İNANANLARIN AÇMAZLARI...

Özgür DENİZ - 24.06.2019

Öncelikle ve özellikle ifade edeyim ki; din, tüm dünyada tasallut altındadır. Dini, kendi hegemonyalarına geçirmiş olanlar yani dünya egemenlerinin gölgesinde kalmış malumatfuruş sözde âlimler, dinde yetkin ve salahiyetli olarak münhasıran kendilerini görmektedirler ve bitevi indi mülahazalarını serdetmektedirler ama bu meyanda gerçek dini de setretmektedirler. Tabir caizse egemenlerin dalkavukları konumuna irca etmektedirler kendilerini göz göre göre. Oysa Allah; ‘’hak apaçık ortadayken, hakkı bile bile gizlemeyin’’ diyor. Öyle inanıyorum ki, âlim pozu verenler bile dini anlamakta zorlanıyorlar ya da anlamak derdinde değiller yahut çok iyi anlıyorlar ama anladıklarını dünya egemenleri lehine inceden inceye istimal ediyorlar, elbette bu meyanda insançocuklarını da suiistimal ediyorlar hatta hakka ihanet ediyorlar. Yani egemenlik lehine insanlığı aldatıyorlar. Anlıyormuş gibi yapıyorlar ya da anladıklarını gizliyorlar, bilakis söz haklarını kaybedeceklerini düşünüyorlar. Söz hakkı çok mühim bir şeydir ve büyük yollar açar, nimetler bahşeder!!! Ayakta durmak ölümün davetçisiyse, diz çökmek kalıp kalıp nimetlerin yol açıcısıdır!!! Böyle olunca da etkiledikleri insanlar ya kalıbı dini ama özü dinden arınmış eylem ortaya koyuyorlar ya da dinde dünyayı öldürüyorlar ve garip bir anlayışla en masum harekete bile din dışı yaftası vurabiliyorlar yahut dinle ilintisi olmayan ama dini sanılan acayip hayatlar tezahür ediyor. Buradan da din ya kapitalizmin payandası olup çıkıyor ya kör şiddetten beslenenlere kaynaklık ediyor ya da dünyasız olunamayacağını düşünenler din adına dinsiz ilan edilip amansız bir gizli savaş veriliyor. Böylece din aydınlığın müsebbibi olacağına karanlığın kendisiymiş gibi anlaşılıyor. Din dünyası da sorunlar yumağından bir türlü kurtulamıyor ve kendi başına kalıp kendi geleceğini çizemiyor.

 

Mevzubahis âlimler kendilerini dindar olarak konumlandırdıkları için, karşılarında olan nice insanları kafalarına göre din dışı olarak konumlandırabilmektedirler ve bunu bir de zımnen topluma empoze etmeye tevessül etmektedirler, ilme, irfana, hikmete, vicdana, akla, hakikate münafi olarak. Oysa hiçbir âlimin böyle bir hakkı mevcut değildir ve olamaz da. Zira onlar dini en üst düzeyde tebliğ vazifesi ile sorumludurlar ve filhakika insançocuklarını dinli dinsiz tefriki yaparak öteleyemezler, bilakis Allah’a ihanet etmiş olurlar. Velakin onlar tıpkı Kilise Papazları misali, kafalarına göre aforoz edebilmektedirler hazzetmedikleri insanları. Ve bir de o insanlarla mütemadiyen savaş hali varmış gibi lanse edilerek yargılarına kılıf uydurabilmektedirler. Bu da insanlığı derin bir kaosun içine bırakıvermektedir. Hatta dinin reddettiği tefrikayı da körüklemektedirler böyle yaparak. Böylesi bir şey ise hem dine hem de o dinin müntesiplerine telafisi imkânsız zararlar vermektedir. En dindar insanları bile bunalıma sürüklemekte, boğmakta ve tuğyana itmektedir bu bozuk telakki. İnsanlar bu türlere bakarak dinden umutlarını kesmektedirler hatta dinden kaçmak istemektedirler. Yani iman cephesine büyük darbeler indirmektedirler. Gerçek din aydınları-âlimleri ise zaten hayatın dışındadırlar ve onlar handiyse toplum tarlasında dolaşma ve söz söyleme hakkından mahrum gibidirler, kendi çabanızla onlara ulaşabilirseniz ulaşıyorsunuz. ‘’Din, insanlığın en büyük şehididir’’ derken sonsuz isabetli bir söz söylemektedir büyük şehit, evrensel sosyolog, fikir devi, aziz üstat, Doktor Ali Şeriati. Ve keza ‘’dini, din sahiplerinin elinden kurtarmak gerekir’’ derken sonsuzcasına isabetli ve hakikatli bir söz etmektedir Doğun Güneşi büyük üstat Muhammed İkbal. Bizler dini birilerinin inhisarına bırakmakla ve dine dair öğreneceğimiz her şeyi onlardan öğrenmeye çalışmakla en büyük hatayı yapıyoruz. Başından beri dini yanlış öğreniyoruz, yanlış anlıyoruz. Oysa din herkesin algılayıp, anlayıp, bireysel bazda da olsa muktezasını ifa edeceği sarihlikte, netlikte ve berraklıktadır ama birileri bunu hususen karmaşıklaştırmakta ve insanların anlayamayacağından dem vurarak zımnen dini kendi monopollerine geçirmektedirler, insanlarda bunu fark edemedikleri için tezgâha gelmektedirler ve dini yanlış öğrenmektedirler. Ya da nefsi bir ihtiyaçmış gibi hissettikleri aidiyet telakkisiyle ait oldukları yeri tüm boyutlarıyla sorgusuz sualsiz tolere etmeyi uygun bulmaktadırlar. Bu da birilerinin önünde diz çöküp boyun eğmeyi intaç etmektedir. Böylesi bir durumunda nelere yol açtığını ve açabileceğini acı tecrübelerle öğreniyoruz her daim ve öğrenildi insanlık tarihi boyunca.

