Kendi ürettiğimiz zindanlarımızın
gönüllü tutsaklarıyız. Şöyle kafamızı çıkarıversek bi kendi küçük dünyamızdan,
zindanımızdan ve tüm dünyaya bakıversek bi, işte o zaman dışarıda gürül gürül
akan bir dünya olduğunu göreceğiz ve belki de zindanımızdan sonsuza dek
kurtulacağız. Her şeyi, herkesi sorgulayabiliyoruz ama bir tek sistemi
sorgulamak yasak. Niye peki, hiç düşündük mü? Seçim dediğimiz şey bile sistemin
derin bir oyunudur. Partilerin seçimle gelip gittiğini ve götürülüp
getirileceğini söyler bize ve biz de yeriz. Bir partinin gidip diğer partinin
gelmesini partiye hamleder. Yani parti iyi yönetemediği için gitmiştir, iyi
yöneteceğini söylediği için gelmiştir. Oysa böyle olmasa sistemin kendisi
sorgulanacaktır. Binaenaleyh, partileri getiren de, götüren de bizatihi
sistemin kendisidir. Sistem tehlikeyi fark ettiği anda değişim işaretini zımnen
verir, o zamanlarda öyle şeyler söylenir ki, sizler gerçekten her şeyi
kendinizden bilirsiniz. Sistem yol verdikten sonra gitmesi de gelmesi de
mecburidir oysa her partinin, direnmesi farklı neticeleri intaç edecektir zira,
ki direnmez de zaten. Ama bizim bunu fehmetmemiz çok zor olmaktadır. Çünkü biz
bugünlere kadar olagelen şeyleri öyle bir kanıksamışızdır ki, aksi durum bize
daha garip ve sahte gelir. Yani doğru yalandır, yalan doğrudur bizim için.
Bizler, kendimizin getirip götürdüğümüzü sanırız partileri. Oysa tam tersidir,
biz bunun için sistem tarafından kullanılırız. Bizler kimlik siyasetinin masum
kurbanlarıyız, bir o kadar da cahil. Sistem, ezilenler olarak bizlerin birleşik
güç olmamızdan ve sınıf bilincine erişmemizden tarifsiz bir şekilde
korkmaktadır. Bu yüzden de bizleri kimlikçilik siyaseti yapmaya
yönlendirmektedir, partileri de bu siyaseti körüklemeleri için
vazifelendirmiştir. Asıl değişmesi gereken sistemin ta kendisidir yani
kapitalist sistemin yok edilmesidir ve yerine adalet sisteminin ikame
edilmesidir. Devlet niye hep egemen kompradorların devletiymiş gibi algılanır
ve öylede kabullenilir (((Ki, öyledir zaten))). Devlet egemenlerin değil halkın
devleti olsun bir kez de, hep egemenlerin devleti oluyor ve egemenlere göre
şekilleniyor (((Niye devlet bir kez de bizim, yani halkın yani ezilenlerin
devleti olmasın ve bizler niçin bu yönde amansız bir mücadele vermeyelim? Niçin
ezenlerin istedikleri gibi bir mücadele verelim ve gönüllü kurbanlar olalım,
kendi ellerimizle yarattığımız zindanların tutsakları olalım?))). Niye bir kez
de bizim olmasın devlet ve bizler kendimizin yapmak için samimi ve dürüst bir
kavga vermeyelim? Ama asıl sahibine geçen devlette, bir daha asla ve kata
sahibi olmayanların inhisarına devredilmemelidir yani kazanılan devlet tekrar
kaybedilmemelidir. Düşmanlar yaratılıyor her zaman, çünkü düşmanların
karşısında duranları istediğimiz gibi yönlendirebiliriz, uyutabiliriz, aldatabiliriz
ve düşmanlaştırdıklarımız savaşırken bizler dilediğimizce yaşarız. Şu senin, o
benim, bu onun düşmanı. Kim düşman, kime düşman, niçin düşman hiç sorguladık
mı? Düşman siyaseti ardında kotarılan menfaatleri, paylaşılan pastaları biliyor
muyuz? Bizleri, birbirimize karşı düşmanlaştırarak kendi varlıklarını garanti
altına alıyorlar ve sistemi ayakta tutmaya çalışıyorlar. Pasta paylaşma
kavgasıdır kavga ey insançocukları! Yoksa halkın kavgası değil, bizim kavgamız
değil! Her kimlik pastadan alacağı payı düşünüyor ve kavgasını da buna göre
veriyor, bilakis hiçbirisi halk için kavga vermiyor. Bizler de bu hedeflere
ulaşılsın diye savaşıyoruz ve birbirimizi yiyoruz ve işin garibi kendimiz
kazanalım diye değil başkalarına kazandırmak için bunu yapıyoruz. Efendiler halkta
payını alsın diye düşünmüyorlar yani. Üreten kesim birleşmeli ve ürettiğini
tüketme hakkını da almalı, olması gereken budur. Karşımızda kapitalizmin
renkleri bizlerin renklerimizi ve renklerimizden meydana getireceğimiz muazzam
toplumsal armoniyi yok etmeye çalışmaktadır. Mutlak surette sınıf bilinci
oluşmalı ve sınıf bilinci temelinde hareket stratejisi belirlenmelidir.
