Çoğalan her şey, mutlaka bozulmanın
yolunu açar. Çünkü şeyler çoğaldıkça karmaşıklaşır, karmaşık hal alınca,
kafaları karıştırır ve insanı kilitler. İnsan o karmaşa içinde yani güzel ile
çirkinin, iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın, hakikat ile yalanın karışması
durumunda neyi seçeceğini bilemez ve nefsine en hoş geleni seçer. Nefse hoş
gelen de haddizatında boş olandır. Çünkü nefse ağır gelen kolay kolay tercih
edilmez. Bu durumda insanın bozulmasını intaç eder. Bugün ilim çoğaldığı için
insan sözü kaybetmiş ve laf kalabalığında boğulmuştur. Din çoğaldığı için,
gerçek din yitmiştir. Teknoloji çoğaldığı için cazip hale gelmiş ve insanları
esir almıştır. Yalan çoğaldığı için, her türlü kutsallık bile yalanın kurbanı
olduğu için hakikat ölüme terkedilmiştir. Çoğalan her şey mahvolmayı
çabuklaştırmış, bireysel ve toplumsal bilincin kaybına sebep olmuştur. Çünkü
çoğalmak, muhtevanın, niteliğin, kalitenin ve değerin katili olmuştur.
Nihayetinde çoğlan her şey, insanı kör, sağır, topal kılmış ve sakat bir insan
üretmiştir. Çoğalmak insanın çoğalmasına da yol açmıştır ve bir insan da bin
insanın doğmasının müsebbibi olmuştur. İnsanlar her girdikleri mekânın kalıbına
bürünmüşler ve her mekanda bin surata, her surata bin yalana dönüşmüşlerdir.
Gerçek insanın yitimi de böyle olmuştur. Hatta insanın bir anlık bile yalnız
başına kalıp kafasını dinlemesini de imkânsız kılmıştır bu durum. Çoğalmak
haddizatında karanlığın göklerimizi kaplamasını da tevlit etmiştir. Bu yüzden emperyalizm
her şeyi çoğaltmak için çırpınır durur. Çünkü çoğalan şey alıcının da çoğalması
demektir. Öyleyse çoğalmak kazanmak demektir. Çoğalmak aynı zamanda kalitenin
düşmesinin ve ucuzlamanın yolunun da açılması demektir. Dahası çoğalmak
parçalanmakta demektir. İstendik insan tipinin daha kolay ve ucuz yoldan, daha
çabuk şekilde üretilmesi demektir. Bugün bir mesleği edinmiş insanların
çoğalması, o meslekte kaliteli olanların değerini düşürür ve değeri düşen
meslek sahibi ağır işlerde ucuz ücretle hizmet etmek zorunda kalır. İşte faşist
emperyalizm de bunu çok iyi kullanmaktadır. Büyük beyinleri kendisine çekmekte
ama onları kendi hedefleri için handiyse bedavaya kullanmaktadır ve o
insanlarda buna mecbur kalmaktadır, zira kendilerinden olanlar çokturlar. Bugün
dünyada her şey bir ticaret ve kazanma aracı olduğu için çoğalması nefisleri
okşamaktadır ama zamanı gelince bir bumerang gibi dönüp yine hoşnut olan
nefisleri vurmaktadır. İnsan azaldığı kadar mutludur ve güçlüdür hatta
özgürdür!
Biz biliyoruz ki, inandığımız gibi
yaşamıyoruz ve yaşayamayacağız yani sahtekârca yaşayacağımız çok aşikâr, ne
kadar kendimizi kandırsak bile gerçeği çok iyi biliyoruz. Bu sebeple de
yaşamımızla insanları etkilememiz, insanların gönüllerine hükmetmemiz ve
insanlara düşüncelerimizi kabul ettirmemiz kabil olmayacaktır, öyleyse ne
yapmalıyız? Düşünüyoruz, taşınıyoruz ve cevap bulundu; cebren ve hile ile dikte
etmek. Düşüncemiz, muhatap aldığımız kişilerce kabul edilmediği takdirde de bir
şekilde itham etmeye ve tecziye etmeye yöneliyoruz. Damgamız hazırdır ve
korkutucudur. Üstelik böyle bir haksızlık yaptığımız halde düşüncemizin tolere
edilmesini bekliyoruz yani kabul ettirmeye çalışırken bile gerçekte kabul
edilmesini istemiyor gibiyiz. Zira aklı olan medeni insanlara galebe çalmak
asla zor yoluyla değil, gönüle hükmetme yoluyla kabil-i mümkündür. Bilakis,
insanların daha da düşmanlaşmasına yol açarız. Çünkü kendi düşüncemizi yegâne
doğru kabul ediyoruz ve kabul etmesini istediklerimizin de bizi değil
düşüncemizi kabul etmelerini bekliyoruz ve düşüncemizi en doğru olarak
gördüğümüz içinde kati bir kabul bekliyoruz. Oysa böyle bir şey ne insanidir,
ne ahlakidir, ne de adildir hatta gerçekte tiksinçtir. Eğer düşüncene
inanıyorsan, kendine güveniyorsan ve gönüllere iletmek istiyorsan namusluca
yaşamaktan başka yol yoktur. Senin tüm kalbinle inanmadığın düşüncene (ki,
inansan yaşardın) ben niçin inanayım ve senin yaşamadığını niçin ben yaşayayım?
Belki ben kendi inandığım düşüncemi, senin inanıyor görünüpte yaşamınla
inanmadığın çok belli olan düşüncenden daha iyi yaşıyorum. Kendi yaşamadığını
yaşatmaya yeltenmek ne kadar insani bir eylemdir? Biz düşüncemizin kaliteli
olduğunu düşünerek, kendimizin de kaliteli olduğumuzu varsayıyoruz.
Karşımızdakinin de düşüncesini yanlış ve kalitesiz gördüğümüz için, düşünceyi
hayatlaştıran doğru yaşasa bile reddediyoruz ve tahkir etmekte tereddüt
etmiyoruz. Buradan şu sonuç çıkıyor, senin düşüncen kaliteli hayatın kalitesiz;
onun düşüncesi kalitesiz hayatı kaliteli; peki hangisi takdire şayandır? Burada
paradoks var gibidir, ki vardır da, ama üzerinde düşünülmesi iktiza eden çok
derin bir mevzudur. Tıpkı bir dinimiz olduğu için ahlaka ihtiyacımız yokmuş
gibi absürt bir algıya ne kadar da benziyor bu tavır. Ne kadar alıkça ve bönce
bir algılayış değil mi? Zaten böyle düşündüğümüz için kendimizi temiz, haklı ve
kötüde olsak iyi buluyoruz. Bir vakit namaz kılmak, bir günlük kötülüğümüzü,
pisliğimizi siler sanıyoruz. Karşımızdaki insanlar üzerinde nasıl bir etki
bıraktığımızı ise hiç düşünmüyoruz. ‘’Güzel ve tatlı yalanların bize faydası
olmaz ama sert ve acı gerçekler bize ilaç olabilirler’’ der Aliya. Kesinlikle
doğrudur. Bu yüzden gerçekler bizi ne kadar üzerlerse üzsünler, acıtırlarsa
acıtsınlar, kırarlarsa kırsınlar gerçeklere tahammül etmesini bilmek
zorundayız. Tahammül etmezsek, tahammül etmek zorunda kalırız!
Bizler namuslu ve dürüst insanlar
değiliz! Hem kötülüğü terviç ederiz hem de nedir bu kadar kötülük deriz. Oysa
kendi ellerimizle kötülüğü yayarız ama bir de tutar yaydığımız kötülük hayatımızı
kaplayınca şikâyet ederiz. İyiyi ve iyiliği ekarte etmek ne demektir ve tabii
sonucu ne olabilir? Bunun tam adı nedir herkes kendi söylesin. Değerlerin
değerini bilmeyiz ve değersizlik hayata egemen olunca da bağırır çağırırız.
Bağırıp çağırmaya gerek yok, sahtekârca ve riyakârca bir şeyler yapmak uğruna
çırpınıyormuş görüntüsü vermenin âlemi yok, yapılacak şey çok basit; değerin
değerini bilmek ve hayatı değerli kılmak. İyiyi bilmek, iyiliği yaymak ve
kötüyü iyilikle iyileştirmek. Bunun yolu da belli; değerler temelinde iyilik
dolu bir yaşam kurmak ve o yaşamı yeniden değerlerle süslemek, iyiliklerle
devamını sağlamak. Niye bir şeyi iyi yapmak zor gelir insana? Kendisinde
iyilikten eser yoksa zor gelir. Çünkü iyi kötü olmaz ama biz isteriz ki, iyi
iyi olsun ama kötülükte yapabilecek tıynete sahip olsun yani yeri geldiğinde
kötü olabilsin. Çünkü dünyaya ulaşmanın başka yolu yoktur!!! Dünyaya ulaşmak
isteriz ama iyilik yolunda giderken bunu mümkün kılamayız, öyleyse içi kötülük
dolu iyileri ararız. Bu nasıl bir şeydir? Garip bir şeydir işte! Bizim
seciyemizi ifşa eden tiksindirici bir eylemdir. İnsan, insanlık, hayat ve dünya
böyle bozuldu, çürüdü ve koktu işte. Önce bozarız, sonra sanki bozan biz
değilmişiz gibi, gürültü çıkararak yeniden yapmaya çalışırız ama yapamayız,
yapıyormuş gibi görünürken haddizatında yine bozmaktayızdır ve filhakika bunu
da çok iyi bilmekteyizdir velakin bilmiyormuşuz gibi görünmeyi tercih ederiz,
bilakis lanetleneceğimizi çok iyi biliriz. Öyle ya, insan cahil nasılsa; neyin
nasıl olduğunu, işlerin nasıl döndüğünü nereden bilsin, hangi bilinçle fark ve
idrak etsin? Ama eder, fakat siz bilmezsiniz!
BÜYÜKLERDEN KADİM NASİHATLER
HAZRETİ EBUBEKİR DİYOR Kİ:
-Herhangi bir yericinin yermesinden
korkarak hakkı söylemekten çekinen kimsede hayır yoktur.
-Kendini beğenmişlikten sakının.
Topraktan yaratılmış ve yine toprağa dönecek olan, sonra da haşeratın azığı
olacak bir kimse neyle gururlanabilir ki?
-Mazlumun bedduasından sakının ve
kendinizi ölüme hazırlayın.
-Müslümanların işlerini deruhte
ederken ellerini kanlarından, mideni mallarından uzak tut, haysiyetini kırma.
Güç ve kuvvet ancak Allah’ın elindedir.
-Gizli ve aleni tüm davranışlarında
Allah’tan kork. Çünkü O seni ve yaptıklarını görür.
HAZRETİ ÖMER DİYOR Kİ:
-Müslümanları dövmeyiniz ki zillete
düçar olmasınlar. Onları haksız yere methetmeyiniz ki şımarmasınlar.
Kapılarınızı yüzlerine kapatmayınız ki kuvvetliler zayıfları ezmesin. Kendinizi
Müslümanlardan üstün görmeyiniz ki zulme düçar olmasınlar.
-Bana hatalarımı gösteren adamdan
Allah razı olsun.
-Günah işlemekten vaz geçmek tövbe ile
uğraşmaktan daha kolaydır.
-Şunu iyi biliniz ki bir zalime karşı
hakkı haykırmak, kişinin ölümünü yaklaştırmayacağı gibi rızkına da engel olmaz.
-Allah’tan korkanın öfkesi kabarmaz.
HAZRETİ OSMAN DİYOR Kİ:
-Ey insanlar, kimsenin görmediği, vakıf olmadığı
işlerinizde Allah’a muhalefetten sakınınız.
-Ey Âdemoğlu! Bilmiş ol ki ruhunu
almakla vazifeli olan melek seni bırakmaz, ecelin geldiğinde seni bırakıp da
başkasına gitmez. Sanki başkasını bırakıp da sana gelecekmiş gibi ölüme hazır
ol. Gafil olma çünkü sen unutulmuş değilsin.
HAZRETİ ALİ DİYOR Kİ:
-Elbiseniz eski de olsa kalpleriniz
yeni ve temiz olsun.
-Allah’ın kullarına zulmedenin
ibadullah tarafından davacısı Allah’tır. Allah da bir kimsenin hasmı oldu mu o
kimsenin tutunabileceği tüm hüccetler batıldır.
-Tebaaya karşı kalbini merhamet,
muhabbet, güzel muamele ile doldur. Sakın onlara karşı ganimet yiyici bir
arslan kesilme.
-Sakın hiçbir affından dolayı pişman
olma. Bir de sakın “Ben kudret sahibiyim, emrederim, itaat ederler” deme. Çünkü bu kalbe fesat, dine zaaf verir. İnsanı
mağrur eder, gurur da insanı helake götürür.
-Haiz olduğun kudret sende azamet ve
tekebbür hâsıl ederse, üzerindeki Allah’ın kudretini düşün. Sakın Allah ile
azamet yarışına kalkışma.
-Sana müşavir olacakların en kötüsü
senden evvel şerlilerle beraber olan, onların suçlarına ortaklık eden
kimselerdir.
-Sakın yüzüne karşı medh edilmeyi
isteme.
-Hiddetine, gazabına, eline, diline
hâkim ol.
KUTADGU BİLİG’DEN:
-İnsan gönlünü çıkarıp avucuna koyarak
başkaları önünde mahcup olmadan dolaşabilmelidir.