Son tahlilde; ey insançocukları!
Gördüklerimizi ve bildiklerimizi unutalım, gerçeğe yönelelim, yüzümüzü gerçeğe
dönelim, kulaklarımızı gerçeğe açalım ve gerçeği görelim, bilelim, anlayalım
(((Çünkü gördüğümüz ve bildiğimiz hiçbir şey gerçek değil. Yemin ediyorum
gördüğümüz ve bildiğimiz şeylerin yüzde doksan dokuzu yalan.))), kulaklarımıza
söylenen ve gözümüze gösterilen hiçbir şeye inanmayalım bundan böyle (((Merak
atına atlayalım ve vuralım akıl kırbacını, mütemadiyen soralım ve sorgulayalım,
her şeyin görünmeyen yüzünü görmeye çalışalım, ta ki kanıtlar aklımızı ıskat
etsinler.))) ve ömrümüzün son demine dek (((Hayata bir kere geliyoruz, hayatı
bir kere yaşıyoruz, hayatta bir kere ölüyoruz, öyleyse ne zaman kendimiz olarak
ve insanca yaşayacağız? Hayatı belirlenmiş insanlar değil, hayatlarını
kendilerinin belirlediği insanlar olalım. İnsanlık tarihi çok önemli bir
dönemeçten geçmektedir, bunu anlarsak nasıl bir yol tutacağımızı daha iyi
kavrayacağız. İnsanlığın kurtuluşu için bunun çok büyük bir anlamı olduğu
aşikârdır. Bir gün mutlaka nedamet duyacaksınız ama ne son duyacağınız nedamet
ne de nedamet gözyaşları fayda etmeyecek, keşke kendimizi yaşasaydık
diyeceksiniz, yapılabilecek ve yapabileceğimiz bir şey varsa keşke yapsaydık
diyeceksiniz, fakat iş işten çoktan geçmiş olacak. Unutmayın ki, şeytan, urgan
boynunuza geçinceye kadar yanınızdadır.))), tabi uyanmak, karanlığın içinden
çıkmak, çalınan haklarımızı geri almak (((Ki, filhakika hakkımız neyse, hayatımız
çalındı ve çalınıyor.))), gerçekten insan olarak varolmak ve insanca yaşamak
gibi bir niyetimiz varsa. Kötü mü olur böyle bir şey? İnsan kendini yaşar da,
hiç kötü olur mu? Böyle yapmayı ve bu minvalde yaşamayı büyük insanlık
davamızda ve büyük insanlık devrimine giden aydınlık yolumuzda müessir bir
eylem olarak belleyelim. Elbette yıkmayı değil yapmayı hedefleyelim ve
varlığımıza varlık katalım (((Varlık, varlıklarla değerlenir ve şenlenir))).
Geçelim! Tek tek gidelim. Şimdi bizler fırkalar halindeyiz değil mi? Ve
fırkalar halinde bulunmamız birilerinin işine geliyor ve onlara kazandırıyor
değil mi? (((Bölünmek, her zaman bölenin işine gelir ama bölünene hep
kaybettirir, bölümlerden bir parça kendinden olanın egemen olduğu devirde
kazandığını sanır ama bu sadece basit bir yanılsamadır ve haddizatında
kaybetmektedir, fakat farkına varamayacak kadar alıktır.))) Doğru mu bu? Lütfen
samimi ve ciddi cevap verelim ve cevap vermekle de kalmayalım, doğru olduğuna
inandıklarımızı yaşayalım yani dürüst olalım yani inandığımız doğruları
hayatımıza geçirelim (((Hayatın gerçek gayesi teori değil praksistir, praksis
yoksa teorinin hiçbir anlamı yoktur ama elbette teorisiz praksiste kabil
değildir. Şöyle ki; Allah adil olun diyor değil mi? Keza bir ezilenler var bir
de ezenler değil mi? Ve bu iki sınıfın tarafları da belli değil mi? Peki biz
bunları bilsek ama bildiğimiz gibi olmasak bilmenin hükmü nedir? Hiçtir hiç,
bilmişliğinin canı cehenneme, yaşamadıktan sonra. Yani adil olmadıktan ve kendi
sınıfımızın bilincine sahip olup o minvalde tavır almadıktan sonra bilmemiz
neyi ifade eder?))). Şu gerçekten doğru diyorsak, o doğruyu yaşayalım. Doğru da
şuymuş ya deyip geçmeyelim, madem bir şey doğru, o zaman o doğruyu