 

“”Şeytan, sizi, Allah ile aldatmasın”” yasasını tahattur ediyor muyuz sahi? Hz. Ali; ‘’ilim bir nokta idi, onu cahiller çoğalttı’’ derken mutlak ve saf hakikati izhar ediyordu. Burada ilmin çoğaltılması sözü sonsuz derin bir sözdür ve muhakkak teferruatlı olarak sorgulanmalıdır. Zira bir şey niçin, ne adına, kim için ve nasıl çoğaltılır? Çoğalan şey eğer ki hakikat temelinde, muayyen bir disiplin çerçevesinde ve istikrarlı bir şekilde çoğalmıyorsa muhakkak bozulur ve bozar. Bugün eylemsel boyuttaki sakatlıkların handiyse tümü dinin yanlış öğrenilmesinden, anlaşılmasından sadır olmaktadır. Bilinmelidir ki, bozulan din doğru insan üretemez, illaki bozuk insan üretecektir. Ki, üretmektedir de. Yoksa bir inanan, diğer inanana niçin selam vermekten imtina eder, üstelikte her yerde büyük dindar pozu verdiği halde? Münhasıran farklı toplulukların müntesibi oldukları için ama aynı dine inandıkları halde niçin birbirlerine düşman gibi davranırlar? Din girift değildir ama birileri bahusus giriftleştirerek kendilerini dinde söz sahibi konumuna yükseltmektedir, bu durum da dinin bir kaç kişinin bireysel telakkilerine göre topluma dikte edilmesini tevlit etmektedir. Yani din adına bir güruh tezahür etmekte ve topluma din diye kendi telakkisini dikte etmektedir. Bugün nice şeyhler, âlim konumunda olanlar, dünyadan gelecek ucuz menfaatler uğruna dini az bir pahaya satacak derekeye düşebilmektedirler hatta dini göz göre göre setretmektedirler. Taammüden, dinin, çağa cevap veremeyecek durumda kalmasına yol vermektedirler. Oysa yasa belli değil midir ve belli olan yasa niçin inmiştir? ‘’Emrolunduğun gibi dosdoğru ol’’ yasası bize ahirette mi lazımdır? Hakikati burada söylemeyeceğiz de nerede söyleyeceğiz? Ahirette bu dünyada lazım olacak olan hakikatin hükmü ne olabilir? Din münhasıran manevi alana sıkıştırılmaktadır ve sanki maddi alan dinden bağımsız gibi hareket edilmektedir. Bu yüzden de insanlar münhasıran maneviyata yönlendirilmekte, maddi ilimlerden uzak bırakılmaktadır. Ki, maneviyatı da bozuk bir maneviyattır. Bu da bilimden kopmayı neşet etmektedir, bilimden kopanın ise hayattan kopacağı unutulmaktadır. Ki, bilimden kopmanın din dünyasının başına neler getirdiğini göremeyecek kadar kör değiliz. Oysa Allah manevi ilimleri halkettiği gibi maddi ilimleri de halketmiştir. Fiziği olmayanın metafiziği olur mu? Bu durumda, inanan insanların çağı anlayamamalarını, çağın sorunlarına cevap üretememelerini, her şeye din bağlamından bakarak değerlendirme yapmalarını intaç etmektedir. Bu telakki de sorunlu eylemleri tevlit etmektedir. Yönlendirildikleri maneviyatta maalesef içeriği boşaltılmış maneviyattır, insanı manevi sömürünün nesnesi kılacak bir maneviyattır ki, zaten insançocuklarını sömürmek için üretilmiş kof bir maneviyattır. Bu da insanı tek kanatlı bir kuşa döndürmekte, uçuşunu zorlaştırmaktadır.

