24 Haziran 2018 Pazar günü gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri, ülkemiz için tarihi bir öneme sahiptir. Bu seçimle ile 2007’de başlayan süreç tamamlanmış ve yeni bir yönetim sistemine geçilmiştir. Bu yeni yönetim anlayışının adı “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemidir.” Hatta bazı çevreler kestirmeden gidip başkanlık sistemi diyorlar.
Başkanlık sisteminin özü; yasama, yürütme ve yargı erklerinin birliğidir. Böylece devlet yönetiminde söz sahibi olan bazı unsurlar etkisiz hale gelmiş olacaktır. Devlet yönetiminde iş ve işlemler daha kısa sürede ve daha ekonomik olarak yapılabilecektir. Mesela bürokratik yazışmalar ortadan kalkacak, işlemler azalacaktır. Çoğu işler, bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle ile halledilebilecektir.
Ne zaman başkanlık sisteminden söz edilse, insanın aklına hep ABD geliyor. ABD’de başkanlık seçimleri dört yılda bir yapılıyor. Bir kişi en fazla iki defa seçilebiliyor. ABD’de Cumhuriyetçiler ve Demokratlar olmak üzere iki büyük parti etkili. Mesela geçen dönem Obama Demokratlardan seçilmişti, 2016’daseçilen mevcut başkan Trump Cumhuriyetçilerden. Amerikan geleneklerinde başkan iki dönem Demokratlardan, iki dönem Cumhuriyetçilerden seçiliyor. Ve bu gelenek pek bozulmuyor.
ABD’de bakanlar meclis dışından atanıp, meclislerde onaylatılıyor. Temsilciler meclisinde veya senatoda adaylığı onaylanmayan bakan göreve başlayamıyor. Üst düzey yöneticilerin ve yargıçların durumu da böyle. Bizdeki başkanlık sistemi uygulaması ABD’den biraz farklı, şöyle ki; bakanlar meclis dışından geliyor, meclisten gelenlerin milletvekilliği düşüyor. Ama bakanların, yüksek kamu organlarının başkalarının ataması veya görevden alınması bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile gerçekleşebiliyor. Bir anlamda denetim ve kontrol mekanizması ortadan kalkmış oluyor.
İkinci dünya savaşı sonrasında ortaya çıkan iki kutuplu yeni dünya sisteminde ülkemiz batı bloğunda yani ABD’nin denetim ve kontrolüne bırakılmıştı. Amerikan yönetimleri, ülkelerin refahı, istikrarı, demokratik hayatı geliştirmek adına bir takım kararların alınması ve uygulanması için çaba harcamış, istediklerini göreve getirmiş, istemediklerini görevden uzaklaştırma yoluna gitmişlerdi. Dünya ekonomisi de aynı şekilde ikiye bölünmüştü. Batı bloğu yani Amerikan uyduları kapitalizmi, doğu bloğu ise sosyalizmi yönetim şekli olarak benimsemiş uygulamıştı. Ancak doksanlı yıllarda, doğu bloğu ve sosyalist yönetimler çökmüş, güç dengeleri değişmiş ve Amerika tek kutuplu dünyanın lideri konumuna gelmiş, küresel sermaye ve küresel ticaret yaygınlaşmıştı.
Ülkemiz de dünyada meydana gelen, sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmelerden hep etkilenmiş, çoğu zaman zarar görmüştür. Ne yazıktır ki, yaşadığımız ekonomik krizler, askeri darbeler, iç çatışmalar, kavga ve gürültüler içinde bulunduğumuz ortamların birer sonucudur. 2001 bankacılık krizinde, 1995 döviz darbesinde, 12 Eylül, 27 Mayıs askeri darbelerinde vb. pek çok kargaşanın temelinde ABD ve İngiltere kaynaklı görünmez güçlerin ve içimizdeki yerli işbirlikçilerin etkilerinin olduğunu bilmemiz lazım.
Günümüzün etkin ekonomik anlayışı neo liberal düşünce sistemidir. Ülkeler mal ve hizmetleri küresel anlayışa göre temin edecek, üretim ve ticaretini yapacaklardır. Ticarette ülke sınırları ortan kalkmıştır. İhtiyacın olan mal ve hizmeti dünyanın neresinde ucuz bulursan gidip oradan alacaksın. Ne olursa olsun bu mal ve hizmeti kendi ülkemde ben üreteyim diyemezsin. Bu anlayış ihracat ve ithalat arasında dış ticaret fazlası veren ülkeler için bir sorun teşkil etmez, hatta yararlıdır. Ama dış ticaret açığı olan ülkeler için büyük sıkıntılara neden olur. Bir örnek verelim. Dışarıya sattığımız mal ve hizmetlerin toplamı 150 milyar $ olsun. Dışarıdan satın aldığımız mal ve hizmetlerin toplamı 200 milyar $ olsun. Dış ticaret açığımız 50 milyar $’dır. Bu 50 milyar $ dışarıdan bulmak zorundayız. Yani borçlanacağız veya bazı fonları kullanacağız. Borçlanırken veya fonları kullanırken de teminat olarak bir şeyler göstermemiz lazım. Yetmedi adamların bize güven duyması gerekiyor.
Küresel ticaretin bir gereği olarak hükümet, pek çok ürünün dışarıdan satın alınması yoluna gidiyor. Bu durum ülke içinde üreticilerin sıkıntılar yaşamasına neden oluyor.
Bir mal veya hizmetin ülke içinde fiyatı yüksek diye dışarıdan alınması veya uygulanan vergilerden vazgeçmesi milli ekonomi için büyük bir tehdittir.
Son zamanlarda gıda, tarım ve hayvancılık ürünlerinde meydana gelen fiyat artışları nedeniyle hükümet dışarıdan satın alınması yoluna gitmektedir. Gıda, tarım ve hayvancılık, ülkemiz için, insanlarımız için hayati öneme sahip bir konudur. Dışarıdan gıda, tarım ve hayvancılık ürünleri satın almak bu ülkeye ve millete yapılabilecek en büyük kötülüklerden biridir.
Konuyu uzattığımın farkındayım. Türkiye gibi bir ülkenin dışarıdan et ve süt ürünleri satın alması yanlıştır. Yapılması gereken, tarım ve hayvancılığın desteklenmesi, geliştirilmesi, üretimin arttırılmasıdır.