Hayalen karşımıza bir insan koyalım ve
ona bakalım ama görelim de onu. Bir gövdesi var de mi? Evet, kollardan,
bacaklardan, gözlerden, ellerden, ayaklardan, deriden, kafadan, kafadaki
saçlardan, ağızdan, dudaktan müteşekkil bir gövde. Tamam, genel tarafların
üzeri kapalı ama mutlak bir sarihlikte malum yani, kocaman bir gövde. Birde o
gövdeye hareket özelliği veren ama bakınca görünmeyen sadece hissedilen bir
ruhu var de mi ya da nasıl diyorsanız? Çünkü ruh diye tanımladığımız görülmeyen
ama hissedilen o şey olmasa o gövde et çuvalı gibi yığılır kalır olduğu yere.
Doğru mu? Doğru, çünkü etler kemikler üzerine yapıştırılmış ve ruh tüm gövdeye
karıştırılmış, tüm gövdeye karıştırılan ruh cüzleriyle birlikte bütün gövdeye
bir hareket kabiliyeti vermiş. O ruhu çıkartın o gövdeden, o kemikler o etleri
ayakta tutamaz, bilakis o etler o kemikleri çatır çatır çatlatır ve un ufak
eder. Yani böyle bir şey algılıyoruz, görüyoruz ve anlıyoruz baktığımız zaman
insan dediğimiz canlıya. Şimdi ne gördüyseniz söyleyin; aklınızda uçuşan
düşünceler nelerdir? O insan nedir, kimdir? Diye bir soru canlanır zihninizde
ilk evvelde değil mi? İlla ki sorarsınız yani, kişisel meziyetlerini merak
edersiniz ya da daha beliğ bir ifadeyle kişiliğini hissetmeye çalışırsınız.
Sonra da o insan neye, nelere sahiptir gibi sorular canlanmaya başlar
zihninizde? Çünkü insan meraklı bir varlıktır ve tedricen yol alır. Daha sonra
da gördükleriniz bağlamında o insanı tasarlamaya başlarsınız zihninizde yani
kendinize göre bir konumlandırma, tanımlama yaparsınız? Bu sorular tebeyyün
ediverir beynimizde vehleten de mi? İlk evvelde bir kişilik olarak karşımızda
duran bir insan vardır, anlayışıyla, değerleriyle, düşüncesiyle, duygularıyla.
Doğru mu? Doğru. Çünkü biz üzerine yapışanları görmeyiz direkt olarak
yapışanların yapıştığı yeri görürüz yani özü. Tabi o insan büyük servetlere,
yenilmez kuvvetlere de sahip olabilir. Ayrıca o insanı zihnimizde büyük bir
işadamı, büyük bir bürokrat, büyük bir komutan, ünlü bir sanatçı olarakta
tasavvur edebiliriz. Peki, son tahlilde; bizim indi değerlendirmelerimizin
kriteri ne olur? Elbette o insanın kişiliğine önem veririz ya da vermemiz icap
eder de mi? Kuşkusuz öyledir, öyle olması icap eder ama biz öyle yapmayız.
Bakarken ilk gördüğümüz ya da görmek istediğimiz ne kadar kişiliği olursa da,
ona saygı duyarken, ona nasıl tavır takınacağımızı belirlerken kişiliğini asla
ön plana almayız yani değerleriyle, anlama yetisiyle, duygularıyla,
düşünceleriyle ölçüp tartmayız. Peki, ne yaparız? O insanın üzerine yapışanları
görürüz ama öze gözümüzü kaparız. Yani servetine, kudretine, payesine, ününe,
apoletine vb. muvakkat özelliklerine bakarız. Tabi bu durumda bizi yanlış
mecralara sürükler, derin mesele. Bakınız insanlık tarihini tetkik ediniz, tüm
filozoflar hatta ve hatta tüm Peygamberler bile öze önem atfetmişlerdir ama
insançocukları hep kalıba yönelmişlerdir ve kalıplarına göre karşıdakileri
tasarlamışlar ve tasarladıkları şeye göre de kendilerini konumlandırmışlardır.
