BÜYÜK YANILGI VE KARANLIĞIN KUYUSU...10...

Özgür DENİZ - 23.05.2019

İnsan zihnine, savaşta düşman üstüne yağdırılan mermi gibi her yönden bilgi yağıyor. Dışarıdan bakılınca sağlam gibi görünse de bu bilgiler haddizatında mahiyet olarak kof bilgilerdir ve insançocuklarını alıklaştırmak, bönleştirmek için imal edilmiş ve istenilen insanı imal edecek bilgilerdir. Ama bu bilgiler zihne yerleştikleri vakit zihni dumura uğratıyorlar, kötürümleştiriyorlar, bireysel ve toplumsal bilincimizi ifsad ediyorlar yani bizi istenilen insan yapıyorlar, olmak istediğimiz insan değil, olmamız istenilen insan. Çünkü olmak istediğimiz insan olursak, birilerinin çok istedikleri hayatı yaşamaları imkânsızlaşacaktır yani dünyalık arzularının tahakkuku akamete uğrayacaktır, binaenaleyh bizi bilgisiz bırakmıyorlar. Bu bilgiler gelip zihinde kökleştiği vakit, bilinçlerimiz bizi terkediyorlar ve bizler birer ölü canlara dönüşüyoruz. Çünkü insanın düşmanları, bugün maddi araçları ya da kuvvete istinat eden şeyleri değil, insanın ruhuna, kalbine ve kafasına dokunan şeyleri kullanıyorlar. Duygularla, düşüncelerle oynuyorlar; giyeceklerimizle, yiyeceklerimizle, içeceklerimizle, hazlarımızla, zevklerimizle, ortak olgularımızla vuruyorlar bizi. Korkuyu, kalbimizin ve kafamızın içine, gövdemizin en dip derinliklerine monte ediyorlar. Gerçeği ters yüz edip ve tersyüz edilen yani tahrif ve tahrip edilmiş ve yalana tedvir eylenmiş gerçeği, gerçek diye önümüze koyup tercih etmemizi istiyorlar. Oysa hazır şekilde getirilip önümüze konulmuş neyi tercih edersek edelim, netice değişmeyecektir ve bunu çok iyi biliyorlar düşmanlarımız yani insançocuklarının düşmanları. İnsançocuklarının düşmanlarının dili, dini, rengi, ırkı yoktur, onlar her yerden çıkabilirler. İnsançocuklarını, nice melek yüzlü, dost maskeli düşmanlar mahvetmişlerdir. Derine doğru inersek fehmedebiliriz burada ki inceliği. Biz, işte şundan bize düşman olmaz deriz ama onun amansız bir düşman olabileceğini fark etmeyiz. Allah; niye ‘’şeytan sizi Allah ile aldatmasın’’ diye buyurmuştur ilahi buyruğunda? Bizim hislerimizi, düşüncelerimizi şırınga ile çekip almak ve bizi düşüncesiz, hissiz bir hayvana dönüştürmek istiyorlar. Düşünmemizden, duygulanmamızdan, merak etmemizden, sormamızdan, sorgulamamızdan, şüphe etmemizden ve tetkike meyletmemizden endişeye kapılıyorlar. İnsançocukları, hangi safta bulunurlarsa bulunsunlar, neye inanırlarsa inansınlar, neyin ve kimin peşinden giderlerse gitsinler, kesinlikle maddi ya da manevi hareketlerini bilinçsizce yapıyorlar ve ne yaptıklarını, niçin yaptıklarını kesinlikle bilmiyorlar. Oysa kati surette bilmeliyiz ki, doğru düşünce olmadan doğru bilgi olmaz, doğru bilgi olmadan da doğru inanç, doğru felsefe olmaz. Felsefe demişken, muhakkak felsefe talim ediniz, felsefesiz kalmayınız. Düşünmeden bildiğimizi zannettiğimiz, bilmeden inandığımız ve sahip olduğumuz inançlar, felsefeler, çok geçmeden fanatizme ve batıl inançlara dönüşür ve toplumu hurafeler, yalanlar yönlendirmeye başlar. Bunu münhasıran varlığın dinsel yönüne hasretmemeliyiz, inanç boyutuna yükselmiş hangi düşünce olursa olsun bu bağlamda değerlendirilmelidir. Ama dinsel boyutta kendisini biraz daha net ve kesif olarak hissettirmektedir. Toplumda zihniyet devrimi gerçekleştirilmeden hiçbir köklü dönüşüm gerçekleştirilemez. Bugün insanlığın muhtaç olduğu, hissetmese bile ihtiyaç duyduğu yegâne şey zihniyet devrimidir. Çünkü zihniyet devrimi olmadan başarabilinecek hiçbir şey yoktur ve olamaz da. Bu durum bireyin şuurunda, zihninde, hayatında kök salmış olmalıdır ilk evvelde. Ki, ondan sonra toplumun kılcal damarlarında etkisini gösterebilsin ve insanlığın sarsılmasını sağlasın.

