BÜYÜK YANILGI VE KARANLIĞIN KUYUSU...34...

Özgür DENİZ - 20.07.2019

Son tahlilde; ey insançocukları! Gördüklerimizi ve bildiklerimizi unutalım, gerçeğe yönelelim, yüzümüzü gerçeğe dönelim, kulaklarımızı gerçeğe açalım ve gerçeği görelim, bilelim, anlayalım (((Çünkü gördüğümüz ve bildiğimiz hiçbir şey gerçek değil. Yemin ediyorum gördüğümüz ve bildiğimiz şeylerin yüzde doksan dokuzu yalan.))), kulaklarımıza söylenen ve gözümüze gösterilen hiçbir şeye inanmayalım bundan böyle (((Merak atına atlayalım ve vuralım akıl kırbacını, mütemadiyen soralım ve sorgulayalım, her şeyin görünmeyen yüzünü görmeye çalışalım, ta ki kanıtlar aklımızı ıskat etsinler.))) ve ömrümüzün son demine dek (((Hayata bir kere geliyoruz, hayatı bir kere yaşıyoruz, hayatta bir kere ölüyoruz, öyleyse ne zaman kendimiz olarak ve insanca yaşayacağız? Hayatı belirlenmiş insanlar değil, hayatlarını kendilerinin belirlediği insanlar olalım. İnsanlık tarihi çok önemli bir dönemeçten geçmektedir, bunu anlarsak nasıl bir yol tutacağımızı daha iyi kavrayacağız. İnsanlığın kurtuluşu için bunun çok büyük bir anlamı olduğu aşikârdır. Bir gün mutlaka nedamet duyacaksınız ama ne son duyacağınız nedamet ne de nedamet gözyaşları fayda etmeyecek, keşke kendimizi yaşasaydık diyeceksiniz, yapılabilecek ve yapabileceğimiz bir şey varsa keşke yapsaydık diyeceksiniz, fakat iş işten çoktan geçmiş olacak. Unutmayın ki, şeytan, urgan boynunuza geçinceye kadar yanınızdadır.))), tabi uyanmak, karanlığın içinden çıkmak, çalınan haklarımızı geri almak (((Ki, filhakika hakkımız neyse, hayatımız çalındı ve çalınıyor.))), gerçekten insan olarak varolmak ve insanca yaşamak gibi bir niyetimiz varsa. Kötü mü olur böyle bir şey? İnsan kendini yaşar da, hiç kötü olur mu? Böyle yapmayı ve bu minvalde yaşamayı büyük insanlık davamızda ve büyük insanlık devrimine giden aydınlık yolumuzda müessir bir eylem olarak belleyelim. Elbette yıkmayı değil yapmayı hedefleyelim ve varlığımıza varlık katalım (((Varlık, varlıklarla değerlenir ve şenlenir))). Geçelim! Tek tek gidelim. Şimdi bizler fırkalar halindeyiz değil mi? Ve fırkalar halinde bulunmamız birilerinin işine geliyor ve onlara kazandırıyor değil mi? (((Bölünmek, her zaman bölenin işine gelir ama bölünene hep kaybettirir, bölümlerden bir parça kendinden olanın egemen olduğu devirde kazandığını sanır ama bu sadece basit bir yanılsamadır ve haddizatında kaybetmektedir, fakat farkına varamayacak kadar alıktır.))) Doğru mu bu? Lütfen samimi ve ciddi cevap verelim ve cevap vermekle de kalmayalım, doğru olduğuna inandıklarımızı yaşayalım yani dürüst olalım yani inandığımız doğruları hayatımıza geçirelim (((Hayatın gerçek gayesi teori değil praksistir, praksis yoksa teorinin hiçbir anlamı yoktur ama elbette teorisiz praksiste kabil değildir. Şöyle ki; Allah adil olun diyor değil mi? Keza bir ezilenler var bir de ezenler değil mi? Ve bu iki sınıfın tarafları da belli değil mi? Peki biz bunları bilsek ama bildiğimiz gibi olmasak bilmenin hükmü nedir? Hiçtir hiç, bilmişliğinin canı cehenneme, yaşamadıktan sonra. Yani adil olmadıktan ve kendi sınıfımızın bilincine sahip olup o minvalde tavır almadıktan sonra bilmemiz neyi ifade eder?))). Şu gerçekten doğru diyorsak, o doğruyu