İnsan denilen varlık, işte böyle bön, alık ve bayağıdır. (İnsançocuğu yalanı sevmediği
iddiasında bulunur ama gider tüm mevcudiyetiyle yalan olanın, hakikatle zerre
iltisakı bulunmayanın önünde secdeye kapanır ve onu adeta tanrılaştırır,
münhasıran malik olduğu dışsal özellikleri sebebiyle. Göz göre göre aldatılmaya
teşnedir, tiksindirici bir şekilde. Hatta kul hakkı yememeyi öğütler her dem ama
gider tüm kudretini kul hakkı yemeye hasretmiş tiranların önünde boyun eğer,
diz büker.) Bu yüzden de bayağı şeylerden hoşnutluk duyar ve onlara önem
atfeder. Bakışı da, görüşü de, algılayışı da, anlayışı da, hissedişi de,
bilgisi de, bilinci de bu yüzden sınırlıdır hatta mevcudatı idrakte
kifayetsizdir. Eğitim bile çaresiz kalır bu durum karşısında. Bu öyle yüzeysel
bir şey değildir ve kolay anlaşılacak bir konu da değildir, tüm teferruatlarıyla,
ince noktalarıyla derinliklerine inerseniz kitap olur. Bu yüzden de insan
denilen canlı ne değişmeyi becerebilir ne de değiştirmeyi. (Akılsız, bağnaz,
cahil, kesin inançlı, biatçi, sefil, sekter bir varlıktır insançocuğu. Böyle
olmasa, vicdanın ve aklın safında yer alır ve vicdansızlara, akılsızlara,
dördüncü tür yaratıklara eyvallah etmez küçücük ve ucuz menfaatler için.) İşte
mevzu bu kadar derindir, derinliklerdedir. Ne zaman kalıplardan sıyrılır,
kendini kurtarır, öze ulaşmak için samimi bir gayret içinde olur,
karşısındakileri kalıba göre değil de öze göre tetkik eder ve ruhunda ve
kafasında gerçekçi bir devrim yapar ve bu devrimin tohumunu insanlık toprağına
bırakır işte o zaman insanlık ve dünya gerçekten değişir ve tüm insanlar barış
türkülerini terennüm ederek, kardeşçe, el ele, gönül gönüle yaşarlar giderler. Faşist
emperyalizmin, saldığı korkuları tek bir cesaret örneği ile toz edip göğe
savururlar. Faşist emperyalizmin yaşam sunmayan, sevinci, sevgiyi katleden
hamasetine bir gram prim vermez ve insanca yaşamayı tercih eder, hayalleriyle,
umutlarıyla yarınlara özgürce yürümeyi arzular. Herkes yaşadığı her andan
mutluluk duyar, kimse kimseye kem gözle bakmaz, kimse kimsenin elindekine göz
dikmez, açlar olmaz, çıplak kalmaz, acı yüzlere yapışmaz, sevinç yürekleri
coşturur, kimsenin ağzı konuşacak kötü bir şey bulamaz ve dünya cennet olur.
İnsan olduğunu düşündüğümüz görüngüler bunu becerebilirler mi? Boş boş
konuşmakla, konuştuğunu sanıp saçmalamakla, hiçbir şeyden çakmayıp bilgiçlik
taslamakla, eylemden yoksun olup münhasıran bilmekle bir halt olacağını
sanmayla ama bilinen bir şeyinde olmamasıyla yapılabilecek hiçbir şey yoktur.
Önce insan nedir gerçekten ama gerçekten öğrenecez, sonra da insan gibi yaşama
yolunu seçecez, zalimlerin karşısında lâl olmayacaz ve boyun eğmeyecez. Gerisi
angaryadır!
Bakınız, bir süreliğine ıssız bir
mağaraya çekilin, tefessüh etmiş ve fosilleşmiş ideolojilerinizden arının,
şeytani politikanın kıskacından kurtulun, baltalarınızı ellerinize alın ve her
nev’inden putlarınızı kırın, gazete paçavralarını parçalayıp atın, enformasyon
çöplüğü olan internetten elinizi çekin, televizyon denilen karanlık kutudan
gözlerinizi ayırın, beton duvarların soğukluğundan ve teneke parçalarının
ruhsuzluğundan azade olun, kulaklarınızı tıkayın ve ne adına konuştuklarını
söylerlerse söylesinler hiçbir kimseyi dinlemeyin (bahusus büyük yalancıları,
hayatları yalan olanları), karanlık
yeryüzünden gökyüzünün aydınlığına yükselin ve yeryüzüne tekrar bakın. Ama
beşerlikten insanlığa yükselmiş ve gerçekten insani öze kavuşmuş biri olarak
bakın. Mutlak kimliksiz, hiçbir şey olmayan, hatta bir gövdeye sahip olmayan
bir insan olarak çırılçıplak halinizle, bomboş kafanızla, feri kaybolmamış
gözlerinizle, arınmış ve saflaşmış ruhunuzla görün her şeyi. Saf insanlığınızla
karşılayın her şeyi ve her şeyin karşısında saf insanlığınızla durun. Ondan
sonra yeryüzüne inin ve gördüğünüz şeyleri tüm gerçeklikleriyle hissedin ve
uyanın. Daha sonra gerçekler nedir, yalanlar nedir, olgular nelerdir, olaylar
nasıl gelişmektedir, yeryüzü nasıl bir yerdir, kim kimdir, dünya denilen şey
nedir, hayat nasıl bir şeydir ve ne şekilde yürümektedir, insan olarak
tanımlanan görüngüler nasıl bir şeydirler, neler yapmakta ve nasıl
yaşamaktadırlar derinlemesine çözümlemeler yapın. Aldatılmakta mısınız yoksa
uyandırılmaya çalışılan uyuyanlar mısınız iyice fark edin. Kulağınıza gelen
sesler nereden gelmektedir, nasıl gelmektedir ve kulağınıza ne halde
ulaşmaktadır idrakine varın. Hakikat nedir, hakikat diye bir şey kalmış mıdır
yeryüzünde iyice anlayın. Eğer hakikat diye bir şey varsa niçin kimse o
hakikatten bahsetmemektedir, bahsedilmesi tehlikeli bir şey midir, kim
engellemektedir bahsedilmesini, bahsetmeyenlerin bahaneleri nelerdir tüm
teferruatlarıyla öğrenin, anlayın. Hakikatten korkulmakta mıdır, niçin
korkulmaktadır, korkanlar kimlerdir sarahaten fehmedin. Hiçbir olguyu
kutsallaştırmadan ve kutsallaştırıp korkuya kapılmadan cesurca hissedin ve
anlayın her şeyi, hakikati görün ve olgular zarar görür tereddüdüne kapılmadan
haykırın gördüklerinizi. Siz olmadığınız takdirde hiçbir şeyin olmayacağını,
olacağının söylenilmesinin büyük bir palavra olduğunu damarlarında ki kanın
size can verdiği gibi ve o kan damarlarda akmadığı zaman yok olacağınızı
bildiğiniz gibi idrak edin. Sizsiz her şeyin kupkuru olduğunu, canlılığın sizin
inişinizle başladığını iyice görün. Varlığınızın hiçbir kimseye bağlı olmadığını,
yokluğunuzun da hiçbir kimsenin elinde olmayacağını iyice anlayın. Her şeyi,
herkesi, her olguyu, her olayı yeniden çözümleyin, tetkik ve tahkik edin,
samimi anlama gayreti içinde olun ve yeniden anlayın her şeyi ama her şeyi.
Merak ederek, sorarak ve sorgulayarak başlayın yaşamaya. Sizin saf olduğunuz
gibi, aklınızı ve vicdanınızı da saflaştırın. Hiçbir şeyden, hiçbir kimseden,
hiçbir yapıdan korkmayın ve hiçbir şeye, hiçbir kimseye, hiçbir yapıya korkuyla
yaklaşmayın ve bağlanmayın da hiçbir şeye. Önyargılarınızı paramparça edin,
kesin inançlarınızı yıkın atın, koşullandırılmışlık halinden kurtulun, ait
olmakla varolmaya çabalamaktan vazgeçin. Yani gerçek insan olun ve gerçek insan
gözüyle görün, gerçek insan kafasıyla anlayın, gerçek insan ruhuyla hissedin,
gerçek insan aklıyla düşünün, gerçek insan vicdanıyla yargılayın ve karar
verin. İşte o vakit, gerçekten uyandığınız ve yeryüzünü bir beşik gibi
salladığınız vakit olacaktır. Zalimler nasıl bir imtihanla karşı karşıya
olduklarını fark edecekler ve ağır bir korkuyla kaçacaklardır göreceksiniz. Tüm
zincirlerinizin kendiliğinden teker teker parçalandığı vakit olacaktır o vakit.
Sizin siz olduğunuz ve faşist emperyalizm denilen lanetin hep gibi görünmesine
rağmen bir hiç olduğu gerçeğinin mutlak saflıkta aşikâr olduğu vakit olacaktır
ve bir ömür boyu aldatılmadığınız tek bir günün olmadığını anladığınız vakit
olacaktır ve işte o vakit; gerçek insan olarak varoluş ve gerçek kurtuluş vakti
olacaktır! Her şey sizin vicdanınızla ve aklınızla olacaktır…