AÇIK MEKTUP...32...

Özgür DENİZ - 06.09.2018

Sayın Cumhurbaşkanım! İlk evvelde ifade edeyim ki; bendenizin kafam basmıyor olabilir, yanlışta düşünüyor olabilirim, isabetli tahliller de yapmıyor ve sağlıklı önerilerde bulunmuyor da olabilirim. Bu son derece tabiidir. Zira insanım ve mutlak bilgiye malik değilim. Münhasıran kendi çapımda fikirler serdediyorum ve basit çıkarımlarda bulunuyorum.  Her şeyi biliyorum, her dediğim doğrudur, tüm çıkarımlarım isabetlidir diye bir iddia öne sürmüyorum. Zaten böyle bir şey ahmaklıktır. Velakin gerçekten şaşırmadığım şeylerde yok değil. Ki, düşüncelerimi ifade ederken de sonsuzcasına samimi, ciddi ve doğal konuşuyorum. Çünkü yapaylığı, yapmacık olmayı, riyakârlığı sevmiyorum. Binaenaleyh, bendeniz naçizane kesin inancımı söyleyeyim, söylemek istemiyorum ama illa söylettiriliyor. Gerçekten, kesinlikle ve kesinlikle söylemek istemiyorum ama dayanamıyorum. Bu ülkede eğitim sorununun samimi ve ciddi olarak çözülmek istendiğine kesinlikle inanmıyorum. Zira çözülmek istense ve samimiyetle, ciddiyetle çözmek iradesi gösterilse, bu ülkede değil eğitim sorunu hiçbir sorun kalmaz. Ama ya çözülmek istenmiyor ya da birilerinden çekiniliyor hatta korkuluyor veyahut işimize böyle geliyor. Zira gerçekten yapılması çözüm için önkoşul olan şeyler yapılmazken; yapılmasının hiçbir anlamı, faydası, katkısı olmayan hatta zararı olan şeyler yapılıyor. Bunu da gerçekten bir şeyler yapılmak isteniyormuş gibi gösteriyorlar ve halkta böyle algılıyor. Oysa tamamen kendimizi kandırmaktan başka bir şey değil yaptıklarımız. Bendeniz şunu merak ediyorum; bizim hedefimiz nedir? Yani bir hedefimiz var mıdır, durduğumuz yeri biliyor muyuz, gideceğimiz yer hakkında bilgi sahibi miyiz? Hayır, eğitim nedir gerçekten? Eğitim niye yapılır, nasıl yapılır ve yapılmalıdır, kim için yapılır? Eğitimin öznesi kimlerdir? Bir insanın neye ihtiyacı vardır? Tarihin ilk çağlarından yaşadığımız çağa dek düşünelim bakalım, insan tarih boyunca neye ihtiyaç duymuştur? Bilgiye ve değere ve bu ikisini mezcederek bir eylem yani iş üretmeye değil mi? Yani bir insanın bilgiye kesinkes ihtiyacı var değil mi? Yaşadığımız çağ bağlamında düşündüğümüzde, varlığı anlama çabası içine girdiğimizde, böyle bir sonuca ulaşıyoruz. Keza bir insanın kesinkes ahlaka yani yaşamında kendisine yön gösterecek değerlere ihtiyacı var değil mi? Yine aynı şekilde, yaşadığımız çağ bağlamında düşündüğümüzde, varlığı anlama çabası içine girdiğimizde, böyle bir sonuca ulaşıyoruz. Hülasa; bir insanın kafasına bilgi koyulmalıdır, en kısa, kolay ve ucuz yoldan. Keza bir insanın kalbine ahlak nakşolunmalıdır ve yine aynı şekilde, en kısa, kolay ve ucuz yoldan. Hakeza; ikisinin birleşimi sunucunda sahici eylemler ortaya konmalıdır değil mi? Zaten bilgi ve ahlak yoksa hangi eylemi ortaya koyabiliriz? Hepte demez miyiz, insanlığın sorunu cehalet ve ahlaksızlık diye? Yani filhakika bunlar çok basit şeyler ve çok basit şekilde zerkedilebilir insan denilen canlı varlığa. Misal; bir Matematikçiyi düşünelim. Bırakalım Matematiğin bilgisini koysun çocuğun kafasına, en ince detayına dek ve kalbine de insanlık değerlerinden nokta misali bir değer koydu mu tamamdır. Münhasıran matematiği vermekle iştigal etsin, tüm zamanını buna hasretsin, tek işi bu olsun. Gerçekten böyle değil midir? Yani bir çocuk sınava girdiği zaman, kafasında ki bilgiyle soruları çözmekte değil midir? Ama biz, hayır Matematikçi şu, şu, şu malayani işlerle iştigal etsin diyoruz yaptıklarımızla ve Matematikçiyi gömüyoruz saçma sapan işlerin içine, haydi Matematiği versin de görelim. Sonra da hey Matematikçi, bu çocuk niye Matematik bilmiyor oluyor. Gerçekten, vallahi, billahi, tallahi acayip varlıklarız. Bizler galiba öğretmenlerin hiçbir iş yapmadıklarını ya da çok az çalıştıklarını düşünüyoruz da, onların yapmaları gerekenleri bırakmalarını ve abesle iştigal etmelerini istiyoruz. Zira böyle yapmanın başka bir izahı muhal ender muhaldir. Bir icat çıkarıyoruz, öğretmeni çocukla kucaklaştıracağımıza, atıyoruz bilgisayarın kucağına ve öğretmen didinsin dursun saçma sapan şeyleri yapacağım diye. Ya birisi çıksın da, Allah, Muhammed, Kur’an ve İnsanlık aşkına, şu abuk sabuk icatların eğitime şu faydası oldu, öğretmeni uçurdu, öğrenciyi