Sayın Cumhurbaşkanım! Uzun bir zamandan sonra geldik sona,
son şarkımızı söylemeye ramak kaldı. Epeydir kendi şarkımı söylemeye ve yazmaya
çalışıyorum. Şarkımı da yıldızların altında tamamlamaya gayret ediyorum.
Gökyüzü çok güzel, yıldızlar beni benden alıyorlar. Hafif esinti var. Tabiat
rayihalarını sunmakta çok cömert. Şarkıyı tamamlamak için birebir, tamamlayabilir
miyim kim bilir? Faniliğin hüznü sarmış tüm gövdemi. Geldim, gidiyorum! Bu
geliş gidiş arasında ki kısacık zaman diliminde kendi kendimle konuşarak, kendi
şarkımı kendi kendime terennüm ederek çekip gideyim istemedim. Büyük insanlığın
bir üyesi olarak böyle bir şeyin vebalini ödeyemeyeceğimi düşündüm, vebalden
çok korkarım, çünkü zulüm dolu bir dünyada mazlum bir insanın yüreğinden
fışkırıp göklere yükselen dualar ürpertir beni, zira acıyla, hüzünle yükselen o
duaların yere nasıl düşeceklerini bilemem. Çünkü o duaların önünde hiçbir
perdenin olmadığını bilirim. Bu yüzdende vebalden çok korkarım. Herhangi bir
insanın dış dünyada bana gülmesi önem arz etmez bendeniz için, o insanın
gecenin yarısında bendenizi nasıl düşündüğüdür önemli olan. Dışarıda bendenizden
çekinebilir, korkabilir ve bendeniz de onu dizginlediğimi sanabilirim ama o
insanın yalnız, sessiz ve ıssız dünyasında benim hakkımda ne düşündüğünü asla
bilemem. Binaenaleyh, niçin insansam, insan olarak o şey için yaşarım. İnsan
olmaklığımın bir gereği ve sorumluluğu olarak telakki ederim bunu. Tam bağımsız
ve özgürlük sevdalısı biri olduğum içinde şarkımı istediğim gibi söyleme
çabasında oldum her daim. Çünkü duygularım ve düşüncelerim hep kalbimden ve
aklımdan doğdular. Aklımın ve kalbimin bağlandığı bir yer de olmadı. Hep hiçbir
kimse oldum ve hiçbir yerde olamadım! Nedense bu âlemde bir yerlere bağlanmaya
gereksinim duymadım, bağlanabileceğim bir yer de bulamadım. Bulsaydım bağlanır
mıydım, onu da bilmiyorum. Hayatta, ne gösterir bilinmez, bu yüzden de
insançocuğu hiçbir zaman ne olduğunu bilmemeli, ne olacağını düşünmeli. Özgürlüğü
çok seviyorum. Tutsaklık bendenizin ruhuma çok ağır geliyor. Çünkü insan
olduğumu, varolduğumu hissediyorum özgürlüğün kokusuyla! Her şey ama her şey
ayan beyan kalbimden dilime, dilimden âleme döküldü mü? Elbette böyle bir şey
dünya realitesine göre kabil-i mümkün değil. Keşke mümkün olsa ama olmuyor ve
işte bunu da hiçbir zaman anlayamadım, böyle bir anda da hep bir şeylerden
kaygı duydum, sorular aklımın göklerinden yağmur gibi yağdılar ve mütemadiyen
sorguladım durdum. Bitemeyen arayışlar içinde oldum. Çok umutsuz kaldığım
anlarda oldu, umudun ipek bir yorgan gibi bendenizi sarıp sarmaladığı ve hiç
bırakmadığı anlarda. Bu noktayı hiçbir zaman anlayamadım! Niye böyledir ki?
İnsan niçin içini olduğu gibi dökemez? Aslında nice filozoflarda bunun cevabını
kısmen bulmuştum ama yine de ikna olmamıştım. Bir ömür sorularla, sorgularla
tükendi gitti. Çok şey kaybettim bu hayatta ama kazandığım şeyler de oldu. Nice
yanlışlarımı gördüm, büyük doğrulara ulaştım. Nice yüzlerin pir-ü pak
görünürken aslında nasılda kapkara olduğunu anladım. İnsanlığın hazin
hikâyesine şahit oldum her dem. Nice zamanlar insanlığımdan utandım.
