İnsanlık neyi istemektedir ve neyi
aramaktadır bir seçim yapmak durumundadır. Biz vicdanını bilim ve teknikle
değişmiş bir insan mı arıyoruz yoksa vicdanını kaybetmeden varolmayı
gerçekleştirecek ama bilime de meftun yani hem bilim aşığı hem de vicdanlı bir
insan mı arıyoruz? Biz gerçekten akademik alanda at koşturan, malumatfuruş
olmuş, yığınla kâğıda sahip zihinler mi yaratmak istiyoruz yoksa vicdanını
kaybetmiş insanlığa vicdanını armağan etmek mi istiyoruz? Bugün biz yolumuzu
şaşırmış durumdayız. Bugün vicdanlar kararmış, akıllar dumura uğramış
durumdadır. Ne yaptığımız işi biliyoruz ne de yaptığımız işi nasıl ve niçin
yapacağımızı biliyoruz. Her şeyde absürt ve malayani ile iştigal ediyoruz ama
başarıyı yakalamaya çalışıyoruz. Biz haddizatında idealsiz, hiçbir şey yapmak
istemeyen ama yapmaya çalışıyormuş gibi görüntü vermeye uğraşan bir yığınız.
Çünkü biz ne yaptığımızı bilmiyoruz ve başarıyı nerede arayacağımızı henüz
keşfetmiş değiliz. Bizler maalesef çocukluk çağını henüz tamamlayamamış
insanlarız. İnsançocukları bugün bir yol ayrımındadır ve bir seçim yapmak
zorundadır. Ya sahte güçlerin peşinde yok olup gidecektir ya da gerçek gücü
keşfedecektir. Ya can çekişen faşist emperyalizme ab-ı hayat olacaktır ya da
insanlık vicdanı yeniden doğacaktır ve insan hayat bulacaktır. Bilimin sahte
gücüne tapıyoruz, sermayeye, endüstriyel ilerleyişe hadim oluyoruz. Ruhu ve
düşünceyi ise ıskalıyoruz. Hakikat odur ki, yüksek hedeflere büyük bir ruhla
bağlı olanlar muhakkak üstün geleceklerdir ve her şeyi yerli yerine koyacak
olanlarda bunlardır. Ta ki dünyanın tüm zenginliklerine malik olanlar zevahirde
yenilmezmiş gibi görünseler de. Endüstrileşmiş toplumların kazanacakları bir
ruhları yoktur ama endüstriden mahrum olanların diriltecekleri ruhları
sayesinde yaratacakları bir endüstriyel uygarlıkları olması imkânsız değildir. Bir
toplum için en mühim şey; canlı ruhu, kişisel ve toplumsal bilincidir. Bu
yetilerini ve değerlerini kaybetmiş toplumların kazanacakları hiçbir şey yoktur
ama bu yetilere ve değerlere malik toplumların kazanacakları çok şeyler vardır.
Bu yetilerden ve değerlerden mahrum toplumlar bitevi tüketici olarak kalmaya ve
asalak gibi yaşamaya mecburdurlar, ta ki kendilerinin bir şeyler ürettiklerini farz
etseler bile, ki hayat farz etmekle yürümüyor, yaşamakla, üretmekle yürüyor ve
senin verdiğini sana geri veriyor. Üretmeden tüketirsen, yan gelir yatarsan,
değerlerini çiğnersen, kör şiddetle insanları hizaya sokmaya çalışırsan, faşizmin
savaş diline sığınırsan, barışın ve sevginin dilini öldürsen, ölümlerden hoşnut
olmaz gibi yapar ama yine de ölümler üzerinden rant elde etmeye tevessül
edersen insanlığa vereceğin hiçbir şey olmaz. Bu, insanlığın içine düştüğü amansız
ve iflah etmez bir açmazdır! Biz, bize, yıkılmazlıkları yıkılır kıldıracak
gücün farkında değiliz ve o gücü ıskalıyoruz haddizatında ama ne yaptığımızın
farkında olacak kadar zeki değiliz.
Bugün insançocukları, dördüncü sınıf
beyinlerin, birinci sınıf beyinlere hükmettiği bir dünyanın karanlığında
yaşamaktadırlar. Çünkü dördüncü sınıf beyinler büyük diplomalara sahiptirler,
bilimsel alanlara hükmetmektedirler, devasa endüstriyel alanlarda at
koşturmaktadırlar, akademik dünyanın hâkimidirler, büyük servetlere
maliktirler, binaenaleyh kendilerini her şeyi bilen, her şeyden anlayan yegâne
sınıf olarak görmektedirler. Tek doğru vardır onlar için, o da kendi
doğrularıdır. Bu da kendilerine, kendilerince haklılık bahşetmektedir. Bu
yüzden de kendilerini her yönde karar verici olarak konumlandırmışlardır. Onlar
ne derlerse doğrudur, isabetlidir, hakikattir, önerdikleri her yol ışığa
götürür. Başka taraflardan gelen seslere kulakları tıkalı, gözleri kör,
akılları donuk, kalpleri hissizdir. Çünkü o sesler, onlara göre anlamsız
seslerdir, tek anlamlı ses vardır o da kendi sesleridir. Ama ne gariptir ki,
hayat tam tersini doğrulamaktadır her zaman. Fakat malik olunan güç, yanlışı
doğru yapabilmektedir yaşadığımız dünyada. Faşizmin savaş dili, insanlığın barış
dilini susturabilmektedir. Korku cesarete galebe çalabilmektedir. Karanlığı
aydınlıkmış gibi gösterebilmektedir. Bunlar nasıl bir insan istediklerini
bilmemektedirler. Hatta bunlar insan istememektedirler. İnsanı tanımayan, hangi
insanı isteyeceğini bilebilir mi? Kuşkusuz bilemez ve bilmemektedirler de.
Kendi dışlarında kalan insanların ne yiyeceklerini, ne içeceklerini, ne
giyeceklerini, nasıl inanacaklarını, neyi ve nasıl seveceklerini, hülasa; nasıl
yaşayacaklarını ancak bunlar bilebilirler, yaşamın sahibi olan insanlar ise
bilemezler. Çünkü zayıflar bilmezler, sadece bildirilen kadarıyla yetinirler.
Eğer insanlık isticalen uyanmazsa, içinde ki gücü keşfetmezse, ayağa kalkmazsa,
ruhunu diriltmezse ve tüm gövdesiyle varolma iradesi göstermezse, düşüncenin
açlığını hissetmez ve beynini doyurmaya yönelmezse, dördüncü tür yaratıkların sundukları
karanlığa şükretmek zorunda kalacaklardır. Onların ürettiklerinin zavallı birer
tüketicisi olacaklar, onların bahşettikleri kadar yaşayacaklar ve köle olarak
hayatın dehlizlerinde varolmaya çabalayacaklardır. Fakat tam aksini yaparlarsa
daha insancıl, daha barışçıl, çok güzel ve yepyeni bir uygarlığında banisi
olacaklardır. Hayat, kendinin farkında olabilenlerin ve farkında oldukları
kendilerini gerçekleştirme iradesi gösterebilenlerindir. İnsan güzel olursa,
ürettiği ve ortaya koyduğu her şey de güzel olacaktır elbette.