 

Bir bardak suyu derin dondurucuya koyarsanız ne olur? Donar ve kabın şeklini alır de mi? İşte tıpkı bunun gibi insanı da muayyen bir kalıba sokmaya yani bir nevi dondurmaya ve istenilen şekli vermeye çalışıyorlar. Herkesin elinde kendi düşüncelerini, duygularını doldurduğu bir kavanozu var ve insanı da o kavanozun içine katmaya ve insana o kavanozun şeklini vermeye çalışıyorlar ve insan kavanozun içine gönüllü giriyor. Sonrada insanı oradan çıkarıp hayatın içine bırakıyorlar, üstelik kendi tefessüh etmiş, köhnemiş, çağın gerisinde kalmış duyguları ve düşünceleri ekseninde ürettikleri hayatın. Üretilmiş insanı, üretilmiş hayatın içine atıveriyorlar. Böylece, kendi doğallığını kaybeden, doğal gelişim sürecinin dışına çıkan insan, insanlıktan da çıkıyor ve birbirini boğazlayan hayvanlar gibi yaşamaya başlıyorlar. İnsan, imal edilen bir varlık derekesine düşürülmüştür maalesef. Şöyle bir bakın dünyaya lütfen, kahir ekseriyetin imal edilmiş olduklarını müşahede edersiniz. Çünkü kendi varoluşlarına mütenasip davranışlar sergilemediklerine ve kendileri gibi yaşamadıklarına şahit olursunuz, kendilerini imal edenlerin istedikleri gibi yaşadıklarını, onların kafalarıyla düşündüklerini, onların duygularıyla duygulandıklarını, onlar gibi giyip, yiyip, içtiklerini ve onların istediklerini yapıp, istemediklerini yapmadıklarını görürüsünüz. Maddeyi nasıl imal ediyorlarsa, insanı da faşist emperyalist düzenin düzeneklerinde imal ediyorlar yani düzeneğin işlemesini sekteye uğratmayacak, bilakis daha iyi şekilde işlemesini sağlayacak insanlar imal ediyorlar ve buna da insanları gerçekten inandırıyorlar. Resmiyet kavanozuna atılmış, orda uzun yıllar bekletilmiş, kalbi ve kafası resmileştirilmiş, doğallığını, özgünlüğünü, özbenliğini, özbilincini kaybetmiş, duyguları ve düşünceleri öldürülmüş ve sonra piyasaya sürülmüş uzmanlara insan imal ettiriyorlar. Nasıl insanlar istediklerini söylüyorlar ve planlarınızı yapın ve kurgulayın diyorlar. İmal edilen insanlar artık istendik şekilde manipüle edilebiliyorlar, söylenen her şeye inanabiliyorlar, yaptıklarını niçin yaptıklarını sorgulayamıyorlar, nereye, niçin ve nasıl gittiklerini idrak edemiyorlar. Bilmeden, anlamadan ve birilerinin, duyguları ve düşüncelerine göre düşman oluyorlar ve nefret ediyorlar. Neyi tercih ettiklerini, niçin tercih edeceklerini bilmiyorlar ve neyi, niçin tercih ederlerse etsinler sonuncun asla değişmeyeceğini fark edemiyorlar. Bilmeden, anlamadan inanıyorlar. Kendileri için değil başkalarını yaşatmak için yaşıyorlar. Başkaları yaşarken ve kendileri bakarken, acaba yaşamak benimde hakkım olamaz mı, biz dünyaya hep başkaları yaşasın diye mi geldik diye sormak akıllarının ucundan bile geçmiyor. Söylenilen hiçbir şeyi, ortaya konulan hiçbir eylemi sorgulamıyorlar. Hakikati inkâr edecek, her türlü yalanı yutacak, istenilen kıvamda ve ölçüde olacak insanlar istiyorlar ve imal ettiriyorlar. Yeni ve katışıksız bir gerçekliğe vasıl olabilmek için, zihnimizi kuşatan yalanları yok etmeli, gövdemizi saran zincirleri kırmalı ve varoluşumuzu tüm buutlarıyla özgürleştirmeliyiz. Sahici, sağlam ve altyapısı güçlü bir değişim için iradesini ortaya koymayanlar, imal edilmeye direnmeyenler, samimi ve dürüst bir gayret içerisinde olmayanlar, insanca yaşanacak güzel ve aydınlık yarınları hak edemezler. Hak ettiğim yaşama ulaşmak için, imal edilmeyeceğim ve direneceğim. Varolduğum gibi insan olmak istiyorum, çürümüş zihinlerin bozuk kodlarına göre imal edilmiş insan olmak istemiyorum. Birilerine göre sevmeyeceğim, nefret etmeyeceğim, yaşam çizgimi belirlemeyeceğim, tercihte bulunmayacağım. İnsan olmaklığım ekseninde, sevmem gerekiyorsa seveceğim, nefret etmem gerekiyorsa edeceğim, nasıl yaşamam gerekiyorsa öyle yaşayacağım. Yaşamak, insanın tam karşısında ama hissedecek kalbi, anlayacak kafası, görecek gözü yok maalesef!