Ezilenlerin yanında olmaktan hiçbir zaman vazgeçmedim. Ne aldandım ne de
aldattım. Çok satıldım ama asla satmadım. Hep ilkelerim oldu. Hayat öyle yordu
ki, bazen kavgaya bile mecalim olmuyor. Eskisi gibi çok şeye sabredemiyorum.
Susamıyorum, eskiden sustuğum gibi misal. İnsanları kırar mıyım acaba diye hep
kendimi parçaladım ama insanlar beni paramparça etmekten asla tereddüt
etmediler. Adeta ruhumu öldürdüler ama direndim, ölmedim. Ruhumda sakladığım
yaralarım var sadece. Yaralarımda iyileşsinler istemiyorum artık. Birazda yarlarım
ayakta tutuyor sanki bendenizi. İstemesem ruhumu esir alan yaralarım olmazdı,
çünkü ruhumda yara açacak olanlar yanımda bulunamazdı. Düştüler kaldırdım,
ezildiler haykırdım, ağladılar gözyaşlarını sildim, gündüzümde acım gecemde
sancım oldular ama düşürdüler, ezdiler, gözyaşlarım hiç kurumadı, varlığım
umursanmadı bile. Belki de hayat böyle bir şeydir kim bilir! Şarkımı söylerken
ve yazarken, Hz. Hüseyin misali, tüm insanlığın gözleri önünde tüm kötülüklere,
insanlığa yönelmiş zulümlere matuf isyanımı belli edeyim ki, geriden gelenlerde
kötülüklere boyun eğmesin istedim. Görmesem de, bilmesem de, duymasam da, belki
sessizliğin kalbinden karanlığı yara yara toprağın derinliklerine iner ve
hissederim yer altından, yerin üstünde yükselen isyan çığlıklarını ve
aydınlanır karanlığım. Bilmiyorum, niye böyleyim ve neden böyle yapıyorum? Bu
hayata hiçbir zaman anlam veremedim. İnsançocuklarının, kahir ekseriyetle,
aklın ışığında yürüdüklerini hiç göremedim. Ölü ruhlar, zaten hissedemezler!
Derin iç çekişleriyle, zorlu nefes alış verişleriyle küçük bir dünya inşa ettim
kendime. Artık kapılarım hep açık kalamıyor, her gelen de açamıyor. Kimsenin
mutluluğunu çalmadım şu fani hayatta. Kimsenin vebalini aldığımı da
düşünmüyorum. Şarkılarımı da bu yüzden özgürce terennüm ediyorum. Şarkılar
susar mı? Yürek susturulursa, belki şarkılar da susar. Çünkü kaynağı
varoldukça, ırmak asla kurumaz!
Sayın Cumhurbaşkanım! Geldik sona, son şarkımız. Belki de en
son şarkımız… Her şarkı biter ve bazen unutulmayan, bazen de zehir gibi acı bir
tat bırakır dudaklarda. Tıpkı hayat gibi! Ama susmaz şarkılar, susturulamaz, ta
ki ruh bedeni terk edene dek. Bazı şarkılar yüreklerde yuva yapar, bazıları
dillerde mırıldanmak bile istenmez. Bizim şarkımızın nasıl bir tat bıraktığını ve
yüreklerde yuva mı yapmıştır yoksa dillerde mırıldanmak bile istenmez mi
bilemiyorum. Umarım şarkımız yüreklerde makes bulmuştur ve hoş bir tat
bırakmıştır. Yorulduk ve yorduk, hoşgörüle. Bir an iyi ki ölüm var diyorum,
çünkü ölüm bazen bir umut çiçeği gibi, bazen de bir bahar yeli gibi insanlık
toprağına hayat veriyor. Pisliği temizliyor, yüreğin yangınlarını söndürüyor,
bedenin acılarını dindiriyor ve amansız hesap vaktini hatırlatıyor. Hesap vakti
sözünü çok seviyorum, çünkü o gün gerçek adalet tecelli edecektir. Geçelim ve
soralım! Bu dünya fani mi? İnsan fani mi? Mal, mülk, makam, servet, şöhret,
kuvvet fani mi? Hissederek, samimiyetle, ciddiyetle, anlamış olarak, dürüstçe, namusluca
ve tüm benliğimizle cevap vermemiz iktiza eder tüm insançocukları olarak. Öyle
dil ucuyla değil. Her şeyin, kemiksiz dilde kalması kadar tiksindirici bir şey
yok şu hayatta. Dilimizde her şey var ama iş gerçekten uygulamaya gelince
aşağılık birer yaratık oluyoruz insançocukları olarak. Dilimizle ikrar
ediyorsak, kalbimizle tasdik etmeli ve gövdemizi de ortaya koymalıyız. Faniyiz diyorsak,
bakiymişiz gibi yaşayamayız. O zaman, insançocukları olarak hepimiz birer
faniyiz diye sahtekârca, namussuzca laf üretip durmamalıyız. Söylediğimizin muktezası
neyse ifa etmekten imtina etmemeliyiz yani haysiyetli olmalıyız. Bu dünyanın
nimetleri geçici ise, ona göre davranmalıyız, hem geçici deyip hem de
kalıcıymış gibi hareket edecek kadar alçaklaşmamalıyız. Bir dilde hem Allah hem
yalan olamaz. Allah varsa yalan yoktur, yalan varsa o dilin Allah demesi
yalandır. Dilimizle, yüreğimiz aynı şarkıyı terennüm etmeli ve adımlarımız da o
şarkıyla insicamlı olmalı, dil, yürek ve adım işbirliğinde tenakuz olmamalı. Geçelim!
