Öncelikle ve özellikle ifade edeyim ki; din, tüm dünyada
tasallut altındadır. Dini, kendi hegemonyalarına geçirmiş olanlar yani dünya
egemenlerinin gölgesinde kalmış malumatfuruş sözde âlimler, dinde yetkin ve
salahiyetli olarak münhasıran kendilerini görmektedirler ve bitevi indi
mülahazalarını serdetmektedirler ama bu meyanda gerçek dini de
setretmektedirler. Tabir caizse egemenlerin dalkavukları konumuna irca
etmektedirler kendilerini göz göre göre. Oysa Allah; ‘’hak apaçık ortadayken,
hakkı bile bile gizlemeyin’’ diyor. Öyle inanıyorum ki, âlim pozu verenler bile
dini anlamakta zorlanıyorlar ya da anlamak derdinde değiller yahut çok iyi
anlıyorlar ama anladıklarını dünya egemenleri lehine inceden inceye istimal
ediyorlar, elbette bu meyanda insançocuklarını da suiistimal ediyorlar hatta
hakka ihanet ediyorlar. Yani egemenlik lehine insanlığı aldatıyorlar. Anlıyormuş
gibi yapıyorlar ya da anladıklarını gizliyorlar, bilakis söz haklarını kaybedeceklerini
düşünüyorlar. Söz hakkı çok mühim bir şeydir ve büyük yollar açar, nimetler
bahşeder!!! Ayakta durmak ölümün davetçisiyse, diz çökmek kalıp kalıp
nimetlerin yol açıcısıdır!!! Böyle olunca da etkiledikleri insanlar ya kalıbı
dini ama özü dinden arınmış eylem ortaya koyuyorlar ya da dinde dünyayı
öldürüyorlar ve garip bir anlayışla en masum harekete bile din dışı yaftası
vurabiliyorlar yahut dinle ilintisi olmayan ama dini sanılan acayip hayatlar
tezahür ediyor. Buradan da din ya kapitalizmin payandası olup çıkıyor ya kör
şiddetten beslenenlere kaynaklık ediyor ya da dünyasız olunamayacağını
düşünenler din adına dinsiz ilan edilip amansız bir gizli savaş veriliyor.
Böylece din aydınlığın müsebbibi olacağına karanlığın kendisiymiş gibi
anlaşılıyor. Din dünyası da sorunlar yumağından bir türlü kurtulamıyor ve kendi
başına kalıp kendi geleceğini çizemiyor.
Mevzubahis âlimler kendilerini dindar olarak
konumlandırdıkları için, karşılarında olan nice insanları kafalarına göre din
dışı olarak konumlandırabilmektedirler ve bunu bir de zımnen topluma empoze
etmeye tevessül etmektedirler, ilme, irfana, hikmete, vicdana, akla, hakikate
münafi olarak. Oysa hiçbir âlimin böyle bir hakkı mevcut değildir ve olamaz da.
Zira onlar dini en üst düzeyde tebliğ vazifesi ile sorumludurlar ve filhakika
insançocuklarını dinli dinsiz tefriki yaparak öteleyemezler, bilakis Allah’a
ihanet etmiş olurlar. Velakin onlar tıpkı Kilise Papazları misali, kafalarına
göre aforoz edebilmektedirler hazzetmedikleri insanları. Ve bir de o insanlarla
mütemadiyen savaş hali varmış gibi lanse edilerek yargılarına kılıf
uydurabilmektedirler. Bu da insanlığı derin bir kaosun içine bırakıvermektedir.
