Cehalet çok kötü bir şeydir. Hissedilen ama
müşahhaslaştırılamayan, mücerret kalmaya mahkûm bir karanlıktır. Öyle bir
karanlıktır ki, ispatı muhaldir ve mümkün kılmak için canınızı feda etmeniz
icap edebilir. Cehaleti meslek sahibi olmayla da karıştırmamak gerekir ve bunu
da her zaman söylemişizdir. Çünkü meslek sahibi olmak ayrıdır, aklını varoluş
gayesi minvalinde (bizatihi aklının niye varolduğu ve ne olduğu yönünde)
kullanmak ve aydın sorumluluğuna sahip olmak ve bu sorumluluğu bihakkın deruhte
ve ifa etmek ayrıdır. Hatta kimlik ve din sahibi olmakta ayrıdır. Ben şu
kimliğe yahut dine sahibim, bu yüzden akıllıyım ve aydınım diye bir şey yoktur
(niye böyle söylüyorum, çünkü böyle düşünenler var toplumda maalesef, çok acı
ama var ve inanın bunlar gerçekten alık ve bön tiplerdir ve bu tiplerin topluma
verebildikleri hatta verebilecekleri bir gram artı değer yoktur ve bademada
olmayacaktır) ki bizatihi böyle düşünmek bile cehaletin ta kendisidir. Kişioğlu
bir kimliği kendi inhisarındaymış gibi algılıyor, o kimliğe istinaden her şeyin
sahibi kendiymiş, kendisi ne yaparsa doğruymuş, buyurduğu her şey hakmış gibi
anlıyor ve tüm kimliklerin kendi kimliğinin önünde diz çökmesini ya da kendi
kimliği içinde yok olmasını buyurabiliyor mesela. Üstelik nice ulvi erdemlerden
ve ahlaki niteliklerden yoksun yahut nakıs olunduğu halde. Bu da toplumsal
barışı, ortak aklı ve vicdanı yok ediyor ve bir arada yaşamın temellerini
dinamitliyor. Bunun arka planında da faşist emperyalist zihniyet vardır ve insanlık
bu zihniyeti çökerttiğinde, bu zihniyetin savaş diline prim vermediğinde,
şiddetten ve ölümden beslenen bu zihniyeti toplumun bağrından ekarte ettiğinde,
barıştan ve sevgiden yana tavır koyduğunda bir arada yaşamak daha da kolaylaşacak
ve insanlık derin bir nefes alacaktır, hayatımız, dünyamız ve her şey çok daha
güzel olacaktır. Ama bu gerçeği hiçbir zaman kavrayamadık ve hala da kavrayabilmiş
değiliz. Mesleğinizde en iyi yerde olabilirsiniz, bir kimliğe sahip olup o
kimliğin şiddetli şekilde apolojisini yapabilirsiniz ama varlığı idrakte
zorlanabilirsiniz. En basit bir olguyu ve o olgunun nasıl olaylaştığını ama ne
şekilde olaylaşması gerektiğini, olaylaşırken nasıl bir evrim geçirdiğini
anlayamayabilirsiniz. Yaşadığınız ya da mahkûm kılındığınız hayatın size layık
olan hayat olup olmadığını fark edemeyebilirsiniz ve hak ettiğiniz hayata nasıl
kavuşabileceğiniz hakkında hiçbir fikre sahip olmayabilirsiniz. Hatta mesleğini
hangi koşullarda yapmaktasın, gerçekten hakkını vererek mi yapmaktasın, sana
reva görülen imkânları, şartları ve koşulları hak ediyor musun etmiyor musun,
mesleğini nasıl daha iyi yapabilirsin, hangi şartlarda ve koşullarda daha iyi
yapabilirsin yahut mesleğini yaparken doyuma ulaşıyor musun, ulaşamıyorsan
niyedir ve nasıl ulaşabilirsin, tüm bunlar hakkında fikir sahibi değilsindir
ama dediğimiz gibi mesleğini yaparken gerçekten çok iyi yapıyorsundur. İkisi
sonsuzcasına apayrı şeylerdir. Hatta makamla, şöhretle, mülkiyetle de
karıştırmamak gerekir cehalet olgusunu. Cehalet böyle şeylerle
ilintilendirildiği vakit daha da vahim boyutlara ulaşır. Cehalet, sonucu tahmin
edilemeyecek kadar derin bir belirsizliktir. Cahilden uzak duracaksın hatta korkacak
ve kaçacaksın. Cehalete prim vermeyeceksin. Cehalete yakın olduğun ve prim
verdiğin vakit, cehalet tüm toplumu kuşatır ve sizi sefaletin en dip
derinliklerinde yaşamaya mahkûm eder. Hiç hak etmediğiniz şekilde tiksindirici
bir yaşamın kıskacına alır sizi ve cehaletin her eyleminde vicdanınız acı