yaşayalım. Doğru da şuymuş ya deyip geçmeyelim, madem bir şey doğru, o zaman o doğruyu hayatlaştıralım, aksi takdirde en ufak bir şeyden şekva etmek haysiyetsizlik ve şerefsizlik olur ya da yaşıyormuş gibi yaşamak ama filhakika yaşamamak ve biteviye ezilmek kaderimiz olur. Ki, insançocukları olarak hep böyle böyle mahvolup gitmedik mi, gitmiyor muyuz? Teoride sorunumuz yok gibi yani kısmen iyiyiz (((MaşaAllah bilmediğimiz sadece bilmediğimiz.))) ama praksise gelince bir hiçiz. Bizim sorunumuz mutlak bilgisizlik değil, bilmeye çalışmamak ve bildiklerimizi de yaşamamak! Doğru diyoruz, eyvallah ediyoruz ama asla yaşamıyoruz. Misal; şu insan kötü diyoruz ama ne o insanı düzeltme gibi bir gayretin içine giriyoruz ne de o insandan hesap soruyoruz yahut ne de onu terk etme cesareti gösterebiliyoruz. Oysa o insan kötü ise, bize düşen şey; kötü olanı düzeltmektir, eğer düzelmiyorsa ondan kaçmaktır. Düzeltmeye çalışmıyorsak, çalıştığımız halde düzelmediğini görüyorsak ve buna rağmen kaçmıyorsak ama bir de hala kötü diyorsak yani kötü olduğunu biliyorsak, o zaman bizde bir sahtekârlık vardır.

 

Şimdi sorumuza cevap verelim; elhak doğru, fırkalara bölünmüşüz. Yalan mı bu? Değil. Kimimiz İslamcı, kimimiz Milliyetçi, kimimiz Solcu, kimimiz Kemalist, kimimiz Cemaatçi. Yani yalan değil, doğru, her şey gözümüzün önünde olup bitiyor yani. Ha şimdi oldu, eğer böyle olduğu doğru ise o zaman böyle devam etmesin yani artık fırkalara ayrılmayı bırakalım ve birleşik güç oluşturalım karşımızdaki birleşik güce karşı yani ezenlere karşı birleşelim. Yani doğru olanı ve doğru bildiğimizi yapalım, çalınan haklarımızı ve hayatımızı geri alalım, birleşik gücümüzle. (((Çünkü bu dünyaya derinden bakınca, bir ezen görürsün, bir de ezilen, başka bir şey görmemiz kabil değildir ve bizler ezilenlerdeniz ama bize bir kimlik veriyorlar ve o kimlik temelinde bizi dövüştürüyorlar ve bu meyanda ezilmişliğimizi gizliyorlar ve dahi pastayı tümden götürüyorlar. Bizler haklarımızı alamadıktan, ezildikten ve insanca yaşayamadıktan, süründükten sonra bir kimliğe sahip olsak ne olmasak ne?))) Böyle yapmadığımız için birer birer eziliyoruz ve hiçbirimiz haklarımızı alamıyoruz, aksine hayatlarımızı bile vermek zorunda kalıyoruz. Bizi bölerek haklarımızı çalıyorlar, bizleri ölü canlara dönüştürüyorlar. (((Bu cepte, unutmayın.))) Bizlerin karşımızda olanların bizlerin karşımızdayken ayrıymış gibi görünmelerine de inanmayalım, onlar gerçekte birler ama bizlere ayrı görünmek zorundalar. Onlar kendilerine tevdi edilen vazifenin muktezasını ifa ediyorlar. Sistemin temel taşıdır bu durum, sistemin büyük emridir, emir ise demiri keser. Ama zor oyunu bozar diye de bir şey vardır ve o zor olan şeyse; birleşik gücümüzdür ve birleşik gücümüz emirleri eritir toz eder, emir demiri kesemez olur. (((Haaa ömrümüz boyunca böyle gördüğümüz ve gördüğümüze alıştığımız, alıştığımızı kanıksadığımız, kanıksadığımıza iman ettiğimiz için bu bize garip gelebilir, fikri kalıplarımızı kırmalıyız, alışkanlıklarımızdan vazgeçmeliyiz artık. Fırkalardan vazgeçmeli, kendimizi büyük insanlık denizine atmalıyız. İnsanlıkta ittifak etmeliyiz ve temel gereksinimlerimiz de birleşmeliyiz, bizleri ayıran şeyleri geride