Hatta dinin reddettiği tefrikayı da körüklemektedirler böyle yaparak. Böylesi
bir şey ise hem dine hem de o dinin müntesiplerine telafisi imkânsız zararlar
vermektedir. En dindar insanları bile bunalıma sürüklemekte, boğmakta ve
tuğyana itmektedir bu bozuk telakki. İnsanlar bu türlere bakarak dinden
umutlarını kesmektedirler hatta dinden kaçmak istemektedirler. Yani iman
cephesine büyük darbeler indirmektedirler. Gerçek din aydınları-âlimleri ise
zaten hayatın dışındadırlar ve onlar handiyse toplum tarlasında dolaşma ve söz
söyleme hakkından mahrum gibidirler, kendi çabanızla onlara ulaşabilirseniz
ulaşıyorsunuz. ‘’Din, insanlığın en büyük şehididir’’ derken sonsuz isabetli
bir söz söylemektedir büyük şehit, evrensel sosyolog, fikir devi, aziz üstat, Doktor
Ali Şeriati. Ve keza ‘’dini, din sahiplerinin elinden kurtarmak gerekir’’
derken sonsuzcasına isabetli ve hakikatli bir söz etmektedir Doğun Güneşi büyük
üstat Muhammed İkbal. Bizler dini birilerinin inhisarına bırakmakla ve dine
dair öğreneceğimiz her şeyi onlardan öğrenmeye çalışmakla en büyük hatayı
yapıyoruz. Başından beri dini yanlış öğreniyoruz, yanlış anlıyoruz. Oysa din
herkesin algılayıp, anlayıp, bireysel bazda da olsa muktezasını ifa edeceği
sarihlikte, netlikte ve berraklıktadır ama birileri bunu hususen karmaşıklaştırmakta
ve insanların anlayamayacağından dem vurarak zımnen dini kendi monopollerine
geçirmektedirler, insanlarda bunu fark edemedikleri için tezgâha gelmektedirler
ve dini yanlış öğrenmektedirler. Ya da nefsi bir ihtiyaçmış gibi hissettikleri
aidiyet telakkisiyle ait oldukları yeri tüm boyutlarıyla sorgusuz sualsiz
tolere etmeyi uygun bulmaktadırlar. Bu da birilerinin önünde diz çöküp boyun
eğmeyi intaç etmektedir. Böylesi bir durumunda nelere yol açtığını ve
açabileceğini acı tecrübelerle öğreniyoruz her daim ve öğrenildi insanlık
tarihi boyunca.
“”Şeytan, sizi, Allah ile aldatmasın”” yasasını tahattur
ediyor muyuz sahi? Hz. Ali; ‘’ilim bir nokta idi, onu cahiller çoğalttı’’
derken mutlak ve saf hakikati izhar ediyordu. Burada ilmin çoğaltılması sözü
sonsuz derin bir sözdür ve muhakkak teferruatlı olarak sorgulanmalıdır. Zira
bir şey niçin, ne adına, kim için ve nasıl çoğaltılır? Çoğalan şey eğer ki
hakikat temelinde, muayyen bir disiplin çerçevesinde ve istikrarlı bir şekilde
çoğalmıyorsa muhakkak bozulur ve bozar. Bugün eylemsel boyuttaki sakatlıkların
handiyse tümü dinin yanlış öğrenilmesinden, anlaşılmasından sadır olmaktadır.
Bilinmelidir ki, bozulan din doğru insan üretemez, illaki bozuk insan
üretecektir. Ki, üretmektedir de. Yoksa bir inanan, diğer inanana niçin selam
vermekten imtina eder, üstelikte her yerde büyük dindar pozu verdiği halde?
Münhasıran farklı toplulukların müntesibi oldukları için ama aynı dine
inandıkları halde niçin birbirlerine düşman gibi davranırlar? Din girift
değildir ama birileri bahusus giriftleştirerek kendilerini dinde söz sahibi
konumuna yükseltmektedir, bu durum da dinin bir kaç kişinin bireysel
telakkilerine göre topluma dikte edilmesini tevlit etmektedir. Yani din adına
bir güruh tezahür etmekte ve topluma din diye kendi telakkisini dikte
etmektedir. Bugün nice şeyhler, âlim konumunda olanlar, dünyadan gelecek ucuz
menfaatler uğruna dini az bir pahaya satacak derekeye düşebilmektedirler hatta
dini göz göre göre setretmektedirler. Taammüden, dinin, çağa cevap veremeyecek
durumda kalmasına yol vermektedirler. Oysa yasa belli değil midir ve belli olan
yasa niçin inmiştir? ‘’Emrolunduğun gibi dosdoğru ol’’ yasası bize ahirette mi
lazımdır? Hakikati burada söylemeyeceğiz de nerede söyleyeceğiz? Ahirette bu
dünyada lazım olacak olan hakikatin hükmü ne olabilir? Din münhasıran manevi
alana sıkıştırılmaktadır ve sanki maddi alan dinden bağımsız gibi hareket
edilmektedir. Bu yüzden de insanlar münhasıran maneviyata yönlendirilmekte,
maddi ilimlerden uzak bırakılmaktadır. Ki, maneviyatı da bozuk bir
maneviyattır. Bu da bilimden kopmayı neşet etmektedir, bilimden kopanın ise
hayattan kopacağı unutulmaktadır. Ki, bilimden kopmanın din dünyasının başına
neler getirdiğini göremeyecek kadar kör değiliz. Oysa Allah manevi ilimleri halkettiği
gibi maddi ilimleri de halketmiştir. Fiziği olmayanın metafiziği olur mu? Bu
durumda, inanan insanların çağı anlayamamalarını, çağın sorunlarına cevap
üretememelerini, her şeye din bağlamından bakarak değerlendirme yapmalarını
intaç etmektedir. Bu telakki de sorunlu eylemleri tevlit etmektedir.