Hayır, saydıklarımızın hepsi yani dünya, insan, mal, mülk, makam, servet,
şöhret, kuvvet bakidir diyebilir miyiz? Fani yani, bu kesin. Zaten münhasıran
insanın fani olması bile diğerlerinin anlamsız kalmasına yeter de artar bile,
hepsini bir anda faniliğe mahkûm eder. Her biri birer birer gidecek, yok
olacak, kaybolacak. Olacak yani bu, çare yok. Buyuralım varsa çaresi bulalım ve
oldurmayalım! Buyuralım elimizden kaçırmayalım, kaçanı tutacak gücü varsa
elimizin tabi. Ki, kendisinin düşmemesine güç yetiremeyecek olan bir şey, başka
şeyleri düşürmemeye nasıl güç yetirsin? Düşünerek hissedelim, hissederek
düşünelim. Bendeniz, haddimi ve hududumu bilerek, hissetmeyenin kesinlikle ve
kesinlikle insan olabileceğini düşünmüyorum. Çünkü insanı insan yapan şeyin
hissetmek olduğuna mutlak ve kesin bir inançla inanıyorum artık. Zira zalimler
bile hissetmeyenler değil midirler? Hissetselerdi, zalim olabilirler miydi? Hisseden
bir insan, vallahi, billahi, tallahi zalim olamaz. Şerefim, namusum ve tüm
kutsal değerlerim adına büyük yemin ediyorum ki, bir insan hissetmeyi gerçekten
beceriyorsa, tüm yüreğiyle hissediyorsa asla ve kata zalim olamaz. Çünkü o,
fani olduğunu bir an bile unutamaz, böylece de zalim olması muhal ender
muhaldir. Zira faniliği idrak etmiş insanın yüreği merhametle dolup taşar. Çünkü
o, dünyaya çok farklı bir gözle, kalple, akılla, vicdanla bakar. Merhametli
olanın zalim olması ise, yer yarılsa, gök çökse kabil-i mümkün değildir. Dünyaya
bağlanamaz, dünyaya bağlanıpta insanı harcayamaz hisseden yürek. Bir insan
hissediyorsa, başka bir insanın gözüne, kaşına, etine, kemiğine, derisine
bakamaz ve bunlara göre, o insana zulmedip zulmetmeyeceğine karar veremez. Hisseden
yürek, merhamet ederek, affederek büyür, yücelir ve yükselir, nihayet kendisi
affa mazhar olur. Eğer ki, insançocuğu hissediyorsa, ayrım yapmadan tüm
insanlığa karşı merhametle dolup taşan bir yüreğe sahiptir. Hisseden yürek asla
ve kata katı olamaz, taş gibi olamaz, illaki yumuşar o yürek, ipek gibi olur,
sarar sarmalar ve yumuşatır katı yürekleri de. Onun vicdanı aktiftir, kalbi
cilalıdır, aklı kalbiyle ve vicdanıyla mütenasip çalışmaktadır muhakkak. Çünkü
zalimler, acımasızdırlar, vahşidirler, merhametsizdirler. Gerçek olan bir şey
vardır ki; kalbi ve vicdanı olan hisseder ve merhamette kalpten, vicdandan
neşet eder. Hiçbir acıyı düşündüğümüz için paylaşma gereği duymayabiliriz belki
ama hissedersek kesinlikle paylaşmaktan kaçamayız. Tıpkı bunun gibi, bir
insanın insan olmaklığını düşünürsek ona eziyet edebiliriz belki ama
hissedersek, böyle bir şeyi asla ve kata yapamayız. Garip bir insançocuğu ya da
yaşama sevinci gasp edilmiş bir insançocuğu yolda yürürken ardından bir
izleyelim, izlerken düşünelim, düşünürken hissedelim, ruhumuzda ki hercümerci
ve beynimizde ki kaosu duyumsayalım o anda, bunu bir defa deneyelim. Düşünceyle
bir insanın hakkını yemekten belki kendimizi alamayız ama hissedersek böyle bir
şeyi yapmamız dünya yıkılsa kabil-i mümkün değildir. Düşünmek sonsuz önemli kuşkusuz
ama hissetmek çok daha önemli gibi geliyor bana. Çünkü bunu damalarımda akan
kan gibi, ciğerlerime sızmış acı gibi hissediyorum. Bu yüzden de, şeksiz ve
şüphesiz, dünyanın fani olduğunu hissetmemiz iktiza ettiğine inanıyorum insanca
yaşayabilmek için. Belki dünyalıklara sahip olduğumuz, kendimizi sapasağlam
hissettiğimiz, dünyaya iyice alıştığımız ve dünyadan kopmak zor geldiği için
her biri bakiymiş gibi geliyor olabilir mezkûr nimetlerin ama bu bir nefis
oyunudur, algı yanılmasıdır. Hülasa; her şey ama her şey fani yani! Ve bu fani
olma halini içselleştirmemiz, yüreğimizin en dip derinliklerinde duyumsamamız
iktiza ediyor, muktezasını ifa etmek için. Ne algımız değiştirebilir bu
gerçeği, ne de nefsin oyunu yok edebilir. İnsanın sonu belli mi? Ölümü ayrı
tutarsak hiçte belli değil, insan asla ne olacağını bilemez, bu yüzden de ne olduğuna
güvenemez. Sağlığa, mutluluğa, kuvvete
güvenmek mümkün mü? Güvenen yanılır! Bu dünyada ki; şerefli, onurlu, namuslu
yaşam, bu dünyanın kesinlikle ve kesinlikle, mutlak ve muhakkak olarak fani
olduğunu bilmekle, anlamakla, çok daha mühimi hissetmekle mümkündür. Bunu yapanda
insanca yaşar zaten. Ama gerçekten bilecez, anlayacaz, hissedecez. Bilakis mümkün değildir ve böyle olduğu
içindir ki; şerefsiz, onursuz, namussuz bir yaşam vardır dünyada. Bunu bilsek
kul hakkı yemeyiz, maddeyi zerre miskal önemsemeyiz, tek bir insançocuğuna
zulmetmeyiz ve teri, yaşı, kanı, emeği hiç etmeyiz. Biz kurumuşuz! Kalplerimiz,
vicdanlarımız, kafalarımız kurumuş ve kendi dışımızda ki her şeye bakışımız
sertleşmiş. Bu yüzden de merhamet edersek, merhamet edilecek hale düşeriz diye,
iyilik gösterirsek kötülüğe mahkûm oluruz diye, paylaşırsak istemek zorunda
kalırız diye, saygı gösterirsek saygısızlığa muhatap oluruz diye düşünür hale
gelmişiz. Böylece de zamanla insanlıktan uzaklaşmış ve çıkıp gitmişiz. Yani bizler
insan görünenleriz ama insan olamayanlarız. İnsan olmadan da yeni bir dünyayı
asla ve kata inşa edemeyiz. Yeni bir dünya dille değil eylemle inşa edilir
çünkü. Bir an önce insan olduğumuzu hatırlamalı, insansızlaşan dünyayı yeniden
insancıl bir yer haline getirmeliyiz. Bu da ancak ve ancak, bu dünyanın fani
olduğunu gerçekten idrak etmekten geçer. Gerçekten idrak etmekten yani dille
söylemekten değil, dildekini eyleme dönüştürmekten geçer. Başka şarkılar
söylemek ve yazmak umuduyla!