BÜYÜK YANILGI VE KARANLIĞIN KUYUSU...6...

Özgür DENİZ - 19.05.2019

Halk gerçeklerden kopuktur ve bu yüzden cahildir, yalan cehenneminde yaşamaktadır ve bu yüzden hakikatten yana gafildir, düşünmekten nasipsizdir ve bu yüzden dar görüşlü ve bağnazdır, kendi işinin görülmesi için her yolu mubah görmektedir ve bu yüzden vicdanına karşı zalimdir. Bu tabakanın içine münhasıran avamı koymuyoruz, kendini aydın sanan ama aydınlıktan yana behresiz kalanları da ekliyoruz. Halk münhasıran gündelik maişetinin derdinde koşmaktadır ve bu dertte onu çok kötü şekilde yormaktadır. Ki, gündelik maişetin bile temin edilemediği zamanların yolcularıyız. Hayat zordur, kitap pahalıdır, okumak meşakkatlidir, düşünmek sancılıdır ve acıdır, gerçekler ise tehlikelidir, öyleyse günü kurtarmaya bakmalı, televizyonla vakti öldürmeli, yalanlarla avunup gerçeğin yanından bile geçmemeli, gazete isimli paçavralarla bilgi eksikliğimizi gidermeli, sermayenin gücünden korkmalı ve susup oturmalı, şeyhler ne derse tamam deyip inanmalı, putlarımıza el sürdürmemeli, politik madrabazların ağızlarından savrulacak büyük palavralara kulak kesilmeli, sorulardan ve sorgulardan kurtulmak için malayani ile iştigal etmeli, sevdiklerimizin yanlışlarını sarf-ı nazar eylemeli ve suya sabuna dokunmadan yaşayıp gitmeye bakmalıdır. İşte o zaman bizim arayıpta bulamadığımız huzur ve mutluluk gelip bizi bulacaktır!!! Çok küçük ve basit şeylere kafa yorup şikâyette bulunuyor ve feryadı basıyoruz. Ama o kadar önemli şeylerle karşılaşıyoruz ki bazen, dünya umurumuzda olmuyor. Haddizatında gülünç bir durum ama aynı zamanda acınası bir haldir bu. Hiç olmayacak şeyleri arzu ediyoruz, çok ucuz şeylerden mutluluk duyuyoruz, başkalarının sahip olduklarına göz koyup onlara ulaşmaya çalışıyoruz, başkalarının hak ettiklerini gücümüzü kullanıp gasp etmeye yelteniyoruz. İnanın şu dünyada, insan olarak yapmamız gerekenlerle yapıyor olduklarımızı listelesek ve yaptığımız listeyi aklımızla tartıp, vicdanımızla değerlendirsek kendi kendimizden tiksinirdik, varoluşumuz gözümüzde çirkinleşir, armağan edilen hayatla yaşadığımız hayatı kıyaslar ve utanç içinde kalırdık. Ama insan, hiçbir zaman insan olduğunu düşünerek hareket etmedi, bu yüzden de dünyanın en vahşi, en zalim ve en korkunç yaratığı oldu. İnsan, insan olduğu için yapması gereken bir şeyi yapamadığında hiçbir acı duymazken, ulaşamadığı bir dünyalık yüzünden acılar içinde kıvranabildi. İnsanca yaşamaktan duymadığı hazzı, bir teneke parçasına sahip olmaktan, bir bez paçavrasını üzerinde görmekten, güç sahiplerinin ancak girebildiği zevahirde pahalı hakikatte ucuz bir mekâna girebilmekten duyabildi. İnsan; çok cahil, çok zalim ve de çok nankördür, keza aynı zamanda esfel-i safilin derekesindedir!

 

İnsanın uyanması için sadece bir üfürmesi kifayet eder haddizatında ama o üfürmeyi yapabilecek cesareti olması gerekir. O zaman görecek ki, kalkan tozun altından ne gerçekler kendini gösterecektir. Nice olduğu söylenip ve oldu diye farzedilerek kendisi yüzünden insanlığa büyük acılar çektirilen şeylerin olmadığını görecektir. Aldandığı için utanacak, aldatanları da son nefeslerine dek unutmayacak ve affetmeyecektir. Çünkü vebal çok ağır bir yüktür! Tabi gerçeklerle yüzleşmekte sarsılmaz bir cesaret ister ve elbette keyfin kaçması uğruna cesaret herkesin harcı değildir. İlk etapta gerçekten insan olduğunu hatırlamak gerekir, sonra insanlık bilincini kuşanmış olmak ve ardından derin ve sarsıcı bir şüphe gerekir. Sonra merak, sadece merak gerekir, görünenin ardında ki görünmeyeni merak. Tabi sonra sorması gerekir, daha sonra sorularla sorgulaması ama her şeyi sorgulaması gerekir, sorgulanmamış tek bir şey kalmamacasına. İnanın, tertil, tedebbür ve taakkul ile okusanız ve okuduklarınız üzerinde derinlemesine düşünseniz, okuduklarınızı hayatla kıyaslasanız yani senkronize düşünseniz, düşündüklerinizi anlama çabası içinde olsanız, anladıklarınızı ölçüp, biçip, tartsanız yani analitik düşünseniz ve ulaştığınız gerçekleri bir yana, dünyayı bir yana koysanız ve bir çözümleme yapsanız, emin olun ki kıyama kalkmamanız için hiçbir sebep bulamazdınız. Ve inanın ki, kıyamı öteleyen din afyondan başka bir şey değildir. Düşünsenize, dünya açıklıktan kırılan insanlarla lebalep ama siz bir elinizde kumanda, bir eliniz çekirdeğinizde ve eliniz sürekli kumandayı oynatıp duruyor, çekirdekte dudaklarınızı ve aklınız uyuyor ya da uçup gitmiş, nereye konduğu belirsiz. Onurunuz çiğneniyor, görüntü var ama ses yok, var olan görüntü de ne görüntü ama. Ve din, size hiçbir şey söylemiyor, söylesenize bu din hangi din Tanrı aşkına? Ve içinizde ki Tanrı’nın Ruhunun parçası olan vicdanınız ne diyor buna? İnanın o vicdanın haykırması icap ettiği an o vicdan haykırmıyorsa, o vicdanın başka bir zaman da haykırması insanlık adına hiçbir şey ifade etmez. Dünyanın en adi, en basit, en ucuz şeyleri için feryat figan eden ve boş avuntular, ahmakça hayaller uğruna bir köpeğin bile kabul etmeyeceği zilleti ve miskinliği kabul eden insan, nesi ile akılsız yaratıklardan kendisini ayrı tutabilmektedir acaba diye sormak iktiza eder. İnsan ne de hayırsızdır, umarsızdır, kibirlidir ve vefasızdır! Haksızlıklar karşısında susanlar dilsiz şeytandırlar! Ve emin olun ki, haksızlıklar karşısında susanlar, kendileri haksızlıkla karşılaştıklarında konuşacak tek bir kimse bile bulamayacaklardır ve işte o zaman susanlar asla dilsiz şeytan olarak telakki edilmeyeceklerdir. Zira düşeni kaldırmadıysan, düştüğünde uzanacak el beklemeye hakkın olamaz.