Yönlendirildikleri maneviyatta maalesef içeriği boşaltılmış maneviyattır,
insanı manevi sömürünün nesnesi kılacak bir maneviyattır ki, zaten
insançocuklarını sömürmek için üretilmiş kof bir maneviyattır. Bu da insanı tek
kanatlı bir kuşa döndürmekte, uçuşunu zorlaştırmaktadır.
İnsan hem göktür hem yer, hem maddedir hem mana. İki yüz de
olmazsa olmazdır. Bu yüzdende din temelli eylemlerimiz hep yanlış seyir
izlemektedir. Münhasıran dini tolere etmekle kendimizi dindar sayıyoruz ve her
şeyden ari görüyoruz. Dinimiz olduğu içinde yani olguya sahip olduğumuz içinde
olay boyutundan soyutluyoruz kendimizi, dinin ahlak, adalet, ulvi erdemler, kul
hakkı, emek yönünü ıskalıyoruz. Sonra da bu ulvi olguları ıskalayanların
gizlenmesini arzuluyoruz dünya menfaatlerinin elimizden çıkıp gitmemesi için.
Misal; kendini dindar gören ama ahlaktan ari biri, dindar olan ve bunun
muktezasınca ahlakiliği önemseyen birini yadırgayabiliyor ve acımasızca
yargılayabiliyor, sözde dünya emellerine sıkıntı oluşturduğu telakkisiyle. Keza
hem güya kendini dindar olarak gördüğü ama ahlakilikle pek fazla ilgili
olmadığı halde, iman boyutunda dine mesafeli duran ama eylem boyutunda ahlakiliğe
önem atfeden birini de telin edebiliyor. Ahlaklı eylemler ortaya koyan biri
dine mesafeli durduğu için dinsiz yaftası vurularak pislik olarak
yaftalanabiliyor ama ahlaksızlığın bataklığında kıvranan biri münhasıran din
sahibi olduğu için pirüpak olarak görülebiliyor. Çünkü din sahibi olduğu için
her eylemi meşru sayılıyor, ahlaka vb. ulvi erdemlere ihtiyacı yokmuş gibi
algılanabiliyor. Bu ne yaman çelişkidir Yarabbi! Kendini dindar gören birine dindar biri olarak
adalet yasasını hatırlattığınız zaman nefsine göre müdahalede bulunabiliyor ve
sizi kafasında aforoz edebiliyor ve bunda da hiçbir sakınca görmüyor. Çünkü o,
dini böyle biliyor ve dine böyle inanıyor, filhakika böyle inandırılmış. Serde
dünya egemenliği varsa din birazcık ıskalanabilir hatta kullanılabilir denmiş
sümme haşa. Böylece de dine nasıl bir zarar verdiğinin farkına varamıyor, zira
dünya nimetleriyle sarhoş oluyor. Ama ne acıdır ki, bunların yaptıkları tolere
edilebilirken ve günahlarının gizlenmesi istenirken, bu türden eylemleri
hakikat namına ve insanlık adına teşhir edenler lanetleniyor, böyle bir şeyden
vazgeçmeleri ve günahlara taviz vermeleri istenebiliyor zımnen.