 

Topluma şöyle bakıyorum da, insanlar hep bir şeylerden şikâyetçi ve hep başkalarını değiştirmek derdinde ama kimse ben ne yapabilirim ve ben kendimi değiştirmeden diğerlerini nasıl değiştirebilirim ya da acaba benim kendimi değiştirmemi gerektirecek bir yaşamım var mı diye akıl yürütememektedirler, belki de yürütmektedirler ama samimi olmadıkları yahut kendilerine karşı kör oldukları için olumlu bir sonuca varamamaktadırlar. Kendileri kötülük yapmaya devam ettikleri halde ya da yaptıklarının kötülük olduğunu bildikleri halde veyahut kötülükleri yok etmek adına hiçbir iyilikte bulunmadıkları halde yine de başkalarının kötülüklerini ortaya getirecek kadar alıklar ve bönler. Veyahut kendileri kötülük yaptıkları için başkalarının iyiliklerini örtecek ve bu yolla insana ve topluma ihanet edecek kadar ahlaksızlar. Daha ötesi bazıları da, kendileri sanki doğuştan iyilermiş gibi ve bu sebeple de kötülük işleyebilirlermiş gibi, işledikleri kötülükleri göz ardı ederek, kendi dışlarında iyilik yapanlar kendileri gibi düşünmedikleri için onları inançlarından dolayı yargılayıp kötüler kategorisine dâhil etmeye tevessül etmektedirler. Kimliklerimizin, işlediğimiz kötülüklerimizi temizleyeceğini sanacak kadar bağnaz, sekter ve dar kafalıyız. Bizler kişilere, kendimiz hiçbir şey yapmadan, bizi değiştirebilecek güç vehmetmekteyiz ve kendimiz öylece yaşamımıza devam etmekte ve kötülüklerimizden de el çekmeye çalışmamaktayız. Yani kendimizi kenara koyuyoruz ve her şeyi dışarıdan bekliyoruz. Biz kötülük yapabiliriz ama dışımızdakiler iyilik yapmalıdırlar. Biz kendimizi ortaya koyamayız ama kişiler bizi değiştirmelidirler. Ne kadar alıkça ve bönce bir duyumsayış ve düşünüş. Eğer böyle bir şey kabil olsaydı, Peygamberin varoluşu, insanlığın külliyen değişimi için temel etken olurdu ve insanlık hiçbir hareket yapmadan, münhasıran Peygamberin varlığıyla değişirdi. Oysa hakikatte böyle bir şeye yer yoktur. Çünkü değişim, bireyin kendi özünden başlar. Her şeyin çok güzel olması için önce insanın çok güzel olması, özgür iradesini ortaya koyması, ödevini behemehâl yapması gerekmez mi? Birey kendi kendisini değiştirme iradesi göstermedikçe, ne kendisi değişebilir ne de toplumun dönüşümünde etkili olabilir. Peygamberin görevi neydi? Hakikati insanlığın vicdanına iletmek. Çünkü Peygamberin insanlığı inandırmak gibi bir görevi yoktu. Mesaj ulaştığı an gerisi insanın kendisine kalmaktaydı. Kur’an’ı tertil, tedebbür, taakkul ile okuyup anlamaya çalıştığınız vakit, bu hakikat spontane tezahür edecek ve kalplerinize ayan olacaktır. Ama anlamadan inanmayı tercih eden insanoğlunun bu hakikati de anlaması kuşkusuz güç olacaktır. Herkes kendi kaderinden kendisi sorumludur ve kaderini kendisi çizer ve elbette toplumsal kadere dokunuşlarda bulunur! Kaderine ve kaderlere dokunuşta bulunmaya var mısın, yarınlarda her şeyin çok güzel olması için?

 

Gördükleriniz, bildikleriniz gerçek değil! Görünmeyenleri, bilinmeyenleri ve gerçekleri de ortaya koymak kolay değil. Dünya zor bir yerdir ve zoru yenmek kolay değildir! Şu dünyaya yeni doğdunuz ve dünyada yapayalnızsınız ve zaman içinde her şeyle ilk defa karşılaşıyorsunuz yani beyninizde hiçbir şey yok ve gövdenize gelen donelerle tedricen dolduracaksınız. Kendi emeğiniz çok önemli, çünkü emeğinizle mütenasip bir kişiliğiniz, kişiliğinizle mütenasip bir yaşamınız ve yaşamınızla mütenasip toplumsal bünyeye dokunuşlarınız ve dokunuşlarınızla mütenasip bir etkiniz olacaktır, etkiniz olduğu kadar da istediğiniz gerçekleşecektir, böyle farz ediniz. Ve kimsenin etkisinde kalmadan, kimseye inanmadan, kimseyi duymadan öğreniniz öğreneceğiniz ne varsa. Kesinlikle mutlak özgürlüğünüzle öğrenin öğreneceğiniz her şeyi ve öğrenecekleriniz kendinizi bile yalanlasa insanca bir duruş sergileyip kabul etmekten imtina etmeyin. Anlama çabası içine giriniz, hakikati arayınız, anlamadan da inanmayınız; yalanlardan kurtulabilmek ve gerçekliğe ulaşabilmek için bu önkoşuldur. Hayat çok komplikedir ve biz işte böyle bir hayatın içinde gerçekliğe ulaşmak zorundayız. Bir şeyin yalan olduğunu bile bile kabul etmek nasıl bir duygu? Bir insan yalana inanarak mutlu olabilir mi? Yalanlarla varolunabilir mi? Yalanlarla varolmaya çalışanlar, var kılmaya çalıştıkları bir şeyleri olmayanlardır. Münhasıran varlıklarını payidar kılmak derdiyle yananlardır ama bu uğurda insanları da yakmaktan imtina etmeyenlerdir. Geçelim! İnsan eskiyi fırlatıp atar, nisyan çukuruna gömer ve yeniye hayran olur ama bilmeden yapar bunu. Bilseydi ki yeni diye bildiği onu daha da eskiye mahkûm kılacaktı ve eskitecekti, yapar mıydı yine de yapmayacaklarını? Kim bilir! Çünkü mühim olan getiri ve götürüdür ama bu düşünülmez bile. İnsan gördüğü şu fezanın derinliklerinde çok farklı âlemlerin olduğunu düşünemez, çünkü gözleri yorgundur bakamaz, beyni duvarlara çarpar ve geri döner ve kendi sığlığına sığınır. Görmeye çalışanları da küçümser, yaftalar ve göremeyenlerin göremediklerini görenlerin ve gördüklerini anlatanların gözlerini oymaya çalışır. Çünkü insan gerçeklerden korkar, zira gerçeklerin kendi varlığını yalanlayacağını ve kendisini hiçleştireceğini ihsas eder. Bu yüzden gerçeklerden uzak yaşamaya çalışır ve gerçekleri yakınlaştırmaya çalışanlardan da nefret eder. Çare midir, çare nedir?

Tarih: 23.05.2019 Okunma: 801

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?