. Sizlerin de yüreklerinize gözlerinize ellerinize sağlık. Rabbim iki cihanınızı cennet eylesin. Rabbim sağlık afiyet huzur versin. Namerde muhtaç eylemesin. Samimiyetsiz yaratıkların şerrinden muhafaza eylesin. Amin. En derin ve kalbi saygılarımla. Kalem tutan temiz ellerinizden hürmetle öpüyorum saygıdeğer Paşam, kıymetli ağabey.

İsmail Hakkı Cengiz

18.08.2017 - 08:07

Samimiyeti harikulade anlatmışsınız. Ne kadar zor samimi olabilmek? Ne kadar az samimi insan? Çocuklar geldi aklıma, 3-4 yaşındaki çocuklar... Samimiyeti onlardan öğrenmeliyiz. Yüreğine sağlık. Selâmlar...

Özgür Deniz

18.08.2017 - 08:27

Allah sonsuz razı olsun saygıdeğer Paşam. Din samimiyettir der Hz. Muhammed. Evet hem çok zor hem çok kolay. Ve ne kadar az samimi olan. Çünkü samimiyet kazandırmıyor saygıdeğer Paşam. İnsan görünümlü yaratıklar ise kazanmak kazanmak hep kazanmak istiyor. Bu yüzden de sahtecilik bataklığında kıvranıyor. Hakikatte dini namusluca yaşamakta kazandırmaz dünya bağlamında ve o yüzden de sahte din üretilmiş buradan da dincilik doğmuş. Dinciliğin nasıl kazandırdığı malum. Tıpkı Atatürk ve vatan üzerinden edebiyat yaparak kazanıldığı gibi. Maalesef insanlar kahir ekseriyetle sahtekar. Ve samimi olanlar acımazca cezalandırılıyorlar. Çocuklar gibi olabilmek; keşke saygıdeğer Paşam. Sizlerin de yüreklerinize gözlerinize ellerinize sağlık. Rabbim iki cihanınızı cennet eylesin. Rabbim sağlık afiyet huzur versin. Namerde muhtaç eylemesin. Samimiyetsiz yaratıkların şerrinden muhafaza eylesin. Amin. En derin ve kalbi saygılarımla. Kalem tutan temiz ellerinizden hürmetle öpüyorum saygıdeğer Paşam, kıymetli ağabey.