Dini, tertil, tedebbür, taakkul ile talim etmiyoruz. Dini
öğrenmekte samimi ve dürüst değiliz. Çünkü din, ucuz, küçük, basit ve süfli dünya
çıkarlarımıza darbe vuruyor. Emellerimizi akamete uğratıyor, böyle olunca da
dindarmış gibi görüntü vermek ama dinden uzak eylemler ortaya koymak nefsimize
hoş geliyor. Zira din iyiliği, ahlakı ve adaleti emrediyor; iyilik, adalet ve
ahlak ise nefsimize zor geliyor. Âlimler, dini, münhasıran kendilerinin en iyi
şekilde anlayabileceklerini zannediyorlar, oysa Allah din konusunda dilediğini
ince anlayış sahibi kılar. Yani dini münhasıran âlimler en iyi şekilde anlar
diye bir kaide yoktur ve olamaz. Dini, çağa cevap verebilecek bir olgu olarak
anlayanlar ve aydınlık yönüyle topluma sunanlar hakkında da katli vaciptir
fetvaları vermekten hicap duymuyoruz. Zaten okuyan bir toplum değiliz, bu da
bizleri manipüle etme iştiyakıyla yananları memnun ediyor. Çünkü cahil bir
toplumu, yalan bilgilerle de olsa istendik şekilde yönlendirebilirsiniz ve
dünya nimetlerinden dilediğinizce istifade edebilirsiniz hem de haram helal
demeden. Dinin emirlerine uymuyoruz ama dinin bizi iyi insan yapmasını
bekliyoruz. Din insanı iyi insan yapmaz, insan kendisini iyi insan yapar, din
bir araçtır. Din sana münhasıran bazı müeyyideler, ilkeler sunar ve sen onlara
ittiba edersen vazifeni ifa etmiş ve iyi insan olmuş olursun. Ki, münhasıran
inanmış olanların iyi olacakları gibi bir algıda sorunludur. Zira nice
inandığını söyleyen ama kötülükler içinde debelenip duranlar olduğu gibi,
inanmadıklarını söyleyen ama iyi eylemler ortaya koyanlar vardır insanlık
ailesi içinde. Bizler kendi kalbimize hüküm verdiremediğimiz dine, dünyaya
hüküm verdirmeye çalışıyoruz. Yani kendimiz dini yaşamıyoruz ama herkesin
yaşamasını istiyoruz ve yaşam konusunda noksanlıkları olanları ise din
sahasının dışına atmakta tereddüt etmiyoruz. Kendi kulluk toprağımızda egemen
kılamadığımız dini, insanlık toprağı üzerinde egemen kılmaya çalışıyoruz ve bu
sebeple de kendimizi haklı buluyoruz, hayatımızı bu istikamette yaşıyoruz.
Kendimizi dini yaşamıyoruz ama başkalarına yaşatma hakkını kendimizde
görüyoruz. Peki niçin? Çünkü dinin sahibi biziz diye düşünüyoruz. Oysa dinin sahibi
Allah’tır ve din tüm insanlığa gelmiştir.
Allah bizlere akıl verdi ama okumuyoruz, araştırmıyoruz,
düşünmüyoruz, tefekkür etmiyoruz, fakat diyoruz ki; Rabbim bizlere akıl ver.
Allah sana nasıl akıl verecek? Allah sana kafa vermiş, kafanın içine beyin
koymuş, ilmin kaynaklarını da vermiş gerek manevi gerek maddi olarak ve ilim
talim etmenin yolunu da göstermiş hatta maddi ve manevi ilimleri de halketmiş
ama sen inanıyorsun, git yat, keyfine bak, sana akıl veriyorum dememiş ki ve
demez ki. Sen kendi gayretinle akıl sahibi olmalısın. Allah sana tefrikayı
haram kılmış, tefrikanın zararlarını açıklamış ama sen gidiyorsun bile isteye
tefrikaya düşüyorsun, insanların birlik bağlarını nakzediyorsun, herkesi
herkese düşman kılıyorsun sonra da kalkıp Rabbim birliğimizi daim eyle
diyorsun. Biz düşmanlık üretelim ama Rabbim bize birlik ver diyelim. Bu ne
menem iştir? Biz çalışmayalım, ter, yaş, kan dökmeyelim, emek sarf etmeyelim
ama Rabbim bize nimet bahşet diyelim, yani böyle bir şey nasıl kabil olabilir? Gereğini
ifa etmiyorsun ama gerekeni istiyorsun yani sahtekârlık ediyorsun. Gerekeni
yapmadan, arzumuzun gerçek olmasını istiyoruz. Aslında biz din cahiliyiz. Ve
işin garibi dini en iyi bildiklerini iddia edenler din cahili. Bugün din
emperyalizme yol veren ve yol açan bir olguymuş gibi algılanmaktadır ve bu
algıya da din sahibi olanların düşünceleri ve eylemleri sebep olmaktadır. Hayır,
mülahazalarımda yanılıyor da olabilirim ama yanıldığım ilmi ve bilmi temellerde
ispat edilmelidir. Yargısız infaz yapmak ne kadar dindarane bir davranıştır?
Ki, kötü bir şey yapıyorsam da bu izah ve izhar edilmelidir muhkem hüccetlerle.
Geçelim! Haddizatında kitap olacak bir meseleyi bir kaç sayfaya sığdırmaya
çalıştık ama elbette en kısa zamanda o neticeye de vasıl olmuş olacağız ve
masivaya dair her şey hakkında ölümsüz bir eser ortaya koyacağız. Rabbim
muvaffak eylesin. Âmin.