Tanrı, insanın, yüzünü hakikate
dönmesini ve buyurduğu gibi dosdoğru olmasını istemiştir ve Tanrı buyruğu
kesindir. İnsanın değerini de hiçbir düşüncenin ulaşamayacağı boyutlara
yükseltmiştir ve insanı şerefli kılmıştır. Böylece insanı ruy-i zeminin halifesi
kılmış, tabiatı ona boyun eğdirmiştir, hatta meleklerin bile onun önünde
secdeye kapanmalarını emretmiştir ama ondan da kendisine karşı tam bir
teslimiyet istemiştir. Burada ki inceliğin anlaşılması zor değildir ama
anlamaktan yoksun bir insanlık için de hiçte kolay değildir. İşte bu yüzden
insanın işinin Tanrı işi gibi olduğu varsayılmıştır. Ki insana Kendi Ruhundan
üfleyen de Tanrı değil midir? Binaenaleyh, insan, düşünebilmekte ve
yaratabilmektedir, plan yapabilmektedir, özgür iradesiyle tercihte bulunabilmektedir.
Oysa bu özellikler hakikatte Tanrı’ya mahsustur ama Tanrı, şerefli kıldığı
kuluna da bu meziyetleri bahşetmiştir. Fakat bu meziyetler hangi mesabede
istimal edilmektedir orası meçhuldür. Bahşetmiştir ki, kaderinden kendisini
mesul tutmuştur. Burada ki dominant unsur ise akıldır, tüm bunlar insana
aklından dolayı yüklenmiş ve insanı yükümlülük altına sokmuştur. İnsan bugün
kendisine ayrıcalık bahşeden tüm bu meziyetlerini, yetilerini maateessüf
kaybetmiştir. Böyle halkedilmiş bir insan, kişisel ve toplumsal bilinci
kuşandığı vakit, okuyabilmekte, bilebilmekte, iradesiyle kendisini kuşatan
zincirleri kırabilmekte, gidişatı değiştirebilmekte, isyan edip
başkaldırabilmekte, tüm tabiata hükmedebilmekte, tarihin akışını
değiştirebilmekte, toplumsal kalıpları kırarak toplumu karanlıklardan aydınlığa
çıkarabilmekte ve kendisini yontarak içinde bulunduğu durumdan kurtulup kendi
değişimini tetikleyebilmektedir. İnsan kendi gerçekliğinin farkına vardığı
vakit, toplumsal gerçekliğinde farkında olacak ve kendisinden beklenileni
bihakkın ifa edebilecektir ve işte o vakit kendisine vaat edilen şey tahakkuk
edecektir. İnsan önce kaybettiği şerefini geri kazanmalıdır ve kendisine
bahşedilen yetilerinin farkına yeniden varmalıdır, bilakis kendisine biçilen
kaderin zavallı ve sefil bir oyuncağı olmaktan kurtulamayacaktır. Tarih
sahnesinde varolmak ve çizilen kaderi bozup yeniden çizmek kolay değildir! Karanlıktan
aydınlığa çıkmak hiçte kolay değildir ve kolay da olmamıştır ve dahi kolayda
olmayacaktır. Ta ki, insan, ben varım ve kaderimi kendim tayin ederim diyerek
meydana çıkmadığı ve her yönde ki tercihlerini gözlerini kapayarak, kulaklarını
tıkayarak ve tüm tarafgirliğini yok edip münhasıran aklına ve vicdanına yönelip
belirlemediği müddetçe. Kula kulluk etmeyeceksin, kul hakkı yemeyeceksin,
şeytanın Allah ile aldatmasına imkân tanımayacaksın, güç önünde eğilmeyeceksin,
güçlüye yaltaklanmayacaksın, hakikati haykırmaktan imtina etmeyeceksin,
haksızlık karşısında susan dilsiz bir şeytan olmayacaksın, bendendir diye gönüllü
aldanmayacaksın ve yapılan zulmü onaylamayacaksın, benden değildir diye
ötelemeyeceksin ve yapılan zulme ortak olmayı gönüllü kabullenmeyeceksin. Zulüm
bendense ben benden değilim diyebilecek kadar şeref, onur, izzet, haysiyet
sahibi olacaksın. Mazlumla empati yapmayı deneceksin. Böyle yapmayıpta meydana
çıkıp insanım diyorsan, sen hayvan bile olamayacak kadar alçak ve aşağılık bir
mahlûksun. Bilakis böyle yapıldığı zaman insanda çok güzel olacaktır, dünyada
çok güzel olacaktır, hayatta çok güzel olacaktır ve her şey de çok güzel
olacaktır.
İnsançocukları dünya meşgalesinden
zaman ayırarak kendileriyle baş başa kalamamaktadırlar. O böyle bir tezgâhın
içine taammüden düşürülmüştür. Bu büyük ve tehlikeli bir emperyalist tezgâhtır.
Sermayenin, kudretin ve gerçek dininin muarızı olan sahte dinin büyük planıdır.
Bu üçlü şebekenin insançocuklarından ilk gasp ettikleri şey; bilinçtir, sonra
kendileri, daha sonra da bağımsız varolma iradeleridir. Mütemadiyen gündelik
maişetinin peşinde koşmaktadır insan, çünkü onun böyle yapması istenmekte ve
beklenmektedir. Bilakis, büyük bir tehdit ve tehlike olacağında kuşku yoktur.
Çendan, gerçek dinin ne olduğunu sorgulaması ve kendisinin ne olduğunu öğrenme
çabasında bulunması bile ne büyük tehlikeleri tevlit edecektir bir düşünün.
İnsançocukları tüm ilahi değerlerini yitirebilecekleri bir uçurumun
kıyısındadır. İnsan bir fasit dairenin mahkûmudur. Piyasaya çıkar, takatten
düşesiye değin mütemadiyen çalışır, geri döner, tıka basa yer, yatar uyur ve
kalkar yine aynı fasit daire. Bir dakikalık bile kendiyle kalmaya, düşünmeye,
sormaya, sorgulamaya zamanı yoktur, çünkü bunu yapabileceği tüm imkânları gasp
edilmiştir. Kitap okuması söylenmektedir ama haddizatında okuması
istenmemektedir. Düşünmesi tavsiye edilmektedir ama filhakika düşünmesinden
korkulmaktadır. Faşist emperyalizm böyledir, sanki insanın iyiliğini istiyormuş
gibi bir izlenim yaratır ama bunun ardında söylediklerinin tümünü bir şekilde
yok eder. Çünkü okuyan ve düşünen insan, faşist emperyalizmin ve faşist emperyalizmin
Truva Atı olan üçlü şebekeler nezdinde sonsuzcasına tehdit ve tehlikelidir.
İnsançocukları, gündelik hayat içerisinde yorucu, bıktırıcı ve usandırıcı bir
yeknesak hareketlilik içerisindedir. Tüketmek için üretmekte, üretmek için
tüketmektedir. Yaşama sevincini ise bir anlık bile hissedememektedir.
Varoluşundan gurur duyabilecek bir dakikalık zamanı yoktur. İnsan böyle bir
yaşam serüveni içerisinde aynı zamanda basit, sığ, yoz ve sekter duyguların da
esiri olur ve o duygularla yönlendirilir, yönetilir. Hülasa; insançocukları
yaşamak nedir bilmeden her gün kahredici bir şekilde ölmektedir! Ama bunu da
kendi elleriyle yapmakta ve hak etmektedir, kusura bakmasın…