‘’Gerçekten inanan’’lar dışında hiçbir kimseye saygı
duymuyorum (((Devam edin, maksad tezahür edecek inşaAllah))), kime saygı
duyacağımı da gerçekten bilmiyorum. Hayır, bunu söylemek, dini bağlamda inanmayanlara
saygısızlık yapabilirim ya da saygısızım anlamında anlaşılmamalı (((ki, bilen
bilir, öyle anlayanda ahmaktır zaten, ki bizde kafası olanlara matuf söylüyoruz
söylediklerimizi, kafası olmayanlar muhatabımız olmadı ve olamaz da hiçbir
zaman, bu da biz kafalıyız ve sadece bizim kafamız var anlamına gelmez, burada dinli-dinsiz
temelli bir izahta yapmıyoruz zira, bağımsız ve tarafsız düşünler serdediyoruz.
Ki, bakarsınız dinsiz dediğimiz biri dindarane bir davranış, dinli dediğimiz
biri dinsiz bir davranış sergileyebilir dinin mahiyeti mucibince olaya bakarsak,
ki böylesi şeylere şahitte olmuyor değiliz, hem bayağı mebzul miktarda şahitlik
ediyoruz. Ki, bireysel ilişkiler bağlamında hayatımızda temel aldığımız şeyde
amel boyutudur, iman boyutu Allah ile ilgilidir. Müfteri biri, istediği kadar
benim dağlar kadar imanım var desin, indi mülahazama göre yüzüne tükürülmesi
gereken tiksindirici ve aşağılık biridir, keza zalim birisi de öyledir.))). Bendeniz,
inanıyorum dediğine ya da inanıyormuş göründüğü fikrine ‘’gerçekten inanmayan’’lara
saygı duymuyorum demek istiyorum. Yani, ilkesiz, değersiz, fikrinin münafığı
olanlara saygı duymuyorum. Ama bu yazımız da Allah’a inanmayı eksen alıyoruz
münhasıran. Geçelim! İnanmak… Nedir inanmak, neye inanmak, nasıl inanmak, niçin
inanmak? Garip bir şey, duyumsadıklarımızı duyuramıyoruz ama tüm gövdemiz de
bir şeyler duyumsuyoruz, oradan oraya uçuştuklarını hissediyoruz sezgilerin,
duyguların, düşünlerin, fakat dile getiremiyoruz bir türlü, kelimelere bürünüp ahhh
bir dile gelebilseler... Gerçekten inanıyor muyuz yoksa inanıyormuş gibi mi
yapıyoruz? Din adına ahkâm kesmek ama apaçık hakikati izhardan ve izahtan hazer
etmek… Ne adına, kim adına, neyin korkusuyla? Böyle yapmak ve inanmak… Gerçekten
inanmak ya da inanıyormuş gibi yapmak; ikisi sonsuzcasına ayrı şeylerdir, çok
ayrı şeylerdir, derin şeylerdir. Hissedebilmek iktiza eder, iyice idrakine
varmak için. Yansımalarını görebilmek ve tefrik edebilmek için, hayatı
derinlemesine ve en ince detayları ile doğal gözleme tabi tutmak icap eder.
Neye, nasıl, niçin inanıyoruz? Yahut gerçekten inandığımız bir şey var mı yoksa
bir şeye inanıyormuş gibi yapalım da inançlı görünelim mi diyoruz? Allah’a
gerçekten inanıyor muyuz? Dille inandım demek kolay. İnanılır mı orası kolay
değil işte. İnanıyor muyuz, inanmıyor muyuz? Hayat, kitapta yazıldığı gibi
olmuyor demekte kolay. Kitapta yazılana gücümüz ölçüsünde uyuyor muyuz, uymuyor
muyuz? Sahi İlahımız kim? Ya da bir İlahımız var mı? Dilimizle mi cevap verecez
yoksa kalbimizle mi ya da neyle, nasıl cevap vermeyi düşünüyoruz? Dilimize
kalırsak, dilin kemiği yok ve dilimizle söylemediğimiz, kabullenmediğimiz ve
dilimizde yaşamadığımız bir şey de yok, dilimizde yeryüzünün tek inananı da
olabiliriz. Ki, inandıklarını söyleyenlerin kahir ekseriyeti (((Çok çok çok az
kısmı hariç))) böyledir. Mesela; Kelime-i Tevhid’i tüm yüreğimizle söylememek
ama dilimize pelesenk edip tabir caizse bitevi papağan gibi tekrar etmek,
gerçekten başka şeyleri İlahlaştırmamak anlamına gelir mi ya da Allah’ı İlah
olarak kabul ettiğimizin hücceti olur mu? Ki, gerçekten İlahlaştırmıyor muyuz
Allah’tan başka şeyleri? Yani tek İlahımız mı var? Bunun hücceti nedir, neyi
hüccet gösterebiliriz buna? Yani hayatımızı Kendisine göre şekillendirdiğimiz
bir İlahımız var mı? Lütfen yalancı ve tiksindirici olmayın? Yaptığınız bir
şeyi ne adına yapıyorsunuz ya da ucuz, basit, küçük bir dünya menfaati için
yalan söylüyor musunuz, söylemiyor musunuz; zalimane davranış sergileyen birine
çıkarlarınızı muhafaza etmek adına yahut ıvır zıvır sebeplerle eyvallah ediyor
musunuz, etmiyor musunuz; birilerinin önünde eğiliyor musunuz, eğilmiyor
musunuz; haram yiyor musunuz, yemiyor musunuz; kul hakkına giriyor musunuz,
girmiyor musunuz; ameli boyutta bir şey yaparken acaba yaptığım şey beni
tehlikeye atar mı diye tereddüde düşüyor musunuz, düşmüyor musunuz? Bendeniz
yazılarımı kahir ekseriyetle, toplumsal bazda salahiyetli şahıslara matuf
yazıyorum, bu detayı bugüne kadar hiç yazmadım ama yeri gelmişken itiraf
edeyim? Mesela; ekmeğe muhtaç gariban birine matuf yazmıyorum yazdıklarımı ya
da güçsüzleştirilmiş, hayattan bezdirilmiş, kanunlar yoluyla sindirilmiş, yasaların
kendi üzerlerinde Demokles’in Kılıcı gibi sallandığı insançocukları için de
yazmıyorum. Evet, bunlar içinde yazıyorum ama bahusus mezkûr şahıslar için
yazıyorum, çünkü toplumu bir yerlere götüren, yönlendiren, sürükleyen tipler en
başta bunlardır. Bir şeyh için, bir gazeteci için, bir politikacı için,
âlimcilik oynayan biri için, bir komprador için, bir akademisyen için yazıyorum
kahir ekseriyetle. Bir şeyhin İlahı kimdir mesela, bir gazetecinin, bir
politikacının, bir kompradorun, bir allamenin, bir akademisyenin İlahı kimdir?
Ya da bir İlahları var mıdır bunların? Ha kuşkusuz Allah diyeceklerdir? Demekle
olsaydı… Zaten onun çözümlemesini yapıyoruz ya!
Din ne demektir biliyor muyuz? Peki, niçin yeni yeni ilkeler
icat ediyoruz? İnanç bağlamında, insanları dine göre mi değerlendirmeliyiz
yoksa nefsimizden türeyen ve münhasıran dünyalık arzularımıza giden yolumuzu
açmayı kolaylaştıran kurallara, kaidelere, ilkelere göre mi? Ya birisi kalıp
çıkarda beni dine göre değerlendirin ve bana dine göre muamele edin derse ne
diyeceğiz? Mesela biri çıkarda, mülk Allah’ındır ve ben de Allah’ın kuluyum,
onun hazinleri üzerinde O’ndan başka hiçbir kimse benim rızkıma tasallut
edemez, ederse de artık O imansızdır, Allah’a isyan etmiştir ve manen verilecek
hüküm bellidir derse ne diyeceğiz? Biz kimiz, neyiz? Dine göre suçsuz ama
nefsinizin kaidelerine göre suçlu olan kişiye nasıl muamele edeceksiniz?
Sonrada dininizin ve imanınızın ölçüsü ve hücceti ne olacak? Sahi imanınız var
mı? Dilinizde var de mi? Bir dininiz var ama dinsizsiniz! Kızdınız mı? Hadi
ordan sahtekâr, terbiyesiz, rezil sefiller. Sahi dinin sahibi kimdir? Allah
değil mi? İlahınız kimdir diye sorulsa cevabınız ne olurdu? İnanan biri olarak
kuşkusuz Allah olurdu değil mi? Tabi dilimizle Allah derdik. Ne kadar yürekten
derdik onu da bilemeyiz elbette. Hayır, hayır bir dakika, bal gibi de biliriz.
Eyleminde görülüyorsa, yürekten söyleniyordur, yoksa dilin ucunda kalmıştır,
boğazdan aşağıya inememiştir. O da hükümsüzdür. Ki, Allah’ı ne kadar biliyoruz?
Bildiğimiz kadar da inanıyoruz, inandığımız derecede de yaşıyoruz. İmanın
kuvvetini gösteren yegâne hüccet naçizane fikrimce kuvvetli bir hayattır. Zayıf
hayat mı olur? Niye olmasın? Hem inanıyorum deyip hem de nefsinin kölesi olmak,
haram helal demeden malı götürmek, insanlara eziyet etmek, hak apaçık orta da
iken hakkı yalanla ıskat etmeye tevessül etmek, kul hakkına tasallut etmek,
adaleti ifa edeceğin yerde göz göre göre ve bile isteye adaletsizliğe sapmak
hayatın zayıflığını göstermez mi ve dahası Allah’a olan imanın derecesini yahut
imanında samimi olup olmadığını göstermez mi? İnsan dediğin eylemlerinde ortaya
çıkar. Dışarısını kazanmak uğruna içerisinden neler feda ettiğinde ortaya
çıkar. İlah’ın Allah ise şayet, senin hayat sisteminin işleyişinde egemen olan
Allah’tır. Hem İlah’ım Allah diyeceksin hem de hayat sisteminin işleyişini
masivaya dair şeyler tayin edecek, sonrada diyeceksin ki İlah’ım Allah? Kusura
bakma ama kimse yemez bu palavraları. Önce münafıklıktan bir vazgeçeceksin. Hem
kula kulluk edeceksin, hem kullar için hakkı gizleyeceksin, hem kullar önünde
diz çökeceksin, hem de bin takla atacaksın en ufak menfaatlerine mülaki olmak
için sonra da İlah’ım Allah diyeceksin. Allah’ı kandıramadığın gibi kulları da
kandıramazsın, belki bir iki koyun bulabilirsin güdecek, öttürdüğün düdüğe göre
yönlendirecek. Rab ne demek biliyor musunuz ve gerçekten bildiğinizce hareket
ediyor musunuz? Efendiniz Allah mı yoksa sayısız efendilere mi sahipsiniz?
Hangi efendinize göre yaşıyorsunuz? Efendimiz Allah diyorsunuz ama onlarca
efendiden talimatlar alıyor ve o talimatlara göre yaşıyorsunuz değil mi? Korkmayın
kendi kendinize cevap verin, kimse görmüyor sizi, sadece gerçek Efendiniz’den
başka, utandınız mı? Hakikaten kızaracak bir yüzümüz var mı? Rahman ne demekti
biliyor musunuz? Yoksa İlah’ımız dediğiniz Allah’ı bilmiyor, tanımıyor musunuz?
Siz hangi imandan bahsediyorsunuz? İnsanlık imandan sapıyormuş, peh, gerçekten
sizi alakadar ediyor mu böyle bir şey, yoksa tiksindirici bir sahtekârlık
içinde misiniz? Kendiniz imansızca yaşayınız ama imansızlıktan şekvacı olunuz. Böyle
bir yaşam sonucunda ne umuyor, neyi bekliyordunuz? Münafık olmayasınız sakın
yahutta ehl-i küfür, kendinizi bilip tanıdığınızdan emin misiniz? Merhametlilerin
en merhametlisi kimdi? Sen kimsin ki, O’nun merhamet ettiğine karşı acımasız
olabiliyorsun? Sonra da imandan bahsediyorsun. Efendin başkası olacak, yüreğin
kinle kavrulacak, nefsinin kusmukları dinin olacak, bir değil bin İlah’a
tapacaksın, sonra da kalkıp imandan bahsedeceksin. İlah’ımız, Dinimiz,
Peygamberimiz, Kitabımız aynı değil deyince de kızacaksın. Soytarı mısın sen? Hem
inanmak hem de inançsızmış gibi yaşamak nasıl bir şeydir anