‘’’’Yer, gök ve içindekiler adalet ile kaimdir.’’’’ Hz. Muhammed (sav)
Haddizatında yazının hitamında söyleyeceklerimi girizgâhta
söyleyecektim ama böyle oldu. Geçelim! Bu dünyaya doğduk, bu dünyadayız ve gün
gelecek burada olmayacağız. Ama herkes ister ki, yaşadığımız ve bize armağan
edilen zaman diliminde, sevgi dolu, barış dolu, kardeşlik dolu, özgürlük dolu,
adalet dolu, ahlak dolu, türkü tadında, şiir gibi yaşayalım ve bu düzlemde bir
dünya inşa edelim. Kinden, nefretten arınalım. Olmayan şeyleri varmış gibi
gösterip oradan rant elde etme derdine düşmeyelim. İnsanlara kimliklerine göre
yaklaşıp, onları itham edip daha büyük yanlış yapmayalım. Herkesin sevabının
da, günahının da kendiyle sınırlı olduğunu bilelim. Ama bu hiçbir zaman
spontane olmaz. Çaba ister, emek ister, ter, yaş, kan ister.
İnsansızlaştırılmaya çalışılan bir dünyanın tam göbeğine çıkıp haykırmak
gerekir; insanlık yok edilmemelidir diye. Dünyayı anlamak kuşkusuz önemlidir
ama daha önemlisi dünyayı değiştirmektir ve değiştirirken değişmektir yani
dünyanın değişimine naçizane katkılarda bulunmaktır. Çünkü her şey aynı
kalıyorsa, orada insan ve insanlık ölüyor demektir. Eğer dünyayı değiştirme
gibi bir ideal taşımazsan, dünyayı anlamış olman hiçbir anlam ifade etmez. İşte
bu yüzden dünyayı cehenneme döndüren, insanlığı yok eden vahşi, katil, adi
emperyalizmle ve işbirlikçi kompradorlarla savaşmaktayım. Geçelim! Bu dünyada
var mıyım? Varım. Canlı, kanlı, diri miyim? Evet. Varoluş çabası içinde miyim?
Evet. Öyleyse var olmaya çabalamam ve var olma çabalarım istikametinde tahakkuk
eden varoluş ve varkalış serüvenim; derin, büyük, muamma yüklü, benzerlerimce
bitevi meçhul kalmış ve anlaşılmamış bir sancı, acı ve ıstıraptır. Bulunduğum,
bana yabancı olan ve yabancısı olduğum dünyada ki vazifem; bilinç denilen o
muallakta ki muammanın varlığıyla farkına vardığım ve idrak ettiğim kadarıyla,
yazınsal ve düşünsel arenada arz-ı endam yapmak, edebi bir kariyer ve karizma
elde edip ün sahibi olmak, toplum düzeyinde şöhretin kapısını aralamaya
zorlamak, devasa bir kapital terakümü temin ederek küçük dünyamda sahip olduğum
çevre üzerinde egemenlik tesis etmek isteyen bir yazar olmak değildir. Mutlak,
muhakkak ve yegâne ereğim; kendimi aramak, bulmak ve aradığım, bulduğum
kendimin kendim olup olmadığını sorgulamak, aradığım, bulduğum kendimin kendim
olduğundan emin olduğumda, kendi öz benliğimden ve uzamsal alanımdan başlayarak
dünyanın değişmesine, dönüşmesine ve yaşanılabilecek bir yer olmasına katkıda
bulunmaktır. Elbette ki, ömür denilen bu muvakkat armağan kifayet ederse ve
muvaffak olabilirsem. Geçelim! Denilebilir ki, ne sebeple, kahir ekseriyetle,
her daim fikirler, düzenler, insanlık ve varlık üzerinde düşünceler
serdediyorsun? Hiç mi konu kalmadı da, bitevi bu yönde düşünce serdediyorsun?
Hayır, tam öyle sayılmaz, zira bu olgular üzerinde daha derinlere dalmıyoruz!
Saygıdeğer güzel insanlar, hiç kuşku yok ki, elbette gönül toprağında olgu,
insanlık toprağında olay bitmez ve yazacak çok şeyler vardır. Amma velakin,
hayat ırmağının akış yönü, bitevi yazdığımız yasalar, olgular ve o yasalara, olgulara
mütenasip gelişen olaylar zemininde şekillendiği için, ilk evvelde temellerin
insicamlı olması, muayyen bir düzene kavuşması, altyapının muhkem olması iktiza
ediyor ki, hayat ırmağı güzel aksın, insanlık toprağı güzel koksun,
insançocukları güzellikler içerisinde yaşasın ve uhuvvet, barış, adalet,
özgürlük egemen olsun, kölelik son bulsun. İnsanlığa müteallik tüm olaylar,
ruy-i zemin üzerinde, muayyen olgular temelinde, insançocuklarının şeylere
tepkide bulunmasıyla başlıyor, gelişiyor ve olup bitiyor. Öyleyse, varlık
dünyası nedir, ne değildir fevkinde olmak, muhtevasını idrak etmek ve muhtevaya
mütenasip en ideal konumu belirlemek icap ediyor. Varlık âlemini derin
bakışlarla gözlemek, gözlemlenemeyen şeyleri hissetmek, oradan verileri ve
doneleri iyi almak iktiza ediyor. Ve bu veriler, doneler istikametinde,
insançocuklarının sahih ve muhkem bir düşünceyle teçhiz olmaları icap ediyor.
