Müslümanlık görünmek midir yoksa olmak mı? Söylemek midir
yoksa eylemek mi? Teori midir yoksa pratik mi? Sahi, bizler Müslümanlar olarak
İslam’ı tebliğ etme gibi bir vazifemizin olduğunun bilincinde miyiz? Kesinlikle
ve kesinlikle tam aksini düşünüyorum. Müslümanlığı; kesemizi doldurmak,
masamızı korumak, gücümüze güç katmak ve kendi dışımızda kalan insanlığa egemen
olmak için kullanıyoruz yani Müslümanlık bizim için tabir caizse ticari bir
şey. Kimse kusura bakmasın gördüğüm bu; görüntüde Müslümanız ama olmakta neyiz
onu bilmiyorum. Ha bu meyanda dizilerde, sözlerde, filmlerde, kitaplarda
kallavi Müslümanız. Bilakis yaşanan hayatın içinde ve hissedilen gerçeklik
karşısında, bizim şu an İslam’ı tebliğ edecek ne halimiz var, ne yetkinliğimiz
var, ne ilmimiz var, ne de yaşantımız var. Bize bakarak Müslüman olacak tek bir
ateist bile göremiyorum ama bize bakarak insanlar ne olurlar onu da bilemiyorum.
Sanki insanların İslam’dan kaçmaları için çalışıyormuşuz gibiyiz, zira
yaşantımız malum ve malumu ilama lüzum yok. Nahl Suresi 125. Ayet kime hitap
ediyor ve kimin üzerine hangi mesuliyeti yüklüyor ve ne şekilde yüklüyor? Ya da
böyle bir vazifemiz olduğunu biliyor muyuz? Mesela, ateist olan birinden
sorumlu olduğumuzu düşünüyor muyuz? Ya da sefaletin içine düşmüş insanlardan,
gençlikten mesul olduğumuzu duyumsuyor muyuz? Yani biz münhasıran kötülemekle,
suçlamakla, ötelemekle mi mükellefiz bizden farklı inanan ya da inanmayan diğer
insanları? Ya da münhasıran kendi çıkarlarımız peşinde koşarak ömür çürütmek mi
bizim ödevimiz? İstediğimiz gibi yaşarız, kimse bize bakmasın, gitsin
inandığımız kitaba baksın deme gibi bir lüksümüz var mı? İnsanlar bize
bakarakta din sahibi olabiliyorlar ya da dinden çıkabiliyorlar gibi derunumuzda
bir duygulanım ve düşünce tebarüz ediyor mu? Zira yaşadığımız hayatın katı bir
gerçekliğidir bu, yalan mı? Ha şunu kabul ediyorum; tamam ateist olmayıversin,
bize bakarak din seçmek zorunda değil kimse, gitsin dinin kitabını okusun ona
göre karar versin, gençlikte doğru yolu bulmak için çalışsın serseri mayın gibi
yaşayacağına diyebiliriz, eyvallah diyorum ama bizim bu dünyada ki ödevimiz ne?
Hani insanız ya ve de üstüne Müslümanız ya, hatta tek insan ve Müslüman biziz
ya, hiçbir ödemiz, sorumluluğumuz yok mu yani? İstediğimiz gibi yaşarız, dem
süreriz, yeriz, içeriz, yatarız, gezeriz, tozarız, eğleniriz, başka da hiçbir
şey bizi ilgilendirmez öyle mi? Yoksa diyecek bir şeyim de yok elbette. Hani
bireysel ve toplumsal ilişkiler kuran, etki de bulunma özelliği bulunan,
hayatın içinde yaşayan bizleriz ya ve bizlerinde temsil ettiğimiz bir şey var
ya ve temsil ettiğimiz kadar varız ya ve ait olduğumuz şeyin temsilini
yapamazsak karşımızda ki insanlığı olumlu ya da olumsuz etkileriz ya ve o
insanlarda bize bakarak bize ait olanı tercih etme konusunda insani bir refleks
gösterebilirler ya, işte tam da bu durumu kastediyorum. Yoksa elin gâvurundan,
dinsizinden, ateistinden bize ne, bana ne, isterse tüm dünya dinsiz olsun bizi,
beni ırgalamaz, çünkü benim vazifem değil onları düşünmek değil öyle mi? Ama
bazen bakıyoruz ki böyle tanımlamaya yeltendiklerimiz toplum hayatı içinde
bizden daha asil durmaktadırlar eylem bazında. Bakınız imanı karıştırmıyorum,
çünkü orası Allah ile kul arasında, bendeniz dünya hayatı bağlamında bakıyorum,
zira bendenizi ilgilendiren orası. Herkes imanının hesabını vakti zamanı
geldiğinde Allah ile görecektir ve görsün. Çünkü kimsenin imanını göremem ama
şerefli mi, şerefsiz mi, alçak mı yüksek mi, haydut mu insan mı, mazlum mu,
zalim mi görebilirim yani eylemleri görebilir, anlayabilir, yorumlayabilir ve
hissedebilirim. Ki, başkalarını kötülüyorsak, kötü yaşayarak kötülediğimiz
insanlığı etkileyebilme gücümüzün oranı nedir yoksa öyle bir derdimiz yok mudur
ve boşuna mı konuşuyoruz? Hakikat katıdır, ağırdır, serttir, acıdır.
OLMAK YA DA OLMAMAK...
Özgür DENİZ - 23.02.2019
Tarih: 23.02.2019
Okunma: 835
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.