‘’’’Allah bir kavme verdiğini, o kavim kendisini bozup
değiştirmedikçe değiştirmez.’’’’ Rad-11
Beşeri düzlem de düşünecek olursak şayet, sosyolojik bir
yasadır da bu ilahi yasa aynı zamanda. Haddizatında sosyoloji bir nevi ilahi
yasaları tasdik etmekten ve konulmuş yasaları keşfetmekten başka da bir şey
yapmamaktadır, yapamaz da zira. Basit bir çıkarım olduğunun farkındayım
kuşkusuz, zaten her ilahi yasa topluma matuf varolduğu için, şüphesiz
sosyolojinin de konusudur, ki ilahi yasalar sosyolojiyi kapsar ama sosyoloji
ilahi yasaları kapsayamaz. Birisi mevcuttur, diğeri mevcut üzerinde
üretilmiştir. Asıl ve fotokopi mevzusu diyerek netleştirelim. Geçelim! İnsan
değişmezse, değiştirilmez! İnsan değişmeye meyyal tabiatta varolmuş bir
canlıdır, ki değişmeyen hiçbir şey yoktur varlık âleminde, insan değişmeyi
isterse değişir, tabi burada akıl, irade, ihtiyar giriyor devreye. Yani insan
öylesine değişiyorum dediği için değişmemiştir, verilen yetiler sayesinde yasalara
uyum sağladığı için değişmiştir ve değişir. Tamamda, insan değişirse zaten
kendini değiştirmiş de olur, başka bir gücün onu değiştirmesine gerek kalmaz ki,
şimdi ne alaka denilebilir ama hayır işte böyle değil, o değişince
değişilebileceği yasası ruhta mündemiçtir. İnsan orayı idrak edemediği için ya
da böyle bir şey insana göre çok soyut düzeyde kaldığı için insan fehmedemiyor.
Hakikatin yasaları en baştan konmuştur ve her şey insana bırakılmıştır ama
insana da akıl, irade, ihtiyar verilmiştir. Yani insan mevcut yasalar üzerinde
hareket kabiliyeti göstermektedir, tabi kendi üzerinde mündemiç yetiler
sayesinde ama bir şey olduğunda sanki kendisi tavassutu ile olmuş gibi
yansımaktadır yaşama, çünkü bu meyanda mevcut gözden kaçmaktadır, zira
görünmezdir. Burada garip bir tenakuz varmış gibi görünebilir ama hayır hiçbir
tenakuz yoktur. İnsan halkedilirken onun ruhuna ezeli ve ebedi yasalar da
dercedilmiştir. Biz çok şeyi dışsal gibi algılarız ama çok şey içseldir. Misal;
köleliğe mahkûmsun diyelim, köleliğe mahkûm olmanın muhakkak muayyen sebepleri
vardır ve sen o sebepleri yok etmedikçe özgürleşemezsin yani özgürleşmeyi
istemelisin ve kendini bu yönde hareket etmeye sevketmelisin, zira bunun için
gerekli olan yetiler sende mevcuttur ve o yetilerini kullanarak mevcut yasa
istikametinde hareket edersen köleliğe son verir özgürleşirsin. İnsan,
filhakika köleliği reddettiği için değil istediği için köledir. Çünkü yasalara
olumsuz yönde tepki vermektedir ve diz çökmekten hazzetmektedir, zevahirde
değil ama batında bundan haz almaktadır. İnsan kendini değiştirmek
istememektedir ama kölelikten de kurtulmak istemektedir. İşte hakiki paradoks
buradadır. Hem isteyeceksin hem de istediğin şey için yapman gerekenden
kaçacaksın. Hem yasaya muhalif hareket etmektedir hem de olumlu yönde şeyler
olsun istemektedir. Bu nasıl kabil olabilir? Aklın hangi yasası böyle bir şeyi
tensip edebilir? Her bireyde vicdan olursa, o vicdan bireyi mesul kılarsa, her
birey mesuliyetini bilirse ve mesuliyetinin muktezasını ifa ederse işte orada
bireyden topluma uzanan bir değişim tezahür eder. İnsanlar fert fert köleliğe
başkaldırırsa ve bu başkaldırı toplumsallaşırsa, yani birey toplumu
yönlendirirse toplumda bireyi etkilerse işte o zaman bireysel özgürleşme ve
toplumsal kurtuluş tahakkuk eder. Ama insan, beni köleleştiren bendendir
diyerek köleliği sessizce kabul ederse, hem orada sahtekârlık yapmış olur hem
de köleliği hak etmiş olur. Ki, çağımızda olan da tam da budur. Çünkü biz
insanlar, zulmedenler, kötülük yapanlar, çalanlar, hak yiyenler, rüşvet alıp
verenler, haram helal demeyip kesesini dolduranlar, adaleti ve ahlakı
çiğneyenler bizden oldukları müddetçe sesimizi çıkarmıyoruz hatta
kabulleniyoruz ve buradan menfaat devşirmeye yelteniyoruz. Sen istemedikçe köle
kılınamazsın, sen istedikçe kölelikten kurtulamazsın! Ve sen değişmedikçe; ne
değişebilirsin, ne de değiştirebilirsin! Ya olursun ya ölürsün ama bunu sen
istersin, kimse isteyemez.