Peki, kim bilebilir?
Onu en iyi onun döneminde yaşayanlar
bilir, değil mi?
O vakit, onlardan dinleyelim… Onlardan
biri 1864 doğumlu Hüseyin Rahmi Gürpınar
olabilir mi?
İkinci Abdülhamit döneminin bütününe (1876-1909) şahit olmuş, ondan sonra gelen İkinci Meşrutiyet, İttihat ve
Terakki, İşgal yılları, ülkenin yeniden kurtarılması ve Cumhuriyet dönemlerini
görmüş, yaşamış. Ölümü 1944…
Gelin, Abdülhamit’i bir de ondan
dinleyelim:
Bugün hâlâ eski hırsızlıkların refahıyla yaşayanlar yok mu?
Memleketin bazı semtlerinde Abdülhamit devri resmî hırsızlıklarının dikilmiş
muazzam, mualla abidelerini görüyoruz. Bunlar vaktiyle nasıl kazanılmış ve
kimden kime, ne suretle intikal etmiştir?
O zamanın bu büyük hırsızları kendi bileklerine geçirilecek
kelepçelerle kanunu zincire vurmuşlar, insafsız tehditler, tazyiklerle her şeyi
kendi lehlerine söyleterek eller yukarı haydutluğuyla böğürenler gibi
bila-mania memleketi soymuşlardır.
Bu soygunculuk zamanında neler olurdu? Hak edenler maaşlarını
tamam almazlar, hemen yarı yarıya sarraflara kırdırırlardı. Küçük sarraflar da
Haronaçi gibi büyüklere satarlardı. Bu suretle elden ele geçen “suretler” son
merhalede büyütülür, paralar alınırdı. Sahiplerinin zararına, hırsızların
yararına bunları buyuran hangi kırılası parmaklardı?
Mademki bu paralar hazineden çıkacaktır, o zaman Nemrut kafalı
mesulleri, doymaz haramileri bu işi meşruiyetine döndürecek çareyi bulamazlar
mıydı?
Bu maaş suiistimallerinin elebaşlarından bazılarının suret
toplamak hırsızlığıyla iki yüz liraya iki bin liralık iratlar, konaklar
aldıklarını bilen adamlardan bugün hâlâ yaşayanlar vardır.
Herkesin ruhunu, hürriyetini sıkan istibdat cenderesinin
somunlarını her gün biraz daha kıvırarak müstebitin zulmünü, hâkimiyetini
uzatmaya uğraşan heriflere hizmetlerine mükafaten bol bol maaşlar, ihsanlar,
çiftlikler, maden imtiyazları, rütbeler nişanlar verilirdi. Yokluk halk içindi.
Bu doymaz ejderler bütün varidat membalarını çevirmişlerdi. Bu zalim, bu cahil,
bu çapulcu idareden şikâyet edenler asi sayılır, hemen sürülür, mazlumlara gık
dedirtilmezdi. Matbuatın ağzına ısıran köpekler gibi müzüvar takılmış,
kalemlere pranga vurulmuştu. Şair, edip yetişemiyor, fikirler kaynadıkları
kafaların içinde kilitleniyordu. Muharrirler zulmü alkışlamak için yazdıkları
sütunların yarısını iktidarı methetmeye, şükrana, , duaya hasretmek
mecburiyetindeydiler. İçinde yaşanan cehennemi cennet bahçesi göstermek için
dalkavuk kalemler birbiriyle yarışırlardı. İlim, fikir adamı memleket haini
demekti. Zabıtanın nezareti altında yaşarlardı. Ufak bir vakanın ortaya
çıkmasında en evvel bunlar tevkif edilirdi.
Sansür gazetelere yazdırtmaz. Hafiyeler halkı dertleşmeye
bırakmaz, hükümetin her fenalığı gizli hastalıklar gibi üstü örtülü cereyan
eder, Türkler burunlarının dibinde olan biten felaket haberlerini ancak Avrupa
gazetelerinden alabilirlerdi.
Yetişecek istidatlı gençler hamal-camal fikirli kaba saba
adamların idareleri altında ezdirilirdi. Bugün o zamanın soygunculuğundan kalma
iratlar, paralarla geçineneler mallarının meşru ve hakiki mutasarrıfları
kendileri olmadığını bilmelidirler. Bunlar o devirde sürüm sürüm sürülenlerin
hakkıdır.
Onlar susturulmamış olaydılar müstebite sadakatten başka insanlıktan
nasipleri olmayan idare kodamanları o altın külçeleri üzerinde
yuvarlanabilirler miydi? Hakkı susturarak, adaleti kelepçeleyerek memleketi
bütün ilmî, fikrî, harsî telakkilerden men ederek gözyaşı, kan, irin
membalarından gelen bu verasetlerle bugün geçinebilenler acaba babalarımızın
vatana ettiği filan hayırlı hizmetten dolayı biz de bu nan-ü nimete müstahak
olduk diyebilirler mi? Müstebitin
keyfine hizmet millete hıyanettir. Müstebite sadakat zulmün desteklenmesidir.
Her müstebit etrafına topladığı kalpsiz, ahlâksız açların hırslarını doyurarak
istibdatını söktürebilir. Abdülhamid’i Abdülhamid yapan etrafındakilerdir.
Çünkü içinde hafiye olmayanı yoktu. Saltanatı kulplarından tutanlar menfaatleri
uğruna milleti bir pula satanlardı.
Utanmaz
Adam, 1934, Everest Yayınları 2011, S. 361-363,
NOT:
“Utanmaz Adam”, Gürpınar’ın bir romanının ismidir. Abdülhamit’le ilgili bölüm
romanda geçen bir karakterin ağzından yukarıdaki kadardır.