bırakmalıyız. Gördüğümüze, gösterilene değil görmediğimize, gösterilmeyene bakalım ve görelim de onu.))) Çünkü onlar sisteme çalışıyorlar. Sistemin emrinden çıkamazlar. (((Ama bizler biteviye bunları eleştiririz, zaten bunlarda bizleri birbirimize düşman çocuklar kılmışlardır ve bu düşmanlıktan nemalanmaktadırlar, sisteme asla dokunamayız, dokundurtmazlar, hiçbir zaman sistemi suçlu görmemizi ve sistemi eleştirmemizi ve sistemi değiştirmemiz gerektiği gerçeğini fark etmemizi istemezler, sistemde daima bunları suçlar olan bitenden ve onları değiştirmemizi sağlar mütemadiyen ve biz; bizim ki geldi diye seviniriz ya da bizim ki gitti diye üzülürüz? Sistem herkese ara ara sevinçler, ara ara acılar tattırır, tabi farazi acılar ve sevinçlerdir bunlar, ki istenmedik bir şeyler tezahür etmesin yani doğal tepkiler vuku bulmasın. Çünkü doğal gelişen tepki direkt olarak sistemin kendisine matuf olacaktır. Zira her türlü sıkıntı sistemin bizatihi kendisinden neşet etmektedir, biz bu gerçeği görmek zorundayız. Bizler partileri değiştirerek bir şeylerin değişeceğine inanıyoruz, oysa sistemin ürünü olan ve sistemin emrinde çalışan, sistemin çarklarını döndüren ve dahi sistemden nemalanan partileri değiştirmekle hiçbir şey olmaz, olması gereken ve olması gerekenle olacak olan şey sistemi değiştirmektir. Bu detaya gelecez, şimdilik geçelim.))) Bunun için sistem onlara parlak bir yaşam sunuyor. Aldatarak, uyutarak, uyuşturarak, ezerek, sömürerek ama bu meydanda sistemi de garanti altına alarak istedikleri hayatı yaşamalarına yol veriyor. (((Bunlar dediklerim; yani şeyh, politikacı, gazeteci, ideolog, akademisyen, komprador vb.))) (((Bu da cepte unutmayın.))) Şimdi sizler çalışıyorsunuz ve çalışmak zorundasınız değil mi? Kim olduğunuzun hiçbir önemi yok yani çalışan ve üretensiniz ve çalışmak zorundasınız (((İslamcı, Solcu, Milliyetçi, Kemalist, Cemaatçi vb.))). Yani sabah evden çıkmak, akşam eve girmek, gece yatağa yatmak zorundasınız ve istikrarlı bir şekilde devam eder gider bu, yeknesak bir hayat yani. Çalışan sizsiniz, üreten sizsiniz, birbirinizin enerjisini tüketen yine sizsiniz, ama bir tek ürettiğinizi tüketen siz değilsiniz. Sizin ürettiklerinizle kendilerine şatolar kuranlar yaşıyorlar hayatı ve siz yaşananları temaşa etmekle iktifa ediyorsunuz münhasıran. Ürettiğiniz artık değer hep başkalarının kasalarına giriyor ve sizin sömürüleniz için kullanılıyor yeniden. Çünkü sizler birbirinizi yiyorsunuz, efendilerinizde sizin ürettiklerinizi yiyorlar, sistemin eyvallah ettiği kadarıyla. Her bir fırkanız bir kimliğe bürünmüş ve kimlikçilik yapıyorsunuz. Efendileriniz kimlikçilik yapmıyorlar ama siz yapıyorsunuz. Onlar sizi bir bataklığın içine atıveriyorlar ve kenara çekilip yaşamaya bakıyorlar. Onlar öyle gerek gördükleri zamanlarda buluşup neşe dolu muhabbetler yapıyorlar ve sizleri uyutmak için sistemin verdiği ödevi ifa ediyorlar ama sizler asla bir araya gelip fikir teatisi bile yapamıyorsunuz. Sizler birbirinizi yiyorsunuz, efendiler sizleri yiyor, sistem de efendiler tavassutu ile herkesi yiyor. Oysa ezilen, sömürülen kendinizsiniz, sizin tarafınız ama garip bir şekilde sembol kavgasına tutuşmuş, kimlikçilik davasına kapılmışsınız (((Sembol ve kimlik davası