BÜYÜK YANILGI VE KARANLIĞIN KUYUSU...35...

Özgür DENİZ - 21.07.2019

Kendi ürettiğimiz zindanlarımızın gönüllü tutsaklarıyız. Şöyle kafamızı çıkarıversek bi kendi küçük dünyamızdan, zindanımızdan ve tüm dünyaya bakıversek bi, işte o zaman dışarıda gürül gürül akan bir dünya olduğunu göreceğiz ve belki de zindanımızdan sonsuza dek kurtulacağız. Her şeyi, herkesi sorgulayabiliyoruz ama bir tek sistemi sorgulamak yasak. Niye peki, hiç düşündük mü? Seçim dediğimiz şey bile sistemin derin bir oyunudur. Partilerin seçimle gelip gittiğini ve götürülüp getirileceğini söyler bize ve biz de yeriz. Bir partinin gidip diğer partinin gelmesini partiye hamleder. Yani parti iyi yönetemediği için gitmiştir, iyi yöneteceğini söylediği için gelmiştir. Oysa böyle olmasa sistemin kendisi sorgulanacaktır. Binaenaleyh, partileri getiren de, götüren de bizatihi sistemin kendisidir. Sistem tehlikeyi fark ettiği anda değişim işaretini zımnen verir, o zamanlarda öyle şeyler söylenir ki, sizler gerçekten her şeyi kendinizden bilirsiniz. Sistem yol verdikten sonra gitmesi de gelmesi de mecburidir oysa her partinin, direnmesi farklı neticeleri intaç edecektir zira, ki direnmez de zaten. Ama bizim bunu fehmetmemiz çok zor olmaktadır. Çünkü biz bugünlere kadar olagelen şeyleri öyle bir kanıksamışızdır ki, aksi durum bize daha garip ve sahte gelir. Yani doğru yalandır, yalan doğrudur bizim için. Bizler, kendimizin getirip götürdüğümüzü sanırız partileri. Oysa tam tersidir, biz bunun için sistem tarafından kullanılırız. Bizler kimlik siyasetinin masum kurbanlarıyız, bir o kadar da cahil. Sistem, ezilenler olarak bizlerin birleşik güç olmamızdan ve sınıf bilincine erişmemizden tarifsiz bir şekilde korkmaktadır. Bu yüzden de bizleri kimlikçilik siyaseti yapmaya yönlendirmektedir, partileri de bu siyaseti körüklemeleri için vazifelendirmiştir. Asıl değişmesi gereken sistemin ta kendisidir yani kapitalist sistemin yok edilmesidir ve yerine adalet sisteminin ikame edilmesidir. Devlet niye hep egemen kompradorların devletiymiş gibi algılanır ve öylede kabullenilir (((Ki, öyledir zaten))). Devlet egemenlerin değil halkın devleti olsun bir kez de, hep egemenlerin devleti oluyor ve egemenlere göre şekilleniyor (((Niye devlet bir kez de bizim, yani halkın yani ezilenlerin devleti olmasın ve bizler niçin bu yönde amansız bir mücadele vermeyelim? Niçin ezenlerin istedikleri gibi bir mücadele verelim ve gönüllü kurbanlar olalım, kendi ellerimizle yarattığımız zindanların tutsakları olalım?))). Niye bir kez de bizim olmasın devlet ve bizler kendimizin yapmak için samimi ve dürüst bir kavga vermeyelim? Ama asıl sahibine geçen devlette, bir daha asla ve kata sahibi olmayanların inhisarına devredilmemelidir yani kazanılan devlet tekrar kaybedilmemelidir. Düşmanlar yaratılıyor her zaman, çünkü düşmanların karşısında duranları istediğimiz gibi yönlendirebiliriz, uyutabiliriz, aldatabiliriz ve düşmanlaştırdıklarımız savaşırken bizler dilediğimizce yaşarız. Şu senin, o benim, bu onun düşmanı. Kim düşman, kime düşman, niçin düşman hiç sorguladık mı? Düşman siyaseti ardında kotarılan menfaatleri, paylaşılan pastaları biliyor muyuz? Bizleri, birbirimize karşı düşmanlaştırarak kendi varlıklarını garanti altına alıyorlar ve sistemi ayakta tutmaya çalışıyorlar. Pasta paylaşma kavgasıdır kavga ey insançocukları! Yoksa halkın kavgası değil, bizim kavgamız değil! Her kimlik pastadan alacağı payı düşünüyor ve kavgasını da buna göre veriyor, bilakis hiçbirisi halk için kavga vermiyor. Bizler de bu hedeflere ulaşılsın diye savaşıyoruz ve birbirimizi yiyoruz ve işin garibi kendimiz kazanalım diye değil başkalarına kazandırmak için bunu yapıyoruz. Efendiler halkta payını alsın diye düşünmüyorlar yani. Üreten kesim birleşmeli ve ürettiğini tüketme hakkını da almalı, olması gereken budur. Karşımızda kapitalizmin renkleri bizlerin renklerimizi ve renklerimizden meydana getireceğimiz muazzam toplumsal armoniyi yok etmeye çalışmaktadır. Mutlak surette sınıf bilinci oluşmalı ve sınıf bilinci temelinde hareket stratejisi belirlenmelidir. Üretimde sıkıntı yok, sıkıntı üretilenin paylaşılmasında, üretene pay edilmesinde ama bunu yaparlar mı? Asla ve kata yapmazlar ama biz yapılmasını istemeliyiz ve istediğimizi hareketimizle belli etmeliyiz yani lafta kalmamalı hiçbir şey, çünkü lafla hayat gemisi yürümüyor. Şimdi kapitalizm kurt olmuş ve koyunlara saldırıyor, bir koyunun boğazına dişlerini geçiriyor, çoban gelip kurtarıyor koyunu ve kapitalist kurt hem yiyeceğine hem de hürriyetine engel olduğunu söylüyor çobanın ve bu sefer çobana düşman olup çobanı yok etmeye çalışıyor, çünkü o vakit tüm koyunlara sahip olabilecek hem de engelsiz olarak. İşte kavga budur. Kapitalist kurt, adalet isteyen ve adalet için dövüşen ezilenlerin amansız düşmanıdır ve onların birleşik güç olmasını asla istemez. Teknolojinin hangi aşamaya ulaştığını görüyoruz, biliyoruz, hissediyoruz. Eskiye göre her şeyin daha kolay yapılabildiği, üretilebildiği ya da yapılıp üretilebileceği zamanların çocuklarıyız. İnsanlık teknolojik merhalenin handiyse son aşamasında, her şeyi yapmak çok kolay, bir şeyden bir değil bir milyon üretmek çok kolay ama üretilmiyor, kısıtlı üretiliyor ki insanlar mahkûm olsunlar. Her şeyi eline alıyor ki, istediği şekilde yönetebilsin ve kendisini sorgulatacak bir dakikalık bile zaman bırakmasın, fasılasız eşek gibi çalıştırsın. Oysa üret ki dağıt, üretilsin ki dağıtılsın, insanlar da sıkıntı çekmesinler. Ama hayır, üretecek ki ve sen üretileni (((Haddizatında kendi ellerinle ürettiğini))) almak için gece gündüz çalışacaksın ki, sistemin varlığı payidar olsun. Düzenek, (((Sömürünün düzeneği))) böyle işliyor işte ey insançocukları! Yanılıyor da olabilirim ama gördüklerim ve hissettiklerim sonucunda ki çözümlemelerim bunlar.

 

En son tahlilde; karanlıktayız ey insançocukları ve bir an önce bizi kuşatan karanlığın perdesini yırtıp atmalıyız, göksel aydınlıkla bizim aramıza girmiş bulunan karanlık bulutları dağıtmalıyız ve aydınlığa çıkmalıyız. Bireysel ve toplumsal bilinci kuşanmalıyız mutlak surette. Tarihsel süreci çok iyi okumalıyız. İnsanlığın nasıl aldatıldığını ve nasıl aldandığını çok iyi çözümlemeliyiz, teşhis etmeliyiz ve ona göre çözüm yolları bulmalıyız. Nereden nereye evrildiğini görmeliyiz, dünyanın, hayatın, tarihin ve insanlığın. Bizi kuşatan zincirleri kırmalı ve tutsağı olduğumuz zindanların duvarlarını yıkmalıyız. Nerede durduğumuzu ama nerede durmamız gerektiğini muhakkak tahlil etmeli, tespit etmeli ve yerimizi bulmalıyız, saflarımıza geçmeliyiz. Ezilenler olarak birleşik güç olmak için her türlü yolu denemeliyiz, bilakis birleşik güç olmayı başarmış kapitalist kompradorlarca ezilmek kaderimiz olacaktır. Mutlak surette, uçurduğumuz akıl kuşunu yeniden kendi yuvasına geri döndürmeliyiz. Nasırlaşmış ve çöle dönmüş vicdanlarımızı merhamet merhemiyle ovmalıyız. Bize kurulan tuzakları fark etmeli ve tuzak kuranların başlarına geçirmeliyiz tuzaklarını. İnsanlık dehşetli ve az şahit olunan bir bunalımın içindedir, yolunu ve yönünü şaşırmış durumdadır hatta ne yapacağını bilmeyen çaresiz bir zavallıdır. Onuru, şerefi, değerleri çiğnenmektedir. Örtülü yağmacılık, gizli sömürü almış başını gitmektedir. Halkların öz kaynakları emperyalistler tarafından utanmazca, namussuzca yağma ve talan edilmektedir. Halklar, inandıklarınca, emperyalistlere peşkeş çekilmektedir. Bu hissiyatların, düşünlerin, tarihi gerçeklerin, bilinç düzeyine yükselmesi, zihinlerde derinleşmesi, kalplerde kökleşmesi ve sistemli bir şekilde biçimlenmesi, nihayet eylemsel boyuta yükselmesi için insanlığa müzahir olmak bizlerin en hayati ve ulvi ödevimizdir. Bilakis insanlık kapitalizme hadim olmaktan ve kölece bir yaşam yaşamaktan asla kurtulamayacaktır. Bizler insanlığa onurlu bir hayat biçiyoruz, kapitalizmin mahkûm kıldığı onursuzca yaşama son vermek istiyoruz. Fakat hiçbir istek bedel ödetmeden bize gelmeyecektir. İnsanlık ise bedel ödemekten korkmaktadır. Çünkü kazandıklarını kaybetmek istememektedir. Kazandıkları kendinde dursun ama gerekirse kölece, onursuzca yaşasın; işte buna razı olabilmektedir. İnsanlığın böyle bir zihinsel sefalet içerisinde olması trajikomik bir durumdur, patolojik bir vakadır ve bu psikoloji tahlile muhtaçtır. İnsanlığı bu hale getiren koşullar mutlaka sorgulanmalıdır. İnsançocukları olarak görkemli geleceğimizi inşa etmek zorundayız ama bu inşa işi hiçte kolay bir iş değildir ve çetin süreçlerden geçmeyi gerektirmektedir. Behemehâl bu işin üstesinden gelmeliyiz. Zira bu bir varoluş ya da yokoluş meselesidir. Zaman aydınlığa çıkma ve aydınlıkta ki insan olma zamanıdır ve o zaman bu zamandır! Kapitalizmin eşeği olmaktan kurtulup, tarih sahnesinde insanca varolmak ve büyük insanlık devrimiyle Tam Bağımsız Türkiye’ye giden yolu açmak zorundayız. Cumhuriyet bilinci ve aydınlığı ile kalınız ve Cumhuriyetten asla vazgeçmeyiniz. Bir de Mustafa Kemal’i çok iyi anlayınız. Ne birileri gibi lanetleyiniz, ne de birileri gibi ilahlaştırınız, sadece anlayınız, anladığınız gün aydınlandığınız gün olacaktır çünkü.

Tarih: 21.07.2019 Okunma: 819

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?