Gerçekte insanın elinde olan tek şey
nedir yani gerçekte sahip olduğumuz, ben olduğumuz ve beni bize çevireceğimiz
şey nedir? Şöyle düşünüyoruz, taşınıyoruz, duyumsuyoruz, çözümlemeler
yapıyoruz. Artıya, eksiye bakıyoruz, gerisine, ötesine, berisine bakıyoruz,
götürülenlere bakıyoruz, bırakılanlara bakıyoruz ve son tahlilde insanın
kişiliğini, karakterini görüyoruz. Kalıp her zaman yok olur, sonsuzluğa giden
ve gönüllerde kalan tek şey; özdür. Fazlalıklar soyulur atılır ve esas olan
gider, esas olmayan da kaldığı yerde yiter gider. Yine bıraktığın değil,
götürdüğün anılır. Her şey gidendedir, bu yüzden giden de gidendedir, kalanda
gidendedir. Düşünsenize, gittiğinde, götürdüğün ne ise o olacaksın; bıraktığın
ne ise yine o olacaksın yani kaldığında bile gittiğinle var olacaksın.
Fazlalıkların hiçbir yerde, hiçbir şekilde anlamı kalmıyor. Öyleyse, bizim,
varolduğumuz müddetçe ya da kendisiyle varolacağımız ve varolduğumuz sürede
varlığını var kılacağımız, koruyacağımız, geliştireceğimiz yegâne şey;
kişiliğimizdir, karakterimizdir. Binaenaleyh; bir kişilikle doğduk ama o
kişiliği korumak, geliştirmek, yüceltmek ve ondan olabildiğince istifade etmek
ve o kişiliği karakterle süslemek icap eder. Kişiliğimizi ve karakterimizi her
zaman korumak, onlara münasip temayüller içinde olmak ve o temayülleri izlemek,
onları nasıl geliştirebiliriz üzerinde çaba harcamak, onları bozucu, tahrip
edici her türlü temayülden imtina ve içtinap etmek ve elbette bu istikamette
bir kulvar, bir iştigal alanı, bir hayat yolu intihap etmek iktiza etmektedir.
Bilakis, kişiliğimizi ve karakterimizi korumamız ve bu iki varoluş kaynağı ile
varolabilmemiz, hayat ırmağında berrak bir su gibi gürül gürül akabilmemiz
muhal ender muhaldir. Öyleyse insan, ilk evvelde kendisi olabilmeli, sonrada
kişilik ve karakter sahibi olabilmelidir, ki haddizatında bu iki karşıt gibi
algı yaratan unsurlar filhakika birbirini destekleyici unsurlardır. Zira
kendisi olan insan zaten kişilik ve karakter sahibidir, kişilik ve karakter
sahibi olan da elbette kendisinden başkası olamaz, olmayacaktır. Öyleyse, insan
kişiliğine ve karakterine yatırım yapmalıdır ve ne olduğuna bakarak değil, ne
olacağını düşünerek yaşamalıdır!
Bizler aldanan insanlarız!
Kaybedeceğimiz şeyler için kaybolmayı göze alabiliyoruz. Elimizde bir şeyler
var oluyor ama biz yokuz, neye yarar? Kişiliğimizi kaybetmeyi umursamıyoruz da,
zaten kaybedecek olduğumuz bir şeyi elimizde tutmaya çalışıyoruz ve
özbenliğimizden taviz vermekte tereddüt etmiyoruz. Sonra da insanlığın huzuruna
çıkıp nedamet gözyaşları döküyoruz, dökebiliyoruz, peki gözlerden akan ve
masumiyetin en bariz ifadesi olan yaşlar seni masum yapar mı? İnsan, maalesef
insan nedirin cevabını bulabilmiş değil, bulduğunu sansa da anlayabilmiş değil,
anladığını düşünse de hissedebilmiş değil. Nihayetinde gerçekten idrakine
varsakta bir şeylerin, o şeylerin hiçbir anlamının kalmadığı zaman oluyor o
zaman ve giden geri gelmiyor maateessüf ve ağlatan güldürmüyor, çünkü vicdanın
tahribatı kolay kolay giderilemez. İnsançocukları kahir ekseriyetle dünyanın
kuyruğuna takılmış ve gövdesini de kucaklamaya çalışmaktadırlar. Oysa bir
insançocuğu için hayatta ki en önemli sorular, cevabını muhakkak bulması iktiza
eden sorular; ne olduğu ve nasıl olması gerektiği sorularıdır. İnsançocuğu
maalesef karanlıkta yaşayan ve karanlıkta yolunu bulmaya çalışan zavallıdır.
