BÜYÜK YANILGI VE KARANLIĞIN KUYUSU...15...

Özgür DENİZ - 30.05.2019

Hayalen karşımıza bir insan koyalım ve ona bakalım ama görelim de onu. Bir gövdesi var de mi? Evet, kollardan, bacaklardan, gözlerden, ellerden, ayaklardan, deriden, kafadan, kafadaki saçlardan, ağızdan, dudaktan müteşekkil bir gövde. Tamam, genel tarafların üzeri kapalı ama mutlak bir sarihlikte malum yani, kocaman bir gövde. Birde o gövdeye hareket özelliği veren ama bakınca görünmeyen sadece hissedilen bir ruhu var de mi ya da nasıl diyorsanız? Çünkü ruh diye tanımladığımız görülmeyen ama hissedilen o şey olmasa o gövde et çuvalı gibi yığılır kalır olduğu yere. Doğru mu? Doğru, çünkü etler kemikler üzerine yapıştırılmış ve ruh tüm gövdeye karıştırılmış, tüm gövdeye karıştırılan ruh cüzleriyle birlikte bütün gövdeye bir hareket kabiliyeti vermiş. O ruhu çıkartın o gövdeden, o kemikler o etleri ayakta tutamaz, bilakis o etler o kemikleri çatır çatır çatlatır ve un ufak eder. Yani böyle bir şey algılıyoruz, görüyoruz ve anlıyoruz baktığımız zaman insan dediğimiz canlıya. Şimdi ne gördüyseniz söyleyin; aklınızda uçuşan düşünceler nelerdir? O insan nedir, kimdir? Diye bir soru canlanır zihninizde ilk evvelde değil mi? İlla ki sorarsınız yani, kişisel meziyetlerini merak edersiniz ya da daha beliğ bir ifadeyle kişiliğini hissetmeye çalışırsınız. Sonra da o insan neye, nelere sahiptir gibi sorular canlanmaya başlar zihninizde? Çünkü insan meraklı bir varlıktır ve tedricen yol alır. Daha sonra da gördükleriniz bağlamında o insanı tasarlamaya başlarsınız zihninizde yani kendinize göre bir konumlandırma, tanımlama yaparsınız? Bu sorular tebeyyün ediverir beynimizde vehleten de mi? İlk evvelde bir kişilik olarak karşımızda duran bir insan vardır, anlayışıyla, değerleriyle, düşüncesiyle, duygularıyla. Doğru mu? Doğru. Çünkü biz üzerine yapışanları görmeyiz direkt olarak yapışanların yapıştığı yeri görürüz yani özü. Tabi o insan büyük servetlere, yenilmez kuvvetlere de sahip olabilir. Ayrıca o insanı zihnimizde büyük bir işadamı, büyük bir bürokrat, büyük bir komutan, ünlü bir sanatçı olarakta tasavvur edebiliriz. Peki, son tahlilde; bizim indi değerlendirmelerimizin kriteri ne olur? Elbette o insanın kişiliğine önem veririz ya da vermemiz icap eder de mi? Kuşkusuz öyledir, öyle olması icap eder ama biz öyle yapmayız. Bakarken ilk gördüğümüz ya da görmek istediğimiz ne kadar kişiliği olursa da, ona saygı duyarken, ona nasıl tavır takınacağımızı belirlerken kişiliğini asla ön plana almayız yani değerleriyle, anlama yetisiyle, duygularıyla, düşünceleriyle ölçüp tartmayız. Peki, ne yaparız? O insanın üzerine yapışanları görürüz ama öze gözümüzü kaparız. Yani servetine, kudretine, payesine, ününe, apoletine vb. muvakkat özelliklerine bakarız. Tabi bu durumda bizi yanlış mecralara sürükler, derin mesele. Bakınız insanlık tarihini tetkik ediniz, tüm filozoflar hatta ve hatta tüm