gütmeniz ve bu yolla birbirinizi yiyip enerjinizi berhava etmeniz sizi ezilmekten, sömürülmekten kurtarıyor mu, ürettiğinizi sizin tüketmenize müsaade ediyor mu?))). Sizleri sembollerle, kimliklerle uyutuyorlar, aldatıyorlar, sömürüyorlar. Böylece de sistemin idamesine müzahir oluyorlar. Misal şöyle düşünün; noluyor? Herhangi bir vukuat vs. olduğu zaman bayrağı alan koşuyor ya da kimlik (((İslamcı, Solcu, Milliyetçi, Kemalist, Cemaatçi vb.))) temelli bir iki slogan atıyor ama tüm bunların ardında her türlü pislik rahatça işlenebiliyor yani semboller ve kimlikler pislikleri gizleyen birer örtü olmaktan ibaret kalıyor, siz kutsuyorsunuz, onlar kutsadığınızı biliyorlar, kutsadıklarınızla sizin kutsal emeğinizi çalıyorlar. Çünkü size zımnen bunu dikte ediyorlar. Siz sembol ve kimlik siyaseti yaparken, birileri de sizleri sömürmenin peşinde ve sömürdükleriyle devr-i âlem peşinde. (((Bu da cepte, unutmayın.))) Siz İslamcı var sanıyorsunuz, Solcu var sanıyorsunuz, Milliyetçi var sanıyorsunuz, Kemalist var sanıyorsunuz, Cemaatçi var sanıyorsunuz ve İslamcılık, Solculuk, Milliyetçilik, Kemalistlik, Cemaatçilik yapıyorsunuz. Ama onlar böyle bir şey yapmıyorlar, yapıyorlarmış gibi görünüyorlar. Birbirinize kimlikçilik yapıyorsunuz. Doğru mu bu? Doğru. (((Bu da cepte unutmayın.))) Oysa ezen onlar, ezilen sizlersiniz ama sizler birlik olamazken ve birleşik bir güç oluşturamazken onlar birlik içindeler ve birleşik güç olmuş durumdalar. Söylesenize lütfen; bugüne kadar haklarınızı niçin alamıyorsunuz? Ve sokaklara çıktığınızda neyden şikâyetçi oluyorsunuz fertler olarak? Hep birleşememekten ve bir olarak direnememekten değil mi, her daim bir olunsa istediğimizi alırız demiyor musunuz bazı konularda? Öyleyse? İşin özünde; ne İslamcı, ne Solcu, ne Milliyetçi, ne Kemalist, ne Cemaatçi var oysa; ezilen ve ezen sınıflar var. Filhakika ezenlerin rengi aynı, ezilenlerin rengi de aynı, ne kadar da farklı renklerdeymiş gibi gözükülse de. Yani ne siz onların renginden, ne onlar sizlerin renginden olabilmeniz muhal ender muhaldir. Öyleyse kendi renginizi bilecek ve hayatı kendi renginize göre boyayacaksınız. Sizler bunu bilmedikçe ve bu bilinç sizde gelişmedikçe her zaman ezilmeye, sömürülmeye ve tabirimi hoş görün lütfen ama sefil bir asalak gibi yaşamaya mahkûmsunuz. Önünüze bir tutam ot atılır ve onunla mutlu olursunuz. Ama bunu gözlerinizden kaçırıyorlar ve bal gibi de beceriyorlar bunu, ahmaklığınıza doymayın emi. Bizlerin bir şeyler yapmamıza müsaade ediyorlar ve kendimizin özgür olduğumuzu sanmamızı istiyorlar. Oysa özürlük perdesi ardında ağır bir kölelik yaşıyoruz. Özgür değil köleyiz yani! Doğru mu bu? Kesinlikle doğru. Gerçekleri söyleyebiliyor muyuz? Kendi istediğimizi seçebiliyor muyuz? Ruhumuzu hayata yansıtabiliyor muyuz? (((Onlar belirliyorlar biz de seçiyoruz ve gerçekten kendimiz seçtik zannediyoruz, apaçık bir cehalet. Sistem bir şekilde hem var ediyor hem de yok ediyor, hem de sizlerin ellerinizle ama sizlerin yok ettiğiniz gibi bir izlenim veriyor ki, sizler kendi kendinizle övünün ve avunun.))) daha nice şeyler sayılabilir. Peki, hangi özgürlük, nerede özgürlük?

Tarih: 20.07.2019 Okunma: 805

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?