hayatlaştıralım, aksi takdirde en ufak bir şeyden şekva etmek haysiyetsizlik ve
şerefsizlik olur ya da yaşıyormuş gibi yaşamak ama filhakika yaşamamak ve
biteviye ezilmek kaderimiz olur. Ki, insançocukları olarak hep böyle böyle
mahvolup gitmedik mi, gitmiyor muyuz? Teoride sorunumuz yok gibi yani kısmen
iyiyiz (((MaşaAllah bilmediğimiz sadece bilmediğimiz.))) ama praksise gelince
bir hiçiz. Bizim sorunumuz mutlak bilgisizlik değil, bilmeye çalışmamak ve
bildiklerimizi de yaşamamak! Doğru diyoruz, eyvallah ediyoruz ama asla
yaşamıyoruz. Misal; şu insan kötü diyoruz ama ne o insanı düzeltme gibi bir
gayretin içine giriyoruz ne de o insandan hesap soruyoruz yahut ne de onu terk
etme cesareti gösterebiliyoruz. Oysa o insan kötü ise, bize düşen şey; kötü
olanı düzeltmektir, eğer düzelmiyorsa ondan kaçmaktır. Düzeltmeye
çalışmıyorsak, çalıştığımız halde düzelmediğini görüyorsak ve buna rağmen
kaçmıyorsak ama bir de hala kötü diyorsak yani kötü olduğunu biliyorsak, o
zaman bizde bir sahtekârlık vardır.
Şimdi sorumuza cevap verelim; elhak
doğru, fırkalara bölünmüşüz. Yalan mı bu? Değil. Kimimiz İslamcı, kimimiz
Milliyetçi, kimimiz Solcu, kimimiz Kemalist, kimimiz Cemaatçi. Yani yalan
değil, doğru, her şey gözümüzün önünde olup bitiyor yani. Ha şimdi oldu, eğer
böyle olduğu doğru ise o zaman böyle devam etmesin yani artık fırkalara
ayrılmayı bırakalım ve birleşik güç oluşturalım karşımızdaki birleşik güce
karşı yani ezenlere karşı birleşelim. Yani doğru olanı ve doğru bildiğimizi
yapalım, çalınan haklarımızı ve hayatımızı geri alalım, birleşik gücümüzle.
(((Çünkü bu dünyaya derinden bakınca, bir ezen görürsün, bir de ezilen, başka
bir şey görmemiz kabil değildir ve bizler ezilenlerdeniz ama bize bir kimlik
veriyorlar ve o kimlik temelinde bizi dövüştürüyorlar ve bu meyanda
ezilmişliğimizi gizliyorlar ve dahi pastayı tümden götürüyorlar. Bizler
haklarımızı alamadıktan, ezildikten ve insanca yaşayamadıktan, süründükten
sonra bir kimliğe sahip olsak ne olmasak ne?))) Böyle yapmadığımız için birer
birer eziliyoruz ve hiçbirimiz haklarımızı alamıyoruz, aksine hayatlarımızı
bile vermek zorunda kalıyoruz. Bizi bölerek haklarımızı çalıyorlar, bizleri ölü
canlara dönüştürüyorlar. (((Bu cepte, unutmayın.))) Bizlerin karşımızda
olanların bizlerin karşımızdayken ayrıymış gibi görünmelerine de inanmayalım,
onlar gerçekte birler ama bizlere ayrı görünmek zorundalar. Onlar kendilerine
tevdi edilen vazifenin muktezasını ifa ediyorlar. Sistemin temel taşıdır bu
durum, sistemin büyük emridir, emir ise demiri keser. Ama zor oyunu bozar diye
de bir şey vardır ve o zor olan şeyse; birleşik gücümüzdür ve birleşik gücümüz
emirleri eritir toz eder, emir demiri kesemez olur. (((Haaa ömrümüz boyunca
böyle gördüğümüz ve gördüğümüze alıştığımız, alıştığımızı kanıksadığımız,
kanıksadığımıza iman ettiğimiz için bu bize garip gelebilir, fikri
kalıplarımızı kırmalıyız, alışkanlıklarımızdan vazgeçmeliyiz artık. Fırkalardan
vazgeçmeli, kendimizi büyük insanlık denizine atmalıyız. İnsanlıkta ittifak
etmeliyiz ve temel gereksinimlerimiz de birleşmeliyiz, bizleri ayıran şeyleri
geride bırakmalıyız. Gördüğümüze, gösterilene değil görmediğimize,
gösterilmeyene bakalım ve görelim de onu.))) Çünkü onlar sisteme çalışıyorlar.
