Güç, her zaman dikkat çekici ve kabul
ettiricidir. Tabi kahir ekseriyetle acziyet içerisinde olanlara karşı
geçerlidir bu durum. Bu yüzden de güçlü olanlar kendi ürettiklerini daima kabul
ettirmek, dışarıyı etkilemek ve herkesi kendilerine benzetmek isterler. Aynı
zamanda da kendilerinin dışındakileri her zaman küçümserler ve zaman içerisinde
küçümsenenler bunu spontane ittihaz ederler. Bu haddizatında iflah etmeyen bir
hastalıktır. Kendi küçüklüğünü kabul edenler, kendilerini küçültenlere karşı
aşağılık kompleksi içerisinde olurlar ve onları taklit etmeye tevessül ederler
hatta bunu bir zorunluluk olarak algılarlar. Tabi bu taklit kahir ekseriyetle
maddi tezahürlerde baş gösterir. Nihayetinde ise, kendilerini unutup başkaları
olanlar oldukları başkalarıyla gurur duymaya başlarlar. Bir insan, kompradorun
sahip olduğu kibre sahip olmakla övünür de, kendi tevazuunu kaybetmekle gurur
duyar. Bu paradoks bahusus emperyalistler ve emekçiler arasında tezahür eden
psikolojik bir durumdur. Sömürülen insan, hem sömürücü tarafından azarlanır,
hakarete uğrar, hem de sömürenin hareketleriyle insanlığı ezilir ama buna
rağmen gider yine onun insafına iltica eder. Bitevi kendini öven ve
ürettikleriyle gurur duyan emperyalist sömürgen, kendi dışındakileri
aşağılayarak, ezerek ve onların onurlarını çiğneyerek, özbenliklerini tarumar
eder, iradelerini kırar ve onları kendi gözlerinde bile küçültür. Bu şekilde
küçülen insan artık büyük olabileceğine asla inanmaz ve kendinden üstün gördüğü
sömürgeni alt edebileceğini düşünemez. Sömürülen, kendisini küçülten sömürgenin
kendisine yönelteceği aşağılık tavırlardan kurtulmak için artık ona sığınır ve
onu tüm yönleriyle taklit etmeye başlar. Sömürgen neyi severse onur sever,
neyden hoşnut olursa onu yapmaya başlar. Zira onun gözünde sömürgenin yaptığı
her şey yüce bir zevkin ürünü ve ideal bir karakterin tezahürüdür. Bu
sebeplerden dolayı da onu beğenmek, ona sempati duymak ve benzemek büyümenin ve
yücelmenin yegâne yoludur. Aksi durum
utanılası bir durumdur ve merkezin dışına itilmenin, hakir görülmenin haklı bir
sebebidir. Kendini tanımayan, kendini bilmeyen ve kendi gücüne inanmayan insan,
her zaman yenilmeye, ezilmeye, sömürülmeye mahkûmdur!
İnsançocuğunun kendini tanıması ve
bilmesi ona en önemli ayrıcalığı bahşeder, o da özbilincine sahip olmaktır.
Böyle bir ayrıcalığa sahip olmak demek, insanın hangi yerde durduğunu, hangi
insanlığa ait olduğunu, hangi değerlerle varolabileceğini, kavgasının niçin ve
kime karşı olduğunu ve nereden beslendiğini, nerede durması gerektiğini, niçin
ve kim için yaşaması gerektiğini bilmesi demektir. Böyle bir özbilincin
varacağı yer, varoluş bilincidir ki, insanı Tanrı varlığının katına yükseltir
ve insanlığının farkında olmasını sağlar. Bu şekilde kendisini tüm boyutlarıyla
tanıyan insançocuğu, tanıdığı kendine sıcaklık besler, sevgi duyar ve artık
hiçbir maddi değere kendi varlığını değişmez. Çünkü kendi varlığını, maddi
varlıklara peşkeş çeken insan alçalmıştır ve alçaktır. Artık, kendi varlığının
bilincine ermiş insan, insanlığını pazarlık konusu yaptırmaz ve haraç mezat
satmaz, sattırmaz. Çünkü önemli olan kendisidir ve kendisi dışında ki her şey
kendisine hizmet ettiği oranda değerlidir. Zira o özne olduğunun bilincine
ermiştir ve özne oluşunun değerini idrak etmiştir. Ki, tabiatta ki her şey de
ona hizmet için var değil midir zaten? Öyleyse nesnelere kendisini feda edemez
ve nesneleşmiş insan görünümlü yaratıklara kulluk yapamaz. Artık budan böyle
tüm varlıksal boyutlarda tedricen bilinç sahibi olmaya başlar. Bireysel bilinç,
toplumsal bilinç, sınıfsal bilinç ve politik bilinç kendini göstermeye başlar
kendini tanıyan insanda. Böyle bir insanı yenebilecek hiçbir güç yoktur artık.
Böyle bir insan için bundan böyle artık her şey çok güzel olacaktır ve dünya
onun için cennet misali bir ev halini alacaktır. Kendini yenmiş olan insan,
kendisine savaş açmış tüm güçleri yenmeye muktedirdir ve artık o talihini
değiştirmeye kadirdir. Artık o kendini aldatanları bilmektedir, nasıl
aldatıldığını görmektedir, büyük yalanların nasıl söylendiğini fark etmektedir.
