Bütün anne ve babaların en büyük hayalleri, çocukken yapamadıkları meslekleri, çocuklarında görme istekleridir. Bu hayaller cumhuriyet kurulduktan sonra daha bir şevk ve istek doğurmuştur.
Çünkü henüz cumhuriyetimiz ve yeni devletimiz kurulmadan önceki padişahlık rejiminden dolayı, öğrenme ve eğitim olayları, kul olan halka kadar ulaşamadığından okuma yazma, sanat ve bilim sadece belli zümrenin elindeydi.
Matbaayı bulan, icat eden Johann Gutenberg’dir. Ne yazık ki; Matbaanın, Avrupa'da kullanılmaya başlandığı tarihten 200 yıl sonra, ilk kez 1726'da Osmanlı Devleti'nde İbrahim Müteferrika vasıtasıyla kullanılmaya başlandığı kabul edilir.
Bu nedenledir ki ülkemize matbaanın gelişi İbrahim Müteferrika tarafından ancak bulunuşundan 200 yıl sonra ülkemize gelebildiği için halkın okuma yazma oranı çok düşüktür. Harf Devrimi’nden önce Arap harfleri ile okuma yazma oranının erkeklerde yüzde 12.99 kadınlarda ise yüzde 3.67 olduğu, toplamda da okuryazar oranının yüzde 8.61 olduğu görülebiliyor. Söz konusu kitap incelendiğinde “28 Teşrinievvel 1927 Umumi Nüfus Tahriri, Fasikül 3, Usuller Kanun ve Talimatnameler Neticelerin Tahlili” isimli çalışmaya TÜİK’in kütüphanesinden de ulaşmak mümkün.
Bu bilgiler neden önemli?
Anayasamızın 42. maddesi “Kimse Eğitim ve Öğrenim Hakkından Yoksun Bırakılamaz” der. Âmâ bu eğitim ve öğrenim hakkının adaletli ve eşit olarak nasıl yapılacağı konusu, yürütmenin vicdanlarına, sorumluluklarına, dünya görüşlerine, siyasi ideolojilerine ne yazık ki bırakılmıştır.
Milli Eğitim Sistemimiz yıllardır tekeri çamura batmış bir araba gibi, patinaj yapıp duruyor. Yeniden gündeme gelen ve değişecek eğitim sisteminde, araba sanırım patinaj yapmayı şöyle dursun, hareket kabiliyeti bile olmayan ve durmaya mahkûm bir araç pozisyonunda.
Ben Fen Bilimlerine yıllarını vermiş biri olarak; pozitif bilimlerin, aklın sağduyunun, analitik düşünmenin en iyi aracı olduğunu bilenlerdenim.
Milli Eğitim Bakanımızın işin mutfağından gelen biri olarak, bakan olduğu zaman sevindiğimiz, iyi bir eğitimci olduğunu, eğitimin öğretimden daha önemli olduğunu savunan uygulayan biri olduğunu biliyoruz.
Bu yüzden çok destekledik. Sistemi iyi bir şekilde oturtacağına ben ve benim gibi düşünen arkadaşlarım inandık.
Lise sisteminde ders sayılarının azaltılması, kendi çerçevesinde doğru olabilir.
Öğrencilerin belirli bir alana istekleri doğrultusunda gelişmeleri sağlanabilir.
Bunları anlayabilirim ama matematik ve fen Bilimlerinin yeni sistemde, isteğe bağlı bir ders olmasını anlayamıyorum.
Bu çocuklar zaten ilk ve orta kısımda ne kadar hakkını vererek fen ve matematik dersi görüyorlar. Artık sınıfta kalma derdi olmayan bir öğrencinin lisede matematik ve fen derslerine bakış açılarının pembe bir gözlükle mi bakılacağı sanılıyor.!
Çocuklar aslında elektrikte direnç gibidirler. Bu dirençler farklı ve direnç küçük olursa, akımın geçmesi yani bilginin akışı kolaylaşır.
Dirençli çocuklar ise; akımın geçmesini yani bilginin akışını zorlaştırırlar.
Unutmayalım ki; elektrikte direnç, hep kısa yolu tercih eder. Kontak yapma da elektriğin kısa yolu tercih etmesinden kaynaklanır.
O zaman öğrenci dirençli de olsa, az dirençli de olsa, akımı geçirmeyi, bilgiyi öğrenmeyi sağlayan yöntemleri ilk ve ortaokulda kendisi, öğretmen olmadan yapamaz.
Ne yazık ki; Yeni sistemde ne öğretmenlerden, ne okullardan bahsedilmiş!
Ne kadar iyi niyetli de olsak, bir şeyleri hep eksik veya yanlış yapıyoruz.
Peki, lisede seçmeli durumuna getirilen matematik ve fen bilimlerini eğer çocuğun, ilk ve ortaokuldan gelen yeterli bilgi ve deneyim ve becerileri yoksa çocuk bilmediği, kendine zor geldiği bir dersi neden seçsin?
Ayrıca; Edirne’den Kars’a kadar, İzmir ‘den Bitlis’e kadar Antalya’dan Mardin’e kadar kısacası; yurdun dört bir yanındaki okulların, öğretmenlerin, öğrencilerin hangi durumları eşit ve adildir. Bu özellikle mahrumiyet bölgesinde ve daha çok kırsalda bulunan zeki öğrencilerimize bir eğitim darbesi olmaz mı?
O çocukların matematiği fen bilimlerini seçme hakkının olması için bulundukları konum sosyal koşullar, fiziki koşullar, maddi koşullar ve o dersleri seçmelerini sağlayacak iyi öğrenme ortamlarının da olması lazım değil midir?
Çocuğa bu olanaklar verilmese, matematiğin hayatın olmazsa olmazı olduğunu, nasıl kavrayabilir? !
Fen bilimlerinin hayatını kolaylaştıran teknolojiyi tanıyan, mühendisliği kavratan ders olduğunu nasıl tanıyacaktır?
21. Yüzyıl Dünyası bırakın matematik ve fen bilimlerini seçmeli olmasını, dört disiplini bir arada tutan eğitim sistemine dönmüştür. Buna STEM deniliyor.
Science =Fen Bilimleri, Technology= Teknoloji, Engineering Mühendislik Mathematics=Matematik
Felsefe, bilimin önünü açan düşünmeyi sağlayan en önemli derstir. Çünkü bilimin oluşmasına en çok felsefe dayanak sağlar. Aristolar, Platonlar, Sokratesler olmasaydı bugün matematiğin fenin temelleri atılır mıydı?
Din Kültürünü de felsefi yorumlayabilirsiniz ama eğer iyi bir gelecek istiyorsak, azalttığınız derslerin yerine mutlaka, düşünme felsefesi dersleri, mantık dersleri de koyabilirsiniz.
Hele hele, sanat, resim, müzik ve beden eğitimi dersleri, insanın hem manevi hem de soyut düşünme becerileri kazandıran ruh ve beden bütünlüğünü sağlayan derslerdir. Bunları programdan çıkarmak Türk Milli Eğitim Sistemine yapılan en büyük haksızlık ve en büyük gaflet olur.
Yazımın başlığını bu nedenle, matematiğin sosyal bilimler ile dansı koydum. Gerekçesi, bilimleri ayrıştırmak değil ilişkilendirmek gerekir diye düşündüğüm içindi.
Sayın bakanımızın mutlaka bu görüşlerimizi dikkate alacağını umuyor, belirli bir uzlaşma sağlayacağını düşünüyorum.
Lütfiye KADER
Uzm Fen Bilimleri Öğretmeni