Filhakika, insançocuklarının şekillenmesinde rol oynayan en büyük amil ve
zemin, varlık dünyasıdır ve bu dünyadan elde edilen veriler, donelerdir.
Düzenlerin banileri de insançocuklarıdırlar. Hayat ırmağının akış yönünü ve ne
şekilde akacağını tayin eden de düzenlerdir. Hülasa; zincirleme ve dinamik bir
bağ vardır acılardan acılara sürgün olduğumuz ruy-i zemindeki şeyler arasında.
Hayat buradan başlamaktadır ve başlangıç nasıl olursa gidişatta öyle
olmaktadır, öyleyse işe de buradan başlamak bir önkoşul halini almaktadır.
Misal; herhangi bir olguyu düşünün ve o olgunun gidişatını tayin eden sistemik
durumu düşünün. Temel bozuk olduğunda ne oluyor? Zincirleme bir şekilde her şey
şirazesinden çıkıyor ve her şey içinden çıkılmaz bir hal alıyor. O zaman, ilk
evvelde tanzim edilmesi iktiza eden şey temellerdir. Altyapı nasıl olursa, üst
yapıda ona göre şekillenecektir. Bilakis, her konuşma boş konuşma olur, yürümek
yerine iki de bir tökezlenir. Bozuk bir altyapı üzerinde çözümler üretmeye,
tedaviler yapmaya çalışmak beyhude çırpınıştır, fasılasız çalışmak ise emeğin
berhava olması demektir. Bozuk düzenin sağlam çarkı olmaz, sağlam olmayan
çarkın doğru işi bulunmaz, bu kadim bir yasadır. İnsan değişmelidir ki düzen
değişsin, düzen değişsin ki çark doğru dönsün, çark doğru dönsün ki güzel
şeyler hâsıl olsun ve yaşam güzelleşsin, yaşamak sevinci tekasür etsin. Dünyada
hiçbir şey bir diğer şeyden mutlak bağımsız değildir, isterse şeyler arasında
kesin bir tezat olsun farketmez. Ülkeler, insanlar, düzenler ve her şey
birbiriyle muhakkak ilintilidir. Bunun çıkış yolu, kaçar tarafı yoktur. Bu hep
böyleydi, badema da böyle olacaktır. İşleyen her çark, her kurumsal yapı, büyük
düzenin ürünüdür. Zira her düzen, kendini sağlama aldıktan ve korunduğuna emin
olduktan sonra varlığının idamesini sağlayacak kültürel dinamikleri oluşturur
ve o kültürel dinamikler üzerinde kendi kurumsal yapılarını ortaya koyar ve o
kurumsal yapılar tavassutu ile de mevcudiyetinin bekasını sağlayacak insanları
yaratır. Emperyalizmde aynı şeyi çok titiz bir şekilde kotardığı için,
insanlığa bu zamana değin hükmetmeyi başarabilmiştir. Bundan sonrası kolaydır
artık. Velhasıl, düzenlerin dönüşümünü sağlamadan çarkları istendik yönde
işletmeniz ve gerçek insanı ortaya çıkarıp, dünyayı insanlaştırmanız kabil-i
mümkün değildir. Bu mevzular üzerinde müzakere yapmanız da abesle iştigaldir.
Her şeyi anlamak güzel şeydir ama anladığını hissetmedikten ve hislerini eyleme
dönüştürüp kendini ve kendinle birlikte insanlığı, insanlıkla birlikte de
dünyayı değiştirmedikten sonra anlamak neye yarar? Eninde sonunda emperyalizm
muhakkak yenilecek ve insan-lık- kazanacaktır. Emperyalizmin Azrail’i ise,
hakikat ve adalet olacaktır vesselam! Unutmayalım ki; hiçbir şey eskisi gibi
kalmaz, biz her şeye sanki eskisi gibiymiş gibi yaklaşıp yok sayarsak kendi
kendimize etmiş oluruz, çünkü bu meyanda doğru olmayan ama doğru sandığımız şey
çok kolay bir şekilde, üstelikte seni yok ettiği halde varlığını idame ettirir.
Bir de herkesi düşmanımızmış gibi görmemeliyiz, bu sefer dostumuzmuş gibi
görünüp bize düşmanlık edenleri tanıyamayız, zira her şey değişir, insanlarda
değişir, yapılarda değişir, algılar ve anlayışlarda değişir, öyleyse bu
değişimin olabileceğini kabul etmeli ve her şeye tarih boyunca hep aynı bakışla
bakmamalıyız. Bilakis, kaybeden biz oluruz. Birde insanlara kimliklerine ve
ideolojilerine göre bakarak, bunlar insan değil diye bir yargıya varamayız.
Zira böyle bir şey hem ahlaksızlık, hem adaletsizlik, hem de tiksindirici bir
zalimliktir. Keza, kendi kendimizi düşürmenin, kendi kendimize kaybettirmenin
yoludur da belki, olamaz mı? Aklımızı ve vicdanımızı hür kılalım ve hiçbir ama
hiçbir kişioğlunun, yapının, gurubun inhisarına devretmeyelim. Taaa yüreğimizin
dip derinliklerinden Allah diye nidada bulunursak, Allah ile aldatılmaktan
kendimizi koruruz. Gerisi angaryadır!