Çünkü o, ilahi özelliklerinin farkına varmıştır ve sahip olduğu bu özellikler
sayesinde önce kendi yolunu ve yönünü değiştirmeye, sonra da tarihin akışını
değiştirmeye güç yetirebilir. Böyle bir insan, sünger değil katalizördür artık.
İşte bizim aradığımız ve özlemini çektiğimiz insan türü budur! Kula kulluk
etmeyen, zulüm bizdense ben bizden değilim diyen, kaderinin iplerini kendi
eline alan, insana sadece insan olduğu için değer veren, insan olmayanın
kimliğine aldanmayan, haksızlık karşısında susmayan, susturulmaya çalışıldığı
zaman sadece kendi iradesinin ortaya konabileceği yerlerde özgür iradesini
ortaya koyarak kendisini tanımayanlara ve kendisine değer vermeyenlere işte ben
varım ve buradayım diyen insan türü budur!
Türkü tadında, şiir gibi yaşamak isterken
delice, bir anda ölümü özler misin? Çiçek çiçek açmak isterken kırlarda,
yıldızlar dolarken koynuna geceleri, bembeyaz karlarla karışırken bembeyaz
düşlerin ve uzak düşler kurarken gözlerini tavana dikmiş halde, ölümü özler
misin ansızın? Tohumlar ekerken toprağa, olgunlaşırken başaklar, kuşlar
uçuşurken gökyüzünde ve ay doğarken yüzüne, özler misin ölümü aklında bile
yokken ve gözlerin gülüyorken? Özlüyorsun işte… Hayat böyle bir şey… Hayali
böyle bir şey hayatın… Hayal kurun insançocukları, hayaliniz yoksa kupkurusunuz
ve kurumuş bir hayatın yolcususunuz ve yaşamadan kustuğunuz ölüm olur o zaman
ve kustuğunuz ölümden yaşamı doğururlar, yaşamayı bırakın varolmaya bile hakkı
olmayanlar. Ne isteyeceğiniz bir şey olur, ne uğruna kavga vereceğiniz yarınlarınız.
Çünkü insan hayal kurdukça varolur, kurduğu hayalleriyle yaşar ve kavganın
itici gücüdür kurduğu hayali insanın. Sizlere hep kötü şeyler verenlerin mi bir
şeyler vereceğini düşünürsünüz yoksa her şey güzel olsun diye umut verenlerin
mi bir şeyler vereceğini düşünürsünüz? Ve hayallerdir ki güzel ve aydınlık
yarınları doğururlar. İnsanca yaşamayı, sevmeyi, gülmeyi, eğlenmeyi, neşe ve
sevinç içinde vals etmeyi doğururlar. İlk önce hayallerinizi çaldılar sizin ve
yaşamınızı sonra! Ne güzeldir özgürce gülmek değil mi? Ne güzeldir el ele
kardeşe yaşamak ve doğada ki tüm duyguların gönlüne akıvermesi ne güzeldir
değil mi? Ya barış türkülerini terennüm etmek ve halkların çoğaldıklarını
görmek ne güzeldir değil mi? Ve ne güzeldir değil mi, gasp etmeden, tekelleştirmeden
paylaşarak yaşamak ve güçlenmek paylaşarak. Yaşamak mümkün müdür ve mümkün
müdür ölümü özlememek hayalin yoksa? Hayat, hayali olanı karanlıkta bırakmaz!
Faşist emperyalizm bizim hayallerimiz çaldı ve artık ondan hayallerimizi geri
almak zorundayız. Çünkü yaşamak istiyoruz ve yaşamak zorundayız, hayalsiz
yaşanır mı? Geçelim! İnsançocuğuna onurlu yaşamı bahşedecek iki türlü bilinç
vardır. Biri özbenliğinden doğan bireysel bilinç, diğeri de yaşatmak uğruna
yaşamak istediği ve kendisini kutsal kavgaya götüren toplumsal bilinç.
Bilinçlerinizle hayallerinizi kucaklaştırın insançocukları! Bireysel
varlığımızın ve haklı ve onurlu halk olarak varoluşumuzun düşmanları, bizden
bireysel ve toplumsal bilincimizi çalıp, bilinçlerimizin yerine bizlere
cehaleti, yokluğu, zilleti, miskinliği verenlerdir. Allah’ın mülküne ipotek
koyup, Allah’ın kullarına Allah’ın mülkünde yaşamayı zehir edenlerdir. Ve
bizden yaşamı çalıp bize ölümü veren ne varsa, bizim bilinçlerimizi çalmaktadır
ve bize düşmandır. Tarihin akışını ve insanlığın makûs talihini değiştiren
herkesin sahip olduğu ortak ve en yüce değerdir sahip olduğumuz bilinçlerimiz.
Artık savaşlar ilk önce bilinçlere karşı veriliyor ve önce bilincin
kuşatılıyor, bilincin tutsak olduğu zaman, gövdenin özgür olması mümkün müdür?
Bilinçleriniz hayallerinizi besler, hayallerinizi bilinçleriniz gerçekleştirir!