BÜYÜK YANILGI VE KARANLIĞIN KUYUSU...14...

Özgür DENİZ - 29.05.2019

Gerçekte insanın elinde olan tek şey nedir yani gerçekte sahip olduğumuz, ben olduğumuz ve beni bize çevireceğimiz şey nedir? Şöyle düşünüyoruz, taşınıyoruz, duyumsuyoruz, çözümlemeler yapıyoruz. Artıya, eksiye bakıyoruz, gerisine, ötesine, berisine bakıyoruz, götürülenlere bakıyoruz, bırakılanlara bakıyoruz ve son tahlilde insanın kişiliğini, karakterini görüyoruz. Kalıp her zaman yok olur, sonsuzluğa giden ve gönüllerde kalan tek şey; özdür. Fazlalıklar soyulur atılır ve esas olan gider, esas olmayan da kaldığı yerde yiter gider. Yine bıraktığın değil, götürdüğün anılır. Her şey gidendedir, bu yüzden giden de gidendedir, kalanda gidendedir. Düşünsenize, gittiğinde, götürdüğün ne ise o olacaksın; bıraktığın ne ise yine o olacaksın yani kaldığında bile gittiğinle var olacaksın. Fazlalıkların hiçbir yerde, hiçbir şekilde anlamı kalmıyor. Öyleyse, bizim, varolduğumuz müddetçe ya da kendisiyle varolacağımız ve varolduğumuz sürede varlığını var kılacağımız, koruyacağımız, geliştireceğimiz yegâne şey; kişiliğimizdir, karakterimizdir. Binaenaleyh; bir kişilikle doğduk ama o kişiliği korumak, geliştirmek, yüceltmek ve ondan olabildiğince istifade etmek ve o kişiliği karakterle süslemek icap eder. Kişiliğimizi ve karakterimizi her zaman korumak, onlara münasip temayüller içinde olmak ve o temayülleri izlemek, onları nasıl geliştirebiliriz üzerinde çaba harcamak, onları bozucu, tahrip edici her türlü temayülden imtina ve içtinap etmek ve elbette bu istikamette bir kulvar, bir iştigal alanı, bir hayat yolu intihap etmek iktiza etmektedir. Bilakis, kişiliğimizi ve karakterimizi korumamız ve bu iki varoluş kaynağı ile varolabilmemiz, hayat ırmağında berrak bir su gibi gürül gürül akabilmemiz muhal ender muhaldir. Öyleyse insan, ilk evvelde kendisi olabilmeli, sonrada kişilik ve karakter sahibi olabilmelidir, ki haddizatında bu iki karşıt gibi algı yaratan unsurlar filhakika birbirini destekleyici unsurlardır. Zira kendisi olan insan zaten kişilik ve karakter sahibidir, kişilik ve karakter sahibi olan da elbette kendisinden başkası olamaz, olmayacaktır. Öyleyse, insan kişiliğine ve karakterine yatırım yapmalıdır ve ne olduğuna bakarak değil, ne olacağını düşünerek yaşamalıdır!

 

Bizler aldanan insanlarız! Kaybedeceğimiz şeyler için kaybolmayı göze alabiliyoruz. Elimizde bir şeyler var oluyor ama biz yokuz, neye yarar? Kişiliğimizi kaybetmeyi umursamıyoruz da, zaten kaybedecek olduğumuz bir şeyi elimizde tutmaya çalışıyoruz ve özbenliğimizden taviz vermekte tereddüt etmiyoruz. Sonra da insanlığın huzuruna çıkıp nedamet gözyaşları döküyoruz, dökebiliyoruz, peki gözlerden akan ve masumiyetin en bariz ifadesi olan yaşlar seni masum yapar mı? İnsan, maalesef insan nedirin cevabını bulabilmiş değil, bulduğunu sansa da anlayabilmiş değil, anladığını düşünse de hissedebilmiş değil. Nihayetinde gerçekten idrakine varsakta bir şeylerin, o şeylerin hiçbir anlamının kalmadığı zaman oluyor o zaman ve giden geri gelmiyor maateessüf ve ağlatan güldürmüyor, çünkü vicdanın tahribatı kolay kolay giderilemez. İnsançocukları kahir ekseriyetle dünyanın kuyruğuna takılmış ve gövdesini de kucaklamaya çalışmaktadırlar. Oysa bir insançocuğu için hayatta ki en önemli sorular, cevabını muhakkak bulması iktiza eden sorular; ne olduğu ve nasıl olması gerektiği sorularıdır. İnsançocuğu maalesef karanlıkta yaşayan ve karanlıkta yolunu bulmaya çalışan zavallıdır. Bir gün elinden çıkıp gidecek olan bir şeye sahip olduğunda sonsuz mutlu olabilmektedir. Ve istediğine sahip olduğunda, istenmedik şekilde hareket edebilmektedir. Deliler gibi peşinden koşmaktadır onun, birileri de ona onu vermemek için kavga vermektedir. Almaya çalışanda, vermemeye çalışan da kazanamayan ama kaybeden taraflardır. İki tarafta zavallıdır! Birgün geriye dönüp baktıklarında utanç duyacakları şeyler yapmaktadırlar ve gülmeye zorlayacaklardır kendilerini o gün velakin utanç yapışmış olacaktır suratlarına. İçtenliksiz gülümseyiş bile acıyı engelleyemeyecektir. Varlık kazanmak mı, varlığını kazanmak mı?