 

İnsan hem göktür hem yer, hem maddedir hem mana. İki yüz de olmazsa olmazdır. Bu yüzdende din temelli eylemlerimiz hep yanlış seyir izlemektedir. Münhasıran dini tolere etmekle kendimizi dindar sayıyoruz ve her şeyden ari görüyoruz. Dinimiz olduğu içinde yani olguya sahip olduğumuz içinde olay boyutundan soyutluyoruz kendimizi, dinin ahlak, adalet, ulvi erdemler, kul hakkı, emek yönünü ıskalıyoruz. Sonra da bu ulvi olguları ıskalayanların gizlenmesini arzuluyoruz dünya menfaatlerinin elimizden çıkıp gitmemesi için. Misal; kendini dindar gören ama ahlaktan ari biri, dindar olan ve bunun muktezasınca ahlakiliği önemseyen birini yadırgayabiliyor ve acımasızca yargılayabiliyor, sözde dünya emellerine sıkıntı oluşturduğu telakkisiyle. Keza hem güya kendini dindar olarak gördüğü ama ahlakilikle pek fazla ilgili olmadığı halde, iman boyutunda dine mesafeli duran ama eylem boyutunda ahlakiliğe önem atfeden birini de telin edebiliyor. Ahlaklı eylemler ortaya koyan biri dine mesafeli durduğu için dinsiz yaftası vurularak pislik olarak yaftalanabiliyor ama ahlaksızlığın bataklığında kıvranan biri münhasıran din sahibi olduğu için pirüpak olarak görülebiliyor. Çünkü din sahibi olduğu için her eylemi meşru sayılıyor, ahlaka vb. ulvi erdemlere ihtiyacı yokmuş gibi algılanabiliyor. Bu ne yaman çelişkidir Yarabbi!  Kendini dindar gören birine dindar biri olarak adalet yasasını hatırlattığınız zaman nefsine göre müdahalede bulunabiliyor ve sizi kafasında aforoz edebiliyor ve bunda da hiçbir sakınca görmüyor. Çünkü o, dini böyle biliyor ve dine böyle inanıyor, filhakika böyle inandırılmış. Serde dünya egemenliği varsa din birazcık ıskalanabilir hatta kullanılabilir denmiş sümme haşa. Böylece de dine nasıl bir zarar verdiğinin farkına varamıyor, zira dünya nimetleriyle sarhoş oluyor. Ama ne acıdır ki, bunların yaptıkları tolere edilebilirken ve günahlarının gizlenmesi istenirken, bu türden eylemleri hakikat namına ve insanlık adına teşhir edenler lanetleniyor, böyle bir şeyden vazgeçmeleri ve günahlara taviz vermeleri istenebiliyor zımnen.

 

