Sevgili dostlar! Garip bir dünyanın
karanlık kucağında yaşayan acayip insanlarız. Yorgunuz, mustaribiz, biçareyiz,
aciziz. Büyük mikyasta küçücük noktalarız, küçük mikyasta devasa bir evren
misali. Büyük acıların küçük sandallarıyız. Derinliği korkutucu, yüzeyi kaotik,
varlığı çelişik yaratıklarız. Bazen ilkleri sonda, bazen sonları ilkte yaşarız.
Kolayı sever, zordan kaçarız. Yalan hoş gelir, gerçeği duymak bile istemeyiz.
Uzak düşler kurar, bazen düşlerimizde uzaklara düşeriz. Kendi küçük ülkemizi
hep içimizde taşır, gittiğimiz yere onunla gideriz. Düşünce koşulları her zaman
sıkıcı gelir bize, bu yüzden düşünmeyi pek sevmeyiz. Çünkü ağzımızın tadını, gözümüzün
zevkini, yolumuzun hızını, hayatımızın hazzını bozar gibi gelir bize ve bu da
iyi gelmez bize. İyi gelmediğini düşündüğümüz şeyler iyileştirecek olsa da
bizi, yine de kötüyü tercih etmekte tereddüt etmeyiz. Ama tercihimizin
sorumluluğunu taşıyamayacak kadar da korkağız. Hep yanılırız ama yanılgılarımız
bir türlü uslandırmaz bizi ve yanıla yanıla yaşarız, doğruya ulaşamadan. Belki
doğru gözümüzün önündedir ama o kadar yakın olduğu için göremeyiz, çünkü öyle
bir şey olabileceğini bir türlü ummayız. Ya da doğruyu görmek istemeyiz,
yalanla gelen nimetlere alıştığımız ve bırakması cehennem gibi geldiği için. Bu
yüzden de bir türlü olmamız gerektiği gibi olamayız, insanlık merkezinde duramayız.
Zira karışık severiz biz ve o karışık içinde fark etmeyiz fark edilecek
şeyleri. İlk söylediğimiz son söylememiz gereken olsa da, bazen son
söyleyeceklerimizi ilk baştan söyleyiveririz. Tek kurşunla koca bir gövdeyi
düşürürüz bazen. Tek kelime de tüm konuyu özetleyiveririz. Bu sefer de öyle
olacak gibi, sonda ki başa, başta ki sona düşecek gibi. İlginç bir serüven
olacak gibi ama Hak şerleri hayr eyler, zannetme ki gayr eyler, Ârif ânı seyr
eyler, Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler. Konu belki müphemmiş gibi
geliyor olabilir ama süreç içerisinde her şey aşikâr olacaktır kuşkusuz. Bir
fikirde bin fikir gizliymiş gibi, bir cümlenin bin cümleyi gerektireceği
kemiyette mülahazalar serdedeceğim. Burada mühim olan olay bilimsellikten
ziyade düşünselliktir. Bilimsellik dibimizden ayrılmadı, düşünsellik hayatımıza
uğramadı. Ama yine de biz hep karanlıkta kaldık!
İnsançocukları bilime çok önem verirler
ve kuşkusuz da vermeleri icap eder. Ama burada derin bir yanılgı gizlidir.
Bilimsel yönde ki yeterliliğimiz, bizi düşünsel yönde de yeterli olduğumuz gibi
karanlık bir vehme düşürür. Oysa böyle bir şey kabil değildir. Çünkü düşünce
çok farklı bir boyuttur. Bilim ise olabildiğince farklı bir alandır, kuşkusuz
hayatımızın bir parçasıdır ve öyle de olmalıdır, kalmalıdır. Böyle absürt
iddialarda bulunanlar ya hiçbir şey bilmemektedirler ya da aldatabileceklerini
sanmaktadırlar. İnsançocuğu yalancıdır! Günümüz aydınlarının ve sözde kültürlü
insanların insanlığı aldatabileceklerine inandıkları bir sığınma alanıdır
burası. Biz büyük okullarda okumuş, yükseköğrenim görmüş, muayyen payeler elde
etmiş, büyük diplomalara sahip olmuş, epey malumat teraküm etmiş olan ve güya
piyasa değeri olan kitaplarla hemhâl olmuş kişilerin gerçekten yeterlilik
kesbetmiş ve son raddeye ulaşmış insanlar olduklarını zannederiz, onlarda
kendileriyle büyük gurur duyarlar. Tabi bu meyanda, bu insanlar fikirde de
derinleştiklerini ve en yüksek aşamaya vardıklarını sanırlar. Bahusus akademik
alanda arz-ı endam eyleyenler böyle şeylere müpteladırlar. Çünkü böyle bir şey
onlara toplum karşısında konuşma salahiyeti ve konuştuklarını da kabul
ettireceklermiş gibi bir özgüven verir. İnsançocukları da böylelerine aldanmaya
meyyaldirler. Elde ettikleri payeleri sonuna kadar hak ettiklerini düşünürler.
Bu türler, muayyen alanlarda gerçekten ihtisaslaşmış olabilirler, doçentlik,
profesörlük vb. payeler elde etmiş olabilirler, büyük bir tarihçi, fizikçi,
edebiyatçı vs. olabilirler ama böyle olmaları onların düşünsel açıdan da yetkin
olduklarını göstermez ama onlar kendilerini böyle göstermeyi ve
karşılarındakileri susturmayı marifet zannederler. Onlar her şeyi en iyi
düşünürler, en iyi bilirler ve her konuda en doğru kararı verirler. Gerçekte
ise böyle bir şey kabil değildir ama onlarda bunun farkında değillerdir. Bunlar
zevahirde sahip oldukları tüm mümeyyiz vasıflara rağmen, bazen bir avam kadar
bile düşünebilecek yeterlilikten aciz olduklarını spontane ifşa ederler. Zamanı
tanımak, çağı anlamak, büyük sorunlara pratik çözüm üretmek, mezkûr payelerden
çok farklı şeylerdir bazen. Zevahirde bunlar çok bilgiç takılsalar da
haddizatında koyu bir cehaletin mahkûmu olabilirler ve kendilerine bahşedilmiş
payeleri de filhakika hak etmiyor olabilirler. Bilinçle, aydınlıkla, malum
payeler arasında her zaman doğru orantılı bir ilişki bulunmayabilir. Bunlar
bilimsel doygunluğa eriştiklerinden, fikri kifayetsizliklerinin idrakine
varamazlar. İşte büyük yanılgı da burada başlar!