mucit yaptı, ülkeyi uzay çağına ulaştırdı desin lütfen, nolur. Ne mümkün! Öğretmenle öğrenciyi bir türlü buluşturmuyoruz ve kendi hallerine bırakmıyoruz ama hesap sormaktan da utanmıyoruz. Biz kulağını tersten tutmaya çalışanlar gibiyiz. Ya da bir yolu 10 dakikada gidebilme imkânı varken, bu apaçıkken, akıl işi iken, böyle bir yolu 100 dakika da gitmek niyedir? Gerçekten bunu merak ediyorum. Biz, öğrenci ile öğretmeni birbirinden ne kadar uzak tutabiliriz diye gayret ediyoruz ama sanki yakınlaştırmak istiyormuşuz gibi davranıyoruz, sonuçta öğrenci bir başarı kaydedemedimi de, niye böyle oldu, nasıl böyle olur diye başlıyoruz bağırmaya ve en kolay yolu seçiyoruz; öğretmeni suçluyoruz. Bunu da gerçekten yapıyoruz ha, o kadar samimiyiz ki yaparken, resmen şoke olmamak elde değil. Çocuklar ahlaksız yetişirler, suçlu yine öğretmen. Yav kardeşim ne zaman öğrenci ile öğretmeni buluşturduk ki de, hemen öğretmeni suçluyoruz? Allah, Muhammed, Kur’an ve İnsanlık aşkına, öğretmenin üzerinden boş yükleri, saçma sapan işleri, prosedür gereği uygulanan abuk sabuk şeyleri ne zaman aldık, öğretmeni ne vakit münhasıran eğitime bıraktık ve öğrenci ile buluşturdukta, öğretmeni suçlamaya tevessül ediyoruz? Son tahlilde neye bakıyoruz, maddi başarıya değil mi, sayısal verilere değil mi? lütfen, nolur söyleyin, böyle değil mi? Kesinlikle böyle oluyor. Sınavlar oluyor, çocuklar dökülüyor ve başlıyoruz suçlu aramaya. Ve diyoruz ki, başarıyı nasıl artıracaz, başarı mutlaka artırılmalı ama ardından öğretmeni öyle abuk sabuk şeylerle iştigale yönlendiriyoruz, öğretmenin üzerine öyle malayani iş yüklüyoruz ki, buyursun öğretmen başarıyı artırsın da görelim. Yani dehşetli bir paradoks var ya da bilerek veya bilmeyerek sergilenen iğrenç bir riyakârlık var. Kardeşim hele şu öğretmeni bi bırakın ya, bırakın ya, bırakın da öğrencisiyle baş başa bi kalsın ya, bir kere de yapalım şunu ya. Ondan sonra itham edelim edeceksek yine. Eğitim öğretim başlıyor ve başlıyoruz saçma sapan şeyler yapmaya. Eğitim öğretim bitiyor, saçma sapan işler, prosedürler bitmiyor. Bu kısır döngü mütemadiyen devam ediyor. Öyle bir icat çıkarıyoruz ki, yav kardeşim ne öğretmene faydası var, ne öğrenciye faydası var, ne üretime faydası var, hiçbir şeye faydası yok, bilakis zararı olduğu o kadar aşikâr ki ama devam ettirmekte ısrar ediyoruz. Öğretmenin zamanını, enerjisini, beyinsel ve ruhsal üretimini mahvediyoruz. Ya öğretmen de insan kardeşim. O, yorulmayan, usanmayan, bıkmayan, sıkılmayan, kızmayan biri değil ki yani o insan haricinde bir şey değil ki. Ki, öyle olsa bile yine böyle olur, öyle durumlar karşısında. Ya bırakalım, öğretmen, öğrencimi nasıl daha ileriye taşıyabilirim, dersimi nasıl daha iyi verebilirim, kendimi nasıl daha iyi geliştirebilirim, mesleğim üzerine hangi kitapları okuyabilirim, eğitim öğretim icrasında bulunurken hangi metotları uygulayabilirim diye düşünsün ve bunları yaparken yorulsun, saçma sapan şeyleri düşünmesin ve onlar yüzünden yorulup, eğitim yaparken takatsiz kalmasın. Öğretmen işten kaçtığı için söylemiyorum bunları, nihayetinde emirse emir ve yapılır ama böyle yaparken öğretmeni de, öğrenciyi de ve her güzel şeyi de ziyan ediyoruz, vallahi, billahi, tallahi ziyan ediyoruz ya ve olan tüm insanlığa oluyor. Geçenler de bir yazı okudum, bir eğitim uzmanı yazmış, adam muhteşem tahliller, tespitler yapmış. Ki, filhakika bendenizin yıllar yılı söylediklerimi de teyit eden bir yazı. İnsanın, eğitimi ne zaman yapacaz diye sorası geliyor, yapılanlar muvacehesinde. Ya kaldırın, atın gitsin şu boş işleri ya. Bırakın öğretmeni öğrenciye ve yaptığımız şeyin adı gerçekten eğitim-öğretim olsun. Türkçeci Türkçeyi öğretsin, Matematikçi Matematiği öğretsin, Fenci Feni öğretsin vs. Herkes asli işini yapsın, abesle iştigal eylemesin. Öğretmeni bilgisayara mahkûm ediyoruz ve tedricen öldürüyoruz, bu meyanda öğrenciyi de harcıyoruz inanın. Ya bırakalım öğretmen sınıfından dışarı çıkmasın, öğrencisinin elini bir an bile bırakmasın, bilgisayara mahkûm olmasın. Öğrencisinin kafasına bilgi, kalbine ahlak koymakla iştigal etsin münhasıran. Kaldırın atın şu malayani işleri. Yazıktır, günahtır.

Tarih: 06.09.2018 Okunma: 730

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?