 

Yunus Suresinin 100. Ayetinde Allah der ki; Allah, aklını güzelce kullanmayanları rezil eder, pislik içinde bırakır. Evet, aklını kullanmayanlar, onursuzca, rezilce, izzetsizce ve miskince yaşamı peşinen kabullenmiş olanlardır. Çünkü onlar şüphe etmezler, merak etmezler, düşünmezler, sormazlar ve sorgulamazlar. Kendilerinden olanların kendilerinden olmayanlara yönelmiş zulümlerini tasdik ederler. Haksızlık karşısında susarlar. Çünkü onlar dünyayı ve içindekileri putlaştırmışlardır, putlarının eleştirilmesine tahammül edemezler. Onlar her şeye boyun eğerler. Haksızlık kendilerine yönelmediği müddetçe haksızlığı haksızlık olarak görmezler. Onlar yoksulu koruyup gözetmezler, Allah’ın mülkünde Allah’ın kulunu rızkından ederler. Diledikleri kadar alırlar ve verirler. Onlar sağırdırlar, kördürler, dilsizdirler ve hissizdirler. İmanlı olduklarını söylerler ama imansızmış gibi amel ederler. Gerçeği gördüklerinde kırmızı görmüş boğaya dönerler. Yeryüzünü fesada uğratırlar da, biz yeryüzünde düzeni sağlamak için varız derler. İnsançocukları vallahi, billahi, tallahi cahildirler. Ama cehaletlerinin gözlerine sokulmasından hazzetmezler. İnsançocuklarının hiçbir şey yapmalarına gerek yoktur, münhasıran cehaleti öldürsünler ve vicdanın sesine kulak versinler kâfidir. İnsançocuğu, amirinin kendisinden hoşnut olmasına göbek atarda, Allah benden nasıl hoşnut olur acaba diye tek bir kere sormaz. Bir garibin elinden tutmaz da, kirli bir eli tutmaktan imtina etmez. Yoksula kibirlenir de, servetlinin karşısında süklüm püklüm, iki büklüm olur. Allah’ın dediğini ikiletir de, liderinin dediğini ikiletmez. Bilmez ki, servetlinin karşısında münhasıran servetinden dolayı eğilmek dininin yarısını götürür. Bilmez ki, kendisini kurtaracak olan lideri değil Allah’ıdır. Nice güzel şeyleri, çirkin şeyler uğruna feda eder. O yeter ki dünyayı kazansın, yeter ki dünya nimetlerine kolayca kavuşsun, insanlığından birazcık kaybetse ne olur ki??? Zaman ölmüş ne ki, zekâ çürümeye terkedilmiş ne ki, uyanıklık uykuya yenilmiş ne ki, suskunluk isyanın yerine geçmiş ne ki, hak kuvvete yenik düşmüş ne ki, geçmişle övünülüp gelecek umursanmaz olmuş ne ki, kimlik dine tercih edilmiş ne ki, tutsaklık esarete tercih edilmiş ne ki, şerefsizlik şerefe tercih edilmiş ne ki, ahlaksızlık ahlaka tercih edilmiş ne ki, kul hakkı yemek vicdana, merhamete tercih edilmiş ne ki; yeter ki insançocuğu dünya da bir mevkii kapsın, son model teneke parçasında konforu tatsın, şatolarda, yatlarda hazzın doruk noktasına ulaşsın, büyük bir diplomayı eline alsın. İnsançocukları neyi neye tercih ettiklerini bilebilselerdi keşke. Neyi verip neyi aldıklarını anlayabilselerdi keşke. Dini çok az bir pahaya sattıklarının farkında olsalardı keşke. İnsan, maalesef, eşref-i mahlûkattan esfel-i safiline yuvarlanmıştır! Fakat bunu hissetmek, anlamak, fark etmek çok acı olduğu için ya da zorun zoru olduğu için, keyfimiz yerindedir ve yerinde olan keyfimizle yaşayıp gitmekteyizdir. Allah akıl fikir versin de üzerimize pislik değil rahmet yağsın ve biz güzel olalım, hayatlarımız güzel olsun, dünya güzelleşsin ve her şey çok güzel olsun!

Tarih: 19.05.2019 Okunma: 769

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?