Peygamberler bile öze önem atfetmişlerdir ama insançocukları hep kalıba yönelmişlerdir ve kalıplarına göre karşıdakileri tasarlamışlar ve tasarladıkları şeye göre de kendilerini konumlandırmışlardır. İnsan denilen varlık, işte böyle bön, alık ve bayağıdır. (İnsançocuğu yalanı sevmediği iddiasında bulunur ama gider tüm mevcudiyetiyle yalan olanın, hakikatle zerre iltisakı bulunmayanın önünde secdeye kapanır ve onu adeta tanrılaştırır, münhasıran malik olduğu dışsal özellikleri sebebiyle. Göz göre göre aldatılmaya teşnedir, tiksindirici bir şekilde. Hatta kul hakkı yememeyi öğütler her dem ama gider tüm kudretini kul hakkı yemeye hasretmiş tiranların önünde boyun eğer, diz büker.) Bu yüzden de bayağı şeylerden hoşnutluk duyar ve onlara önem atfeder. Bakışı da, görüşü de, algılayışı da, anlayışı da, hissedişi de, bilgisi de, bilinci de bu yüzden sınırlıdır hatta mevcudatı idrakte kifayetsizdir. Eğitim bile çaresiz kalır bu durum karşısında. Bu öyle yüzeysel bir şey değildir ve kolay anlaşılacak bir konu da değildir, tüm teferruatlarıyla, ince noktalarıyla derinliklerine inerseniz kitap olur. Bu yüzden de insan denilen canlı ne değişmeyi becerebilir ne de değiştirmeyi. (Akılsız, bağnaz, cahil, kesin inançlı, biatçi, sefil, sekter bir varlıktır insançocuğu. Böyle olmasa, vicdanın ve aklın safında yer alır ve vicdansızlara, akılsızlara, dördüncü tür yaratıklara eyvallah etmez küçücük ve ucuz menfaatler için.) İşte mevzu bu kadar derindir, derinliklerdedir. Ne zaman kalıplardan sıyrılır, kendini kurtarır, öze ulaşmak için samimi bir gayret içinde olur, karşısındakileri kalıba göre değil de öze göre tetkik eder ve ruhunda ve kafasında gerçekçi bir devrim yapar ve bu devrimin tohumunu insanlık toprağına bırakır işte o zaman insanlık ve dünya gerçekten değişir ve tüm insanlar barış türkülerini terennüm ederek, kardeşçe, el ele, gönül gönüle yaşarlar giderler. Faşist emperyalizmin, saldığı korkuları tek bir cesaret örneği ile toz edip göğe savururlar. Faşist emperyalizmin yaşam sunmayan, sevinci, sevgiyi katleden hamasetine bir gram prim vermez ve insanca yaşamayı tercih eder, hayalleriyle, umutlarıyla yarınlara özgürce yürümeyi arzular. Herkes yaşadığı her andan mutluluk duyar, kimse kimseye kem gözle bakmaz, kimse kimsenin elindekine göz dikmez, açlar olmaz, çıplak kalmaz, acı yüzlere yapışmaz, sevinç yürekleri coşturur, kimsenin ağzı konuşacak kötü bir şey bulamaz ve dünya cennet olur. İnsan olduğunu düşündüğümüz görüngüler bunu becerebilirler mi? Boş boş konuşmakla, konuştuğunu sanıp saçmalamakla, hiçbir şeyden çakmayıp bilgiçlik taslamakla, eylemden yoksun olup münhasıran bilmekle bir halt olacağını sanmayla ama bilinen bir şeyinde olmamasıyla yapılabilecek hiçbir şey yoktur. Önce insan nedir gerçekten ama gerçekten öğrenecez, sonra da insan gibi yaşama yolunu seçecez, zalimlerin karşısında lâl olmayacaz ve boyun eğmeyecez. Gerisi angaryadır!