Üretimde sıkıntı yok, sıkıntı üretilenin paylaşılmasında, üretene pay
edilmesinde ama bunu yaparlar mı? Asla ve kata yapmazlar ama biz yapılmasını
istemeliyiz ve istediğimizi hareketimizle belli etmeliyiz yani lafta kalmamalı
hiçbir şey, çünkü lafla hayat gemisi yürümüyor. Şimdi kapitalizm kurt olmuş ve
koyunlara saldırıyor, bir koyunun boğazına dişlerini geçiriyor, çoban gelip
kurtarıyor koyunu ve kapitalist kurt hem yiyeceğine hem de hürriyetine engel
olduğunu söylüyor çobanın ve bu sefer çobana düşman olup çobanı yok etmeye
çalışıyor, çünkü o vakit tüm koyunlara sahip olabilecek hem de engelsiz olarak.
İşte kavga budur. Kapitalist kurt, adalet isteyen ve adalet için dövüşen
ezilenlerin amansız düşmanıdır ve onların birleşik güç olmasını asla istemez.
Teknolojinin hangi aşamaya ulaştığını görüyoruz, biliyoruz, hissediyoruz.
Eskiye göre her şeyin daha kolay yapılabildiği, üretilebildiği ya da yapılıp
üretilebileceği zamanların çocuklarıyız. İnsanlık teknolojik merhalenin
handiyse son aşamasında, her şeyi yapmak çok kolay, bir şeyden bir değil bir
milyon üretmek çok kolay ama üretilmiyor, kısıtlı üretiliyor ki insanlar mahkûm
olsunlar. Her şeyi eline alıyor ki, istediği şekilde yönetebilsin ve kendisini
sorgulatacak bir dakikalık bile zaman bırakmasın, fasılasız eşek gibi
çalıştırsın. Oysa üret ki dağıt, üretilsin ki dağıtılsın, insanlar da sıkıntı
çekmesinler. Ama hayır, üretecek ki ve sen üretileni (((Haddizatında kendi
ellerinle ürettiğini))) almak için gece gündüz çalışacaksın ki, sistemin
varlığı payidar olsun. Düzenek, (((Sömürünün düzeneği))) böyle işliyor işte ey
insançocukları! Yanılıyor da olabilirim ama gördüklerim ve hissettiklerim
sonucunda ki çözümlemelerim bunlar.
