Sözün önemli olduğu kadar hatta daha
ziyadesiyle uygulama önemlidir. Bazı insanlar vardır ki fasılasız konuşurlar
ama eylemden mahrumdurlar, bizler onlar için; bol bol konuşuyor başka da bir
halt bildiği yok deriz, niye? Çünkü konuştuklarını yaptıklarını görmek isteriz,
o muhteşem teorilerini pratikte görmeyi arzularız, göremeyince de konuşmaları
bize iğreti gelmeye başlar ve tiksiniriz her zaman aynı şeyleri müşahede
etmekten. Zira konuşmaktan başka bir halt bildiği yoktur, konuştukları da hep
yalandır, çünkü konuştuklarını uyguladığı zaman kaybedecektir. Ama ne gariptir
ki bizlerde o yalanları yutmaya çok teşneyizdir. Çünkü insanın karakterini
ortaya çıkaran eylemidir ve eylemidir ki, insanı insan yapar ve eylemidir ki
yine, insanı değiştirir ve değişimin katalizörü yapar. Eylem için de muayyen
ölçütler iktiza eder. Gözleriniz vardır bakması ve görmesi icap eder, aklınız
vardır düşünmesi, kalbiniz vardır hissetmesi icap eder, bireysel ve toplumsal
bilincinizin oluşmuş olması icap eder. Bakmadığınız ve görmediğiniz zaman
isabetli kararlar veremezsiniz ya da ne hakkında nasıl ve niçin karar
vereceğinizi bilemezsiniz, bireysel ve toplumsal bilinçten mahrumsanız da
bildiğiniz şeyi ne şekilde eyleme dökeceğinizi anlayamazsınız, gördüklerinizi,
duyduklarınızı algılayamazsınız ve hayatın çemberinin nasıl döndüğünü idrak
edemezsiniz, teorinizin olup pratiğinizin olmaması da sizi pasif, etkisiz kılar
ve inandırıcılığınız kaybolur. Zira insan konuşan bir varlıktır ama
konuştuklarını, söylediklerini yapmadığı zaman bir hiçtir. Peygamberler,
eylemleriyle bedeviyi medeni yaptılar, karanlıktan aydınlığa eriştirdiler
insanları ve insanlığın mutlak güvenini kazandılar. Fakat münhasıran konuşmuş
olup, konuştuklarıyla mütenasip yaşamamış olsalardı şayet insanlığı etkileyip
dönüşümü gerçekleştirebilirler miydi? Kalplere hükmedebilirler miydi, akılları
ikna edebilirler miydi? Tarihin akışını değiştirebilirler miydi? Hayır,
hiçbirisini yapamazlardı. Çünkü insan eylemek için varoldu ve hayat eylemin
diğer adıdır haddizatında! Siz, bitevi herhangi bir olgudan bahsedip dursanız,
o olguyu göklere çıkarsanız, yüceltseniz ve her zaman insanlığın huzuruna çıkıp
izah ve izhar eyleseniz ama o olguyu olaylaştırmak konusunda hiçbir şey
yapmasanız, insanlık ne düşünür sizin hakkınızda? Ve insanlığın düşüncesi
hakkında, insanlık mı suçludur yoksa söylediğini yapmayan, olguyu
olaylaştırmayan ve zerre güven telkin etmeyen siz mi? Bana güzel sözler
söyleme, güzel eylemler ortaya koy bebeğim! Çünkü seni sevebilmem ve sana saygı
duyabilmem için sözlerine değil eylemlerine ihtiyacım var. Mütemadiyen
olgulardan bahsetmene değil, o olguları bihakkın olaylaştırmana ihtiyacım var.
Aksi takdirde benim nazarımda bir hiç olursun bebeğim! Ki, bir hiç oldun da,
hem de çoktaaan. Bendeniz insanım ve özgürüm ve kader çizgimi kendim çizerim,
önüne ne konulursa yiyen, kulağına ne ulaşırsa inanan, gözleri neyi görürse
işte bu diyen biri değilim. Duygularımla hareket ederim ama bir aklımın
olduğunu da bilirim ve kaderimden sorumlu olduğumu da asla unutmam!
Hayatın içini, yaşanılanları,
insanları, olguları ve olaylaşma süreçlerini, kalabalıktan ve kalabalıkların
gürültüsünden sıyrılarak, şöyle geriden, hayatın kıyısından, mutlak şekilde
kendinizle baş başa kalarak, beyninizi içindeki klişelerden ve içine
boşaltılmış çöplerden tamamen arındırmış olarak ve tüm duygularınızı bir yana
bırakarak temaşa edin bi lütfen, olabildiğince doğallıkla ve nesnel temellerde.
Ki, bunu çok kere yapmalısınız naçizane fikrimce, zira olan bitenleri daha
berrak şekilde görmenizi sağlar ve nesnel çözümlemeler yapabilmenizin ve her
şeyi olabildiğince net görebilmenizin yolunu açar. Keza bireysel kaderinizin
istikametini belirlemede ve toplumsal kadere dokunuşlarda bulunmada da kuşkusuz
büyük etkisi vardır bu deneyimin. Böyle bir temaşa sonucunda müşahede
edeceğiniz ne olur? İnsan olduklarını düşündüğümüz bazılarının (yazarların,
çizerlerin, politikacıların, sözde din adamlarının vb.), sizlere bir şeyler
söylediklerini, anlattıklarını, sizleri bir yerlere götürmeye çalıştıklarını,
sizleri etkilemeye çabaladıklarını ve istediklerini yapabildikleri ölçüde dünya
nimetlerinden daha çok şey kazanmayı arzuladıklarını (çünkü her şeyi bunun için
yaparlar), birileri uğruna olguları tersyüz ettiklerini ve mahiyetine mütenasip
olaylaşmalarının önüne geçtiklerini, yazanların hakikati yazmamak için bin
dereden su getirdiklerini, konuşanların hakikati konuşmamak için sözü laf
kalabalığında boğduklarını müşahede edersiniz değil mi? Tabi algılarınız
açıksa, aklınız sizdeyse, bilinciniz oluşmuşsa, kalbiniz hala hissedebiliyorsa.
Ve işin garibi kaybedenler hep garipler olurlar ve sizler de kaybedenleri
suçlar, kaybettirenleri haklı bulursunuz. Dinlersiniz, okursunuz ve hiçbir şey
anlayamazsınız, zaten anlamanız da istenmez. Niye böyle yaparlar? Oysa öyle
kallavi laflar ederler ki, kendilerini öyle büyük görürler ki sizler
ufacıksınızdır yanlarında. Kendileri babadırlar, sizler çocuksunuzdur ve bu
yüzden hesapsız, umarsız, kayıtsız, şartsız inanacağınızı düşünürler ve
inanmanızı da isterler. Ama kendileri yapmaları gerekenleri asla yapmazlar.
Oysa filhakika her biri de sizlerin içinizden çıkmışlar, toplum tarlasından
doğmuşlardır değil mi? Aynen öyledir ama vardıkları yerde sizleri
unutmuşlardır, kendilerini sizlerin ve toplumun üzerinde konumlandırmışlar ve
zamanla sizlere ve topluma yabancılaşmışlardır ve nihayetinde mevzubahis
ettiğimiz resim ortaya çıkmıştır. Sizleri aldatıyorlar, gerçekleri
yazamadıkları ya da yazmak istemedikleri için yalanları gerçekmiş gibi anlatıp
vakit öldürüyorlar, öyle boş laflarla öyle hoş konuşuyorlar ki nefislerinizi
okşuyorlar ve kasalarını dolduruyorlar ve sizlerde yutuyorsunuz yalanla
soslanmış dolmaları. Karnınızın ağrıyacağını, beyin damarlarınızın
tıkanacağını, vicdanınızın kuruyacağını hiç düşünmüyorsunuz. Sizlerden
hakikatleri öyle ustaca gizliyorlar ki, siz fark etmeden yutuyorsunuz neyi
yuttuğunuzu bilmeden. Fazla duygusal olmayın, sizin bir de aklınız var
unutmayın!