Bir gün elinden çıkıp gidecek olan bir şeye sahip olduğunda sonsuz mutlu
olabilmektedir. Ve istediğine sahip olduğunda, istenmedik şekilde hareket
edebilmektedir. Deliler gibi peşinden koşmaktadır onun, birileri de ona onu
vermemek için kavga vermektedir. Almaya çalışanda, vermemeye çalışan da
kazanamayan ama kaybeden taraflardır. İki tarafta zavallıdır! Birgün geriye
dönüp baktıklarında utanç duyacakları şeyler yapmaktadırlar ve gülmeye
zorlayacaklardır kendilerini o gün velakin utanç yapışmış olacaktır
suratlarına. İçtenliksiz gülümseyiş bile acıyı engelleyemeyecektir. Varlık
kazanmak mı, varlığını kazanmak mı?
Ey insançocuğu! Konuşuyorsun,
konuşuyorsun, konuşuyorsun, fasılasız konuşuyorsun. Bıkmıyor, usanmıyorsun, egonu
tatmin ediyorsun. Derdin bilmek değil, bir şey bildiğinin sanılması çünkü.
Avunuyorsun konuştuğunu düşünerek ama konuşmuyorsun, gerçekte bağırıyorsun,
gürültü yapıyorsun. Gürültü yaptığın için duyamıyorsun, duyamadığın içinde
zekân kadar algılıyor, anlıyor ve tanımlıyorsun. Tanımladığın kadar da
tanıtıyorsun. Olamadığın içinde olduğundan memnun kalıyorsun, olanı da yok
etmeye çabalıyorsun. İşte bu yüzden cahilsin ve cahillerce alkışlanıyorsun!
Cahil olduğunu biliyorsun ama yüzüne söylenmesine kızıyorsun, oysa gerçekte
kendini çok iyi biliyorsun ve çokta memnunsun durumundan, sadece ifşasından
imtina ediyor, korkuyor, kaçıyorsun. Böbürleniyorsun bilge pozunun ardında
gizlediğin cehaletinle, kuru övgüler alıyorsun ve bununla hoşnut oluyorsun.
Tırnaklarınla toprağı kazmalısın oysa, kazma olmalı tırnakların, paramparça
etmelisin toprağın özüne ulaşmanı engelleyen taşları, kayaları ve kaynağa
ulaşmalısın, içmelisin kana kana o kaynaktan ve berrak bir pınar gibi
fışkırmalısın ve mümbit kılmasının kuruyan toprağını insanlığın.
Konuşabilmekten korkmalısın bazen, çünkü çıkarken korkuyu bırakır içinde
gerçekler ama sen kolayca konuşuyormuş gibisin. Oysa kolayca bağırır insan ama
konuşamaz bağırır gibi. Duvarları kaplayan sıvaları kazımalısın, nasıl meydana
geldiğini anlamalısın nasıl örüldüğünü görerek o duvarın. Bakmalısın,
bakmalısın, ta ki görünceye değin görünmeyeni ve görünen şey korkutur insanı,
işte bu yüzden susar bazen insan. Gösterileni görmek ise bağırtır insanı ve bu
sebeple kolayca gürültü yapar insan. Kolaya alışmışsın ve sürekli, alıştığın
şeye kaçıyorsun. Alışkanlıklarından, bağımlılıklarından, bağlarından
kurtulmalısın ey insançocuğu! Bir kuş gibi süzülmelisin insanlık toprağında.
Senin aklını çalmışlar, bilincini öldürmüşler, vicdanını kurutmuşlar. Algılayamıyor,
anlayamıyor, tanıyamıyorsun, çünkü böyle bir dert taşımıyorsun. Taşımadığın
derde çare arayabilir misin, çare aramadığın derde çare bulabilir misin?
Anlamanın verdiği hangi derdi taşıyorsun? Anlamak kolay olsaydı, anlamsızlık
sarar mıydı insanlığın göklerini böyle? Dertlere çare olamayacak kadar düşer
miydi insan dediğin?