Dini, tertil, tedebbür, taakkul ile talim etmiyoruz. Dini öğrenmekte samimi ve dürüst değiliz. Çünkü din, ucuz, küçük, basit ve süfli dünya çıkarlarımıza darbe vuruyor. Emellerimizi akamete uğratıyor, böyle olunca da dindarmış gibi görüntü vermek ama dinden uzak eylemler ortaya koymak nefsimize hoş geliyor. Zira din iyiliği, ahlakı ve adaleti emrediyor; iyilik, adalet ve ahlak ise nefsimize zor geliyor. Âlimler, dini, münhasıran kendilerinin en iyi şekilde anlayabileceklerini zannediyorlar, oysa Allah din konusunda dilediğini ince anlayış sahibi kılar. Yani dini münhasıran âlimler en iyi şekilde anlar diye bir kaide yoktur ve olamaz. Dini, çağa cevap verebilecek bir olgu olarak anlayanlar ve aydınlık yönüyle topluma sunanlar hakkında da katli vaciptir fetvaları vermekten hicap duymuyoruz. Zaten okuyan bir toplum değiliz, bu da bizleri manipüle etme iştiyakıyla yananları memnun ediyor. Çünkü cahil bir toplumu, yalan bilgilerle de olsa istendik şekilde yönlendirebilirsiniz ve dünya nimetlerinden dilediğinizce istifade edebilirsiniz hem de haram helal demeden. Dinin emirlerine uymuyoruz ama dinin bizi iyi insan yapmasını bekliyoruz. Din insanı iyi insan yapmaz, insan kendisini iyi insan yapar, din bir araçtır. Din sana münhasıran bazı müeyyideler, ilkeler sunar ve sen onlara ittiba edersen vazifeni ifa etmiş ve iyi insan olmuş olursun. Ki, münhasıran inanmış olanların iyi olacakları gibi bir algıda sorunludur. Zira nice inandığını söyleyen ama kötülükler içinde debelenip duranlar olduğu gibi, inanmadıklarını söyleyen ama iyi eylemler ortaya koyanlar vardır insanlık ailesi içinde. Bizler kendi kalbimize hüküm verdiremediğimiz dine, dünyaya hüküm verdirmeye çalışıyoruz. Yani kendimiz dini yaşamıyoruz ama herkesin yaşamasını istiyoruz ve yaşam konusunda noksanlıkları olanları ise din sahasının dışına atmakta tereddüt etmiyoruz. Kendi kulluk toprağımızda egemen kılamadığımız dini, insanlık toprağı üzerinde egemen kılmaya çalışıyoruz ve bu sebeple de kendimizi haklı buluyoruz, hayatımızı bu istikamette yaşıyoruz. Kendimizi dini yaşamıyoruz ama başkalarına yaşatma hakkını kendimizde görüyoruz. Peki niçin? Çünkü dinin sahibi biziz diye düşünüyoruz. Oysa dinin sahibi Allah’tır ve din tüm insanlığa gelmiştir.

 

Allah bizlere akıl verdi ama okumuyoruz, araştırmıyoruz, düşünmüyoruz, tefekkür etmiyoruz, fakat diyoruz ki; Rabbim bizlere akıl ver. Allah sana nasıl akıl verecek? Allah sana kafa vermiş, kafanın içine beyin koymuş, ilmin kaynaklarını da vermiş gerek manevi gerek maddi olarak ve ilim talim etmenin yolunu da göstermiş hatta maddi ve manevi ilimleri de halketmiş ama sen inanıyorsun, git yat, keyfine bak, sana akıl veriyorum dememiş ki ve demez ki. Sen kendi gayretinle akıl sahibi olmalısın. Allah sana tefrikayı haram kılmış, tefrikanın zararlarını açıklamış ama sen gidiyorsun bile isteye tefrikaya düşüyorsun, insanların birlik bağlarını nakzediyorsun, herkesi herkese düşman kılıyorsun sonra da kalkıp Rabbim birliğimizi daim eyle diyorsun. Biz düşmanlık üretelim ama Rabbim bize birlik ver diyelim. Bu ne menem iştir? Biz çalışmayalım, ter, yaş, kan dökmeyelim, emek sarf etmeyelim ama Rabbim bize nimet bahşet diyelim, yani böyle bir şey nasıl kabil olabilir? Gereğini ifa etmiyorsun ama gerekeni istiyorsun yani sahtekârlık ediyorsun. Gerekeni yapmadan, arzumuzun gerçek olmasını istiyoruz. Aslında biz din cahiliyiz. Ve işin garibi dini en iyi bildiklerini iddia edenler din cahili. Bugün din emperyalizme yol veren ve yol açan bir olguymuş gibi algılanmaktadır ve bu algıya da din sahibi olanların düşünceleri ve eylemleri sebep olmaktadır. Hayır, mülahazalarımda yanılıyor da olabilirim ama yanıldığım ilmi ve bilmi temellerde ispat edilmelidir. Yargısız infaz yapmak ne kadar dindarane bir davranıştır? Ki, kötü bir şey yapıyorsam da bu izah ve izhar edilmelidir muhkem hüccetlerle. Geçelim! Haddizatında kitap olacak bir meseleyi bir kaç sayfaya sığdırmaya çalıştık ama elbette en kısa zamanda o neticeye de vasıl olmuş olacağız ve masivaya dair her şey hakkında ölümsüz bir eser ortaya koyacağız. Rabbim muvaffak eylesin. Âmin.

Tarih: 24.06.2019 Okunma: 810

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?