BÜYÜK YANILGI VE KARANLIĞIN KUYUSU...5...

Özgür DENİZ - 18.05.2019

Tanrı, insanın, yüzünü hakikate dönmesini ve buyurduğu gibi dosdoğru olmasını istemiştir ve Tanrı buyruğu kesindir. İnsanın değerini de hiçbir düşüncenin ulaşamayacağı boyutlara yükseltmiştir ve insanı şerefli kılmıştır. Böylece insanı ruy-i zeminin halifesi kılmış, tabiatı ona boyun eğdirmiştir, hatta meleklerin bile onun önünde secdeye kapanmalarını emretmiştir ama ondan da kendisine karşı tam bir teslimiyet istemiştir. Burada ki inceliğin anlaşılması zor değildir ama anlamaktan yoksun bir insanlık için de hiçte kolay değildir. İşte bu yüzden insanın işinin Tanrı işi gibi olduğu varsayılmıştır. Ki insana Kendi Ruhundan üfleyen de Tanrı değil midir? Binaenaleyh, insan, düşünebilmekte ve yaratabilmektedir, plan yapabilmektedir, özgür iradesiyle tercihte bulunabilmektedir. Oysa bu özellikler hakikatte Tanrı’ya mahsustur ama Tanrı, şerefli kıldığı kuluna da bu meziyetleri bahşetmiştir. Fakat bu meziyetler hangi mesabede istimal edilmektedir orası meçhuldür. Bahşetmiştir ki, kaderinden kendisini mesul tutmuştur. Burada ki dominant unsur ise akıldır, tüm bunlar insana aklından dolayı yüklenmiş ve insanı yükümlülük altına sokmuştur. İnsan bugün kendisine ayrıcalık bahşeden tüm bu meziyetlerini, yetilerini maateessüf kaybetmiştir. Böyle halkedilmiş bir insan, kişisel ve toplumsal bilinci kuşandığı vakit, okuyabilmekte, bilebilmekte, iradesiyle kendisini kuşatan zincirleri kırabilmekte, gidişatı değiştirebilmekte, isyan edip başkaldırabilmekte, tüm tabiata hükmedebilmekte, tarihin akışını değiştirebilmekte, toplumsal kalıpları kırarak toplumu karanlıklardan aydınlığa çıkarabilmekte ve kendisini yontarak içinde bulunduğu durumdan kurtulup kendi değişimini tetikleyebilmektedir. İnsan kendi gerçekliğinin farkına vardığı vakit, toplumsal gerçekliğinde farkında olacak ve kendisinden beklenileni bihakkın ifa edebilecektir ve işte o vakit kendisine vaat edilen şey tahakkuk edecektir. İnsan önce kaybettiği şerefini geri kazanmalıdır ve kendisine bahşedilen yetilerinin farkına yeniden varmalıdır, bilakis kendisine biçilen kaderin zavallı ve sefil bir oyuncağı olmaktan kurtulamayacaktır. Tarih sahnesinde varolmak ve çizilen kaderi bozup yeniden çizmek kolay değildir! Karanlıktan aydınlığa çıkmak hiçte kolay değildir ve kolay da olmamıştır ve dahi kolayda olmayacaktır. Ta ki, insan, ben varım ve kaderimi kendim tayin ederim diyerek meydana çıkmadığı ve her yönde ki tercihlerini gözlerini kapayarak, kulaklarını tıkayarak ve tüm tarafgirliğini yok edip münhasıran aklına ve vicdanına yönelip belirlemediği müddetçe. Kula kulluk etmeyeceksin, kul hakkı yemeyeceksin, şeytanın Allah ile aldatmasına imkân tanımayacaksın, güç önünde eğilmeyeceksin, güçlüye yaltaklanmayacaksın, hakikati haykırmaktan imtina etmeyeceksin, haksızlık karşısında susan dilsiz bir şeytan olmayacaksın, bendendir diye gönüllü aldanmayacaksın ve yapılan zulmü onaylamayacaksın, benden değildir diye ötelemeyeceksin ve yapılan zulme ortak olmayı gönüllü kabullenmeyeceksin. Zulüm bendense ben benden değilim diyebilecek kadar şeref, onur, izzet, haysiyet sahibi olacaksın. Mazlumla empati yapmayı deneceksin. Böyle yapmayıpta meydana çıkıp insanım diyorsan, sen hayvan bile olamayacak kadar alçak ve aşağılık bir mahlûksun. Bilakis böyle yapıldığı zaman insanda çok güzel olacaktır, dünyada çok güzel olacaktır, hayatta çok güzel olacaktır ve her şey de çok güzel olacaktır.

 

İnsançocukları dünya meşgalesinden zaman ayırarak kendileriyle baş başa kalamamaktadırlar. O böyle bir tezgâhın içine taammüden düşürülmüştür. Bu büyük ve tehlikeli bir emperyalist tezgâhtır. Sermayenin, kudretin ve gerçek dininin muarızı olan sahte dinin büyük planıdır. Bu üçlü şebekenin insançocuklarından ilk gasp ettikleri şey; bilinçtir, sonra kendileri, daha sonra da bağımsız varolma iradeleridir. Mütemadiyen gündelik maişetinin peşinde koşmaktadır insan, çünkü onun böyle yapması istenmekte ve beklenmektedir. Bilakis, büyük bir tehdit ve tehlike olacağında kuşku yoktur. Çendan, gerçek dinin ne olduğunu sorgulaması ve kendisinin ne olduğunu öğrenme çabasında bulunması bile ne büyük tehlikeleri tevlit edecektir bir düşünün. İnsançocukları tüm ilahi değerlerini yitirebilecekleri bir uçurumun kıyısındadır. İnsan bir fasit dairenin mahkûmudur. Piyasaya çıkar, takatten düşesiye değin mütemadiyen çalışır, geri döner, tıka basa yer, yatar uyur ve kalkar yine aynı fasit daire. Bir dakikalık bile kendiyle kalmaya, düşünmeye, sormaya, sorgulamaya zamanı yoktur, çünkü bunu yapabileceği tüm imkânları gasp edilmiştir. Kitap okuması söylenmektedir ama haddizatında okuması istenmemektedir. Düşünmesi tavsiye edilmektedir ama filhakika düşünmesinden korkulmaktadır. Faşist emperyalizm böyledir, sanki insanın iyiliğini istiyormuş gibi bir izlenim yaratır ama bunun ardında söylediklerinin tümünü bir şekilde yok eder. Çünkü okuyan ve düşünen insan, faşist emperyalizmin ve faşist emperyalizmin Truva Atı olan üçlü şebekeler nezdinde sonsuzcasına tehdit ve tehlikelidir. İnsançocukları, gündelik hayat içerisinde yorucu, bıktırıcı ve usandırıcı bir yeknesak hareketlilik içerisindedir. Tüketmek için üretmekte, üretmek için tüketmektedir. Yaşama sevincini ise bir anlık bile hissedememektedir. Varoluşundan gurur duyabilecek bir dakikalık zamanı yoktur. İnsan böyle bir yaşam serüveni içerisinde aynı zamanda basit, sığ, yoz ve sekter duyguların da esiri olur ve o duygularla yönlendirilir, yönetilir. Hülasa; insançocukları yaşamak nedir bilmeden her gün kahredici bir şekilde ölmektedir! Ama bunu da kendi elleriyle yapmakta ve hak etmektedir, kusura bakmasın…

Tarih: 18.05.2019 Okunma: 742

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?