Sistemin emrinden çıkamazlar. (((Ama bizler biteviye bunları eleştiririz, zaten
bunlarda bizleri birbirimize düşman çocuklar kılmışlardır ve bu düşmanlıktan
nemalanmaktadırlar, sisteme asla dokunamayız, dokundurtmazlar, hiçbir zaman
sistemi suçlu görmemizi ve sistemi eleştirmemizi ve sistemi değiştirmemiz
gerektiği gerçeğini fark etmemizi istemezler, sistemde daima bunları suçlar
olan bitenden ve onları değiştirmemizi sağlar mütemadiyen ve biz; bizim ki
geldi diye seviniriz ya da bizim ki gitti diye üzülürüz? Sistem herkese ara ara
sevinçler, ara ara acılar tattırır, tabi farazi acılar ve sevinçlerdir bunlar,
ki istenmedik bir şeyler tezahür etmesin yani doğal tepkiler vuku bulmasın.
Çünkü doğal gelişen tepki direkt olarak sistemin kendisine matuf olacaktır. Zira
her türlü sıkıntı sistemin bizatihi kendisinden neşet etmektedir, biz bu
gerçeği görmek zorundayız. Bizler partileri değiştirerek bir şeylerin
değişeceğine inanıyoruz, oysa sistemin ürünü olan ve sistemin emrinde çalışan,
sistemin çarklarını döndüren ve dahi sistemden nemalanan partileri
değiştirmekle hiçbir şey olmaz, olması gereken ve olması gerekenle olacak olan
şey sistemi değiştirmektir. Bu detaya gelecez, şimdilik geçelim.))) Bunun için
sistem onlara parlak bir yaşam sunuyor. Aldatarak, uyutarak, uyuşturarak,
ezerek, sömürerek ama bu meydanda sistemi de garanti altına alarak istedikleri
hayatı yaşamalarına yol veriyor. (((Bunlar dediklerim; yani şeyh, politikacı,
gazeteci, ideolog, akademisyen, komprador vb.))) (((Bu da cepte unutmayın.)))
Şimdi sizler çalışıyorsunuz ve çalışmak zorundasınız değil mi? Kim olduğunuzun
hiçbir önemi yok yani çalışan ve üretensiniz ve çalışmak zorundasınız (((İslamcı,
Solcu, Milliyetçi, Kemalist, Cemaatçi vb.))). Yani sabah evden çıkmak, akşam
eve girmek, gece yatağa yatmak zorundasınız ve istikrarlı bir şekilde devam
eder gider bu, yeknesak bir hayat yani. Çalışan sizsiniz, üreten sizsiniz,
birbirinizin enerjisini tüketen yine sizsiniz, ama bir tek ürettiğinizi tüketen
siz değilsiniz. Sizin ürettiklerinizle kendilerine şatolar kuranlar yaşıyorlar
hayatı ve siz yaşananları temaşa etmekle iktifa ediyorsunuz münhasıran.
Ürettiğiniz artık değer hep başkalarının kasalarına giriyor ve sizin
sömürüleniz için kullanılıyor yeniden. Çünkü sizler birbirinizi yiyorsunuz,
efendilerinizde sizin ürettiklerinizi yiyorlar, sistemin eyvallah ettiği
kadarıyla. Her bir fırkanız bir kimliğe bürünmüş ve kimlikçilik yapıyorsunuz. Efendileriniz
kimlikçilik yapmıyorlar ama siz yapıyorsunuz. Onlar sizi bir bataklığın içine
atıveriyorlar ve kenara çekilip yaşamaya bakıyorlar. Onlar öyle gerek
gördükleri zamanlarda buluşup neşe dolu muhabbetler yapıyorlar ve sizleri
uyutmak için sistemin verdiği ödevi ifa ediyorlar ama sizler asla bir araya
gelip fikir teatisi bile yapamıyorsunuz. Sizler birbirinizi yiyorsunuz,
efendiler sizleri yiyor, sistem de efendiler tavassutu ile herkesi yiyor. Oysa
ezilen, sömürülen kendinizsiniz, sizin tarafınız ama garip bir şekilde sembol
kavgasına tutuşmuş, kimlikçilik davasına kapılmışsınız (((Sembol ve kimlik
