Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Evet, böyle bir tehlike var.
Hem de çok büyük bir tehlike!
Ege TV'de, 20 Kasım 2007 Perşembe akşamı “Tohumculuk” olayı tartışıldı. Bölgenin bir çiftçisi olan Soner Karapınar adlı vatandaşımız çok endişeli gözüküyordu.
Tohumculuk konusunda dışa bağımlılığımız artırılıyor, şeklindeki şikayet ve yakınmaları, en az 2 senedir ben de duyuyor, görüyordum.
Söz konusu programda Soner Karapınar öyle kaygılarını dile getirdi ki, geleceğimiz bakımından endişe duymamak elde değil!
Daha fazla verim elde etmek adı altında, ülkeye Geni Değiştirilmiş Olan (GDO) tohumlar sokulmakta...
Bu tohumların etkisi tam olarak bilinmemekte...
Bahsedilen tohumlardan elde edilen ürünler, eski tohumlara göre daha verimli olmakla beraber, bu tohumlardan elde edilen ürünlerin tat ve lezzet bakımından doğallıkla alâkası bulunmamakta...
GDO tohumların pek çoğunda kendi kendini imha eden özellik mevcut olduğundan, bir tohum ve ondan elde ettiğiniz tohum ancak bir defa kullanabilmekte... Dolayısıyla her iki yılda bir yeni tohumlar almak zorunda kalınmakta...
Bu hususu daha önce duyduğum için, yaz aylarında, Sandıklılı büyük bir çiftçiye konuyu sorduğumda, olayın doğruluğunu teyit etmişti.
Çiftçi Karapınar'ın söylediği ve beni şoke eden yeni bilgi ise şöyle: Türk tohumculuğu merkezdeki bir kurum tarafından idare edilecek. Sıkı durun, bu kurumda uluslar arası tohumculuk kuruluşlarının elemanları çalışacak, başkanlığını ise bir İsrailli yapacak!
Bu kurumdan izinsiz tohum üretmek, hatta elde bulundurmak yasaklanıyor.
* * *
Tohumculuk Kanunu çıkmadan evvel TEMA, “Tohumculukta üretim, dış ticaret ve denetimin yabancı egemenliğine terk edilmesi yolunun açılmasının, ulusal bağımsızlığımızla bağdaşamadığı...
Ve insan sağlığı açısından büyük tehlikeler taşıyan GDO tohumlarının üretimi ve ithalatına olanak tanınması, kamu yararına olduğu kadar ve sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkına da aykırı, olduğu gerekçeleriyle kanunun çıkmasına engel olmaya çalışmış ancak, başarılı olamamış.
* * *
Biz, yüzyıllardır, kendi kendini besleyebilen nadir ülkelerden birisi olmakla övündük.
Türkiye Cumhuriyeti topraklarının bırakın 70 milyonu beslemeyi, 200 milyonluk bir nüfusu bile rahat rahat besleyecek bir tarımsal potansiyeli var.
Halen, topraklarımızın çok büyük bir bölümü ekilip-biçilmeden bomboş durmaktadır.
Şimdi, Başbakanlık Müsteşarı olan Efgan Ala'nın, Diyarbakır Valiliği dönemindeyken bir TV programında söylediğine göre; sadece Diyarbakır'da 850 bin hektar arazi ekilip biçilmeyi bekliyor. Bu arazinin 450 bin hektarı ise sulu tarıma elverişli topraklar.
Bir tek ilimizdeki, tarım yapılmayı bekleyen arazi bu kadarsa gerisini varın siz hesap edin.
Evet, daha verimli, daha bilimsel ziraat yapmak istiyoruz. Fakat bu isteğimizi gerçekleştirirken tarımımızı ve tohumculuğumuzu çok uluslu şirketlerin insafına terk etmemeliyiz.
Eminim ki, gelişen Türk tarımcılığı, tohumda da, gübrede de, ilaçta da en yüksek verimi alabilecek düzeyde birikime sahiptir.
Bu kadar ziraat fakültemiz varken, tarımı ve tohumculuğu dışarıya sipariş ve emanet etmek hangi akla hizmettir?
Petrolde, uçak sanayiinde dışa bağımlıyız.
Hadi, bunları anlayabiliriz.
Fakat, kendi toprağımızın tarımsal üretiminde de dışarıya mı bağımlı olmalıyız?
İnsaf!
* * *
Üstatlardan
Eğer dış meseleleri halletmek istiyorsanız, ayağınızın ucuna bakın; kendinizi tiranlardan kurtarın; ancak o zaman barışa kavuşacaksınız.
Alain
* * *
KARIŞIK
Hayat denen pazarda
Acılar hevenk hevenk
Attığımız her zarda
Aldatıcı binbir renk.
Fark edilmiyor asla
Yalan ile sahisi
Çoktandır rafa kalkmış
Sevginin sürahisi.
İlhan Geçer
Önceki Yazılar