 

Ey insançocuğu! Konuşuyorsun, konuşuyorsun, konuşuyorsun, fasılasız konuşuyorsun. Bıkmıyor, usanmıyorsun, egonu tatmin ediyorsun. Derdin bilmek değil, bir şey bildiğinin sanılması çünkü. Avunuyorsun konuştuğunu düşünerek ama konuşmuyorsun, gerçekte bağırıyorsun, gürültü yapıyorsun. Gürültü yaptığın için duyamıyorsun, duyamadığın içinde zekân kadar algılıyor, anlıyor ve tanımlıyorsun. Tanımladığın kadar da tanıtıyorsun. Olamadığın içinde olduğundan memnun kalıyorsun, olanı da yok etmeye çabalıyorsun. İşte bu yüzden cahilsin ve cahillerce alkışlanıyorsun! Cahil olduğunu biliyorsun ama yüzüne söylenmesine kızıyorsun, oysa gerçekte kendini çok iyi biliyorsun ve çokta memnunsun durumundan, sadece ifşasından imtina ediyor, korkuyor, kaçıyorsun. Böbürleniyorsun bilge pozunun ardında gizlediğin cehaletinle, kuru övgüler alıyorsun ve bununla hoşnut oluyorsun. Tırnaklarınla toprağı kazmalısın oysa, kazma olmalı tırnakların, paramparça etmelisin toprağın özüne ulaşmanı engelleyen taşları, kayaları ve kaynağa ulaşmalısın, içmelisin kana kana o kaynaktan ve berrak bir pınar gibi fışkırmalısın ve mümbit kılmasının kuruyan toprağını insanlığın. Konuşabilmekten korkmalısın bazen, çünkü çıkarken korkuyu bırakır içinde gerçekler ama sen kolayca konuşuyormuş gibisin. Oysa kolayca bağırır insan ama konuşamaz bağırır gibi. Duvarları kaplayan sıvaları kazımalısın, nasıl meydana geldiğini anlamalısın nasıl örüldüğünü görerek o duvarın. Bakmalısın, bakmalısın, ta ki görünceye değin görünmeyeni ve görünen şey korkutur insanı, işte bu yüzden susar bazen insan. Gösterileni görmek ise bağırtır insanı ve bu sebeple kolayca gürültü yapar insan. Kolaya alışmışsın ve sürekli, alıştığın şeye kaçıyorsun. Alışkanlıklarından, bağımlılıklarından, bağlarından kurtulmalısın ey insançocuğu! Bir kuş gibi süzülmelisin insanlık toprağında. Senin aklını çalmışlar, bilincini öldürmüşler, vicdanını kurutmuşlar. Algılayamıyor, anlayamıyor, tanıyamıyorsun, çünkü böyle bir dert taşımıyorsun. Taşımadığın derde çare arayabilir misin, çare aramadığın derde çare bulabilir misin? Anlamanın verdiği hangi derdi taşıyorsun? Anlamak kolay olsaydı, anlamsızlık sarar mıydı insanlığın göklerini böyle? Dertlere çare olamayacak kadar düşer miydi insan dediğin?

Tarih: 29.05.2019 Okunma: 758

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

Özgür Deniz

08.04.2018 - 15:56

''''Eğer dikkat etmezseniz, medya dediğimiz şey; mazlumlardan nefret etmenize ve zalimleri sevmenize sebep olur.''''

MALCOLM X

Özgür Deniz

08.04.2018 - 15:56

''''Eğer dikkat etmezseniz, medya dediğimiz şey; mazlumlardan nefret etmenize ve zalimleri sevmenize sebep olur.''''

MALCOLM X