davası gütmeniz ve bu yolla birbirinizi yiyip enerjinizi berhava etmeniz sizi
ezilmekten, sömürülmekten kurtarıyor mu, ürettiğinizi sizin tüketmenize müsaade
ediyor mu?))). Sizleri sembollerle, kimliklerle uyutuyorlar, aldatıyorlar,
sömürüyorlar. Böylece de sistemin idamesine müzahir oluyorlar. Misal şöyle
düşünün; noluyor? Herhangi bir vukuat vs. olduğu zaman bayrağı alan koşuyor ya
da kimlik (((İslamcı, Solcu, Milliyetçi, Kemalist, Cemaatçi vb.))) temelli bir
iki slogan atıyor ama tüm bunların ardında her türlü pislik rahatça
işlenebiliyor yani semboller ve kimlikler pislikleri gizleyen birer örtü
olmaktan ibaret kalıyor, siz kutsuyorsunuz, onlar kutsadığınızı biliyorlar,
kutsadıklarınızla sizin kutsal emeğinizi çalıyorlar. Çünkü size zımnen bunu
dikte ediyorlar. Siz sembol ve kimlik siyaseti yaparken, birileri de sizleri
sömürmenin peşinde ve sömürdükleriyle devr-i âlem peşinde. (((Bu da cepte,
unutmayın.))) Siz İslamcı var sanıyorsunuz, Solcu var sanıyorsunuz, Milliyetçi
var sanıyorsunuz, Kemalist var sanıyorsunuz, Cemaatçi var sanıyorsunuz ve
İslamcılık, Solculuk, Milliyetçilik, Kemalistlik, Cemaatçilik yapıyorsunuz. Ama
onlar böyle bir şey yapmıyorlar, yapıyorlarmış gibi görünüyorlar. Birbirinize
kimlikçilik yapıyorsunuz. Doğru mu bu? Doğru. (((Bu da cepte unutmayın.))) Oysa
ezen onlar, ezilen sizlersiniz ama sizler birlik olamazken ve birleşik bir güç
oluşturamazken onlar birlik içindeler ve birleşik güç olmuş durumdalar.
Söylesenize lütfen; bugüne kadar haklarınızı niçin alamıyorsunuz? Ve sokaklara
çıktığınızda neyden şikâyetçi oluyorsunuz fertler olarak? Hep birleşememekten
ve bir olarak direnememekten değil mi, her daim bir olunsa istediğimizi alırız demiyor
musunuz bazı konularda? Öyleyse? İşin özünde; ne İslamcı, ne Solcu, ne
Milliyetçi, ne Kemalist, ne Cemaatçi var oysa; ezilen ve ezen sınıflar var.
Filhakika ezenlerin rengi aynı, ezilenlerin rengi de aynı, ne kadar da farklı
renklerdeymiş gibi gözükülse de. Yani ne siz onların renginden, ne onlar
sizlerin renginden olabilmeniz muhal ender muhaldir. Öyleyse kendi renginizi
bilecek ve hayatı kendi renginize göre boyayacaksınız. Sizler bunu bilmedikçe
ve bu bilinç sizde gelişmedikçe her zaman ezilmeye, sömürülmeye ve tabirimi hoş
görün lütfen ama sefil bir asalak gibi yaşamaya mahkûmsunuz. Önünüze bir tutam
ot atılır ve onunla mutlu olursunuz. Ama bunu gözlerinizden kaçırıyorlar ve bal
gibi de beceriyorlar bunu, ahmaklığınıza doymayın emi. Bizlerin bir şeyler
yapmamıza müsaade ediyorlar ve kendimizin özgür olduğumuzu sanmamızı
istiyorlar. Oysa özürlük perdesi ardında ağır bir kölelik yaşıyoruz. Özgür
değil köleyiz yani! Doğru mu bu? Kesinlikle doğru. Gerçekleri söyleyebiliyor
muyuz? Kendi istediğimizi seçebiliyor muyuz? Ruhumuzu hayata yansıtabiliyor
muyuz? (((Onlar belirliyorlar biz de seçiyoruz ve gerçekten kendimiz seçtik
zannediyoruz, apaçık bir cehalet. Sistem bir şekilde hem var ediyor hem de yok
ediyor, hem de sizlerin ellerinizle ama sizlerin yok ettiğiniz gibi bir izlenim
veriyor ki, sizler kendi kendinizle övünün ve avunun.))) daha nice şeyler
sayılabilir. Peki, hangi özgürlük, nerede özgürlük?