içinde kıvranır, beyniniz yanar ve yanar. Aslında ne kadar da böyle söylense de
olmuyor. Ama yine de her şeye rağmen sükûnetini korumaktan başka yol kalmıyor
cehalete karşı. Fakat bu da derin bir sabrı iktiza ediyor. Hayat acayip bir
şey. Anlaşılmıyor, asla da anlaşılmayacak. Paradoksal ve acımasız bir düzeneği
var hayatın. Paramparça ediyor içerisine iliştirilen hayatları. Zira hayat
derken binlerce hayattan bahsediyoruz. Özünde belki de çok güzel bir şey hayat
ama kalıbına yapıştırdığımız zalim damga o güzellikleri yok ediyor. İstense,
istesek hayatı bir gül bahçesine dönüştürebiliriz, en güzel çiçekler en tatlı rayihalarını
atmosferimize yayabilirler ama hayatı muhasara altına almış dikenler
güzellikleri yok ediyorlar ve yüreğimizi kanatıyorlar. Hayatı anlamadan,
çözemeden, hayat sevincini duyumsayamadan geçip gidiyoruz. Cehalet mahvediyor
her şeyi, her türlü iyiliği ve güzelliği. Barışı, kardeşliği, sevgiyi,
muhabbeti, paylaşmayı tedricen tüketiyor. Küçücük bir anın mutluluğunu bile
duyumsayamıyoruz, yaşayamıyoruz. Hayatın kötü tarafı, cahillerin yüzdelik
oranının çok yüksek olması, okumuş okumamış hiç farketmez, çünkü okuyanlar da
okumayanlar da cahil olabilirler. Ki, cahilin en tehlikelisi de okumuş
olanıdır. Filhakika bizde cahiliz ama bizdeki cehalet bize yapışmış bir cehalet
yani çaresi olmayan ve çaresiz katlanmak zorunda kalacağımız yani kaderimiz
olan cehalet. Ki, bu da üçüncü tür cehalet ve niceleri da buna mahkûm ama bu
cehalet zararsız cehalettir. Diğer türlü cehaletimizi de elimizden geldiğince,
aklımızın erdiğince, gücümüzün yettiğince, gönlümüzün elverdiğince okuyarak yok
etmeye çalışıyoruz. Bu tür cehaletten ayrı olarak cehalet iki türlüdür.
Birincisi hiç okuyup yazmamış olan, ikincisi okuyup yazsa da hiçbir şey
anlamadan yaşayıp giden yani senkronize düşünemeyen, çözümleme yapamayan,
tetkik ve tahkik edemeyen, önyargılarla kuşatılmış ve koşullandırılmış olan, putların
önünde diz çöken ve hayatını putlara feda ederken nice hayatların da sönmesine
yol açan. Soru soramayan ve sorgulayamayan, aklını ve vicdanını kullanmaktan
aciz olan. Cahil kişi sekter olur, alık olur, kalıpların mahkûmudur, anlamaz
ama inanır, soru sormaz ve sorgulamaz. Gördüğüne, duyduğuna inanır. Her zaman
at gözlüğü takarak bakar âleme. Bu yüzden de hep aldanır, aldanmaya alıştığı
için de aldatmaktan başka çıkar yol bilmez. Yani ucuz, basit, küçük yaşar.
Bencilliğin buzlu sularında yüzmeye alışmıştır, alıştırmaya çalışır, zira ancak
bu şekilde varolabileceğini, kazanabileceğini ve kendisi dışındakilere sözünü
geçirebileceğini düşünür. Münhasıran kendisi böyle yaşasa iyi, herkesi de böyle
yaşamaya zorlar. Misal; cahile karşı doğruyu söylediğinizde, hemen yanlışları
geliverir gözlerinin önüne ve size hayatı cehennem etmenin yollarını arar. Oysa
zerre aklı olsa ve akıllı olsa, yanlışından kurtulmak için mücadele eder,
kendini düzeltir ve yeninden varolma yolunu seçer. Hz. Ali’nin sözüyle noktayı koyalım; ‘’’’cahile cahil olduğunu ispat edebilirsin ama itiraf
ettiremezsin.’’’’ İşte bu söz her şeyi izah ve izhar etmektedir. Fazla söze
ne hacet!
EKSTRA:
“”Mutlak ve saf bilgiyle sabit olmuştur ki, muhakkak öyledir
ki, insanın bu dünyadaki en büyük savaşı kendisiyle savaşıdır. Kesinlikle
böyledir ve böyle olduğu hissedilmektedir. Büyük hakikatlerden bir hakikattir
bu. Bu savaştan galip çıkanın, galip çıkamayacağı tek bir savaşı yoktur. Bu
yüzden insanın ne yapıp edip bu savaştan alnının akıyla çıkması için tüm
kuvvetini vermesi, zamanının büyük kısmını buna hasretmesi gerekir. Çünkü buna
değer. Gerçekten değer.””
Özgür Deniz