 

Bakınız, bir süreliğine ıssız bir mağaraya çekilin, tefessüh etmiş ve fosilleşmiş ideolojilerinizden arının, şeytani politikanın kıskacından kurtulun, baltalarınızı ellerinize alın ve her nev’inden putlarınızı kırın, gazete paçavralarını parçalayıp atın, enformasyon çöplüğü olan internetten elinizi çekin, televizyon denilen karanlık kutudan gözlerinizi ayırın, beton duvarların soğukluğundan ve teneke parçalarının ruhsuzluğundan azade olun, kulaklarınızı tıkayın ve ne adına konuştuklarını söylerlerse söylesinler hiçbir kimseyi dinlemeyin (bahusus büyük yalancıları, hayatları yalan olanları),  karanlık yeryüzünden gökyüzünün aydınlığına yükselin ve yeryüzüne tekrar bakın. Ama beşerlikten insanlığa yükselmiş ve gerçekten insani öze kavuşmuş biri olarak bakın. Mutlak kimliksiz, hiçbir şey olmayan, hatta bir gövdeye sahip olmayan bir insan olarak çırılçıplak halinizle, bomboş kafanızla, feri kaybolmamış gözlerinizle, arınmış ve saflaşmış ruhunuzla görün her şeyi. Saf insanlığınızla karşılayın her şeyi ve her şeyin karşısında saf insanlığınızla durun. Ondan sonra yeryüzüne inin ve gördüğünüz şeyleri tüm gerçeklikleriyle hissedin ve uyanın. Daha sonra gerçekler nedir, yalanlar nedir, olgular nelerdir, olaylar nasıl gelişmektedir, yeryüzü nasıl bir yerdir, kim kimdir, dünya denilen şey nedir, hayat nasıl bir şeydir ve ne şekilde yürümektedir, insan olarak tanımlanan görüngüler nasıl bir şeydirler, neler yapmakta ve nasıl yaşamaktadırlar derinlemesine çözümlemeler yapın. Aldatılmakta mısınız yoksa uyandırılmaya çalışılan uyuyanlar mısınız iyice fark edin. Kulağınıza gelen sesler nereden gelmektedir, nasıl gelmektedir ve kulağınıza ne halde ulaşmaktadır idrakine varın. Hakikat nedir, hakikat diye bir şey kalmış mıdır yeryüzünde iyice anlayın. Eğer hakikat diye bir şey varsa niçin kimse o hakikatten bahsetmemektedir, bahsedilmesi tehlikeli bir şey midir, kim engellemektedir bahsedilmesini, bahsetmeyenlerin bahaneleri nelerdir tüm teferruatlarıyla öğrenin, anlayın. Hakikatten korkulmakta mıdır, niçin korkulmaktadır, korkanlar kimlerdir sarahaten fehmedin. Hiçbir olguyu kutsallaştırmadan ve kutsallaştırıp korkuya kapılmadan cesurca hissedin ve anlayın her şeyi, hakikati görün ve olgular zarar görür tereddüdüne kapılmadan haykırın gördüklerinizi. Siz olmadığınız takdirde hiçbir şeyin olmayacağını, olacağının söylenilmesinin büyük bir palavra olduğunu damarlarında ki kanın size can verdiği gibi ve o kan damarlarda akmadığı zaman yok olacağınızı bildiğiniz gibi idrak edin. Sizsiz her şeyin kupkuru olduğunu, canlılığın sizin inişinizle başladığını iyice görün. Varlığınızın hiçbir kimseye bağlı olmadığını, yokluğunuzun da hiçbir kimsenin elinde olmayacağını iyice anlayın. Her şeyi, herkesi, her olguyu, her olayı yeniden çözümleyin, tetkik ve tahkik edin, samimi anlama gayreti içinde olun ve yeniden anlayın her şeyi ama her şeyi. Merak ederek, sorarak ve sorgulayarak başlayın yaşamaya. Sizin saf olduğunuz gibi, aklınızı ve vicdanınızı da saflaştırın. Hiçbir şeyden, hiçbir kimseden, hiçbir yapıdan korkmayın ve hiçbir şeye, hiçbir kimseye, hiçbir yapıya korkuyla yaklaşmayın ve bağlanmayın da hiçbir şeye. Önyargılarınızı paramparça edin, kesin inançlarınızı yıkın atın, koşullandırılmışlık halinden kurtulun, ait olmakla varolmaya çabalamaktan vazgeçin. Yani gerçek insan olun ve gerçek insan gözüyle görün, gerçek insan kafasıyla anlayın, gerçek insan ruhuyla hissedin, gerçek insan aklıyla düşünün, gerçek insan vicdanıyla yargılayın ve karar verin. İşte o vakit, gerçekten uyandığınız ve yeryüzünü bir beşik gibi salladığınız vakit olacaktır. Zalimler nasıl bir imtihanla karşı karşıya olduklarını fark edecekler ve ağır bir korkuyla kaçacaklardır göreceksiniz. Tüm zincirlerinizin kendiliğinden teker teker parçalandığı vakit olacaktır o vakit. Sizin siz olduğunuz ve faşist emperyalizm denilen lanetin hep gibi görünmesine rağmen bir hiç olduğu gerçeğinin mutlak saflıkta aşikâr olduğu vakit olacaktır ve bir ömür boyu aldatılmadığınız tek bir günün olmadığını anladığınız vakit olacaktır ve işte o vakit; gerçek insan olarak varoluş ve gerçek kurtuluş vakti olacaktır! Her şey sizin vicdanınızla ve aklınızla olacaktır…

Tarih: 30.05.2019 Okunma: 869

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?