En son tahlilde; karanlıktayız ey
insançocukları ve bir an önce bizi kuşatan karanlığın perdesini yırtıp
atmalıyız, göksel aydınlıkla bizim aramıza girmiş bulunan karanlık bulutları
dağıtmalıyız ve aydınlığa çıkmalıyız. Bireysel ve toplumsal bilinci
kuşanmalıyız mutlak surette. Tarihsel süreci çok iyi okumalıyız. İnsanlığın
nasıl aldatıldığını ve nasıl aldandığını çok iyi çözümlemeliyiz, teşhis
etmeliyiz ve ona göre çözüm yolları bulmalıyız. Nereden nereye evrildiğini
görmeliyiz, dünyanın, hayatın, tarihin ve insanlığın. Bizi kuşatan zincirleri
kırmalı ve tutsağı olduğumuz zindanların duvarlarını yıkmalıyız. Nerede
durduğumuzu ama nerede durmamız gerektiğini muhakkak tahlil etmeli, tespit etmeli
ve yerimizi bulmalıyız, saflarımıza geçmeliyiz. Ezilenler olarak birleşik güç
olmak için her türlü yolu denemeliyiz, bilakis birleşik güç olmayı başarmış kapitalist
kompradorlarca ezilmek kaderimiz olacaktır. Mutlak surette, uçurduğumuz akıl
kuşunu yeniden kendi yuvasına geri döndürmeliyiz. Nasırlaşmış ve çöle dönmüş
vicdanlarımızı merhamet merhemiyle ovmalıyız. Bize kurulan tuzakları fark
etmeli ve tuzak kuranların başlarına geçirmeliyiz tuzaklarını. İnsanlık
dehşetli ve az şahit olunan bir bunalımın içindedir, yolunu ve yönünü şaşırmış
durumdadır hatta ne yapacağını bilmeyen çaresiz bir zavallıdır. Onuru, şerefi,
değerleri çiğnenmektedir. Örtülü yağmacılık, gizli sömürü almış başını
gitmektedir. Halkların öz kaynakları emperyalistler tarafından utanmazca,
namussuzca yağma ve talan edilmektedir. Halklar, inandıklarınca,
emperyalistlere peşkeş çekilmektedir. Bu hissiyatların, düşünlerin, tarihi
gerçeklerin, bilinç düzeyine yükselmesi, zihinlerde derinleşmesi, kalplerde
kökleşmesi ve sistemli bir şekilde biçimlenmesi, nihayet eylemsel boyuta
yükselmesi için insanlığa müzahir olmak bizlerin en hayati ve ulvi ödevimizdir.
Bilakis insanlık kapitalizme hadim olmaktan ve kölece bir yaşam yaşamaktan asla
kurtulamayacaktır. Bizler insanlığa onurlu bir hayat biçiyoruz, kapitalizmin
mahkûm kıldığı onursuzca yaşama son vermek istiyoruz. Fakat hiçbir istek bedel
ödetmeden bize gelmeyecektir. İnsanlık ise bedel ödemekten korkmaktadır. Çünkü
kazandıklarını kaybetmek istememektedir. Kazandıkları kendinde dursun ama
gerekirse kölece, onursuzca yaşasın; işte buna razı olabilmektedir. İnsanlığın
böyle bir zihinsel sefalet içerisinde olması trajikomik bir durumdur, patolojik
bir vakadır ve bu psikoloji tahlile muhtaçtır. İnsanlığı bu hale getiren
koşullar mutlaka sorgulanmalıdır. İnsançocukları olarak görkemli geleceğimizi
inşa etmek zorundayız ama bu inşa işi hiçte kolay bir iş değildir ve çetin süreçlerden
geçmeyi gerektirmektedir. Behemehâl bu işin üstesinden gelmeliyiz. Zira bu bir
varoluş ya da yokoluş meselesidir. Zaman aydınlığa çıkma ve aydınlıkta ki insan
olma zamanıdır ve o zaman bu zamandır! Kapitalizmin eşeği olmaktan kurtulup,
tarih sahnesinde insanca varolmak ve büyük insanlık devrimiyle Tam Bağımsız
Türkiye’ye giden yolu açmak zorundayız. Cumhuriyet bilinci ve aydınlığı ile
kalınız ve Cumhuriyetten asla vazgeçmeyiniz. Bir de Mustafa Kemal’i çok iyi
anlayınız. Ne birileri gibi lanetleyiniz, ne de birileri gibi ilahlaştırınız,
sadece anlayınız, anladığınız gün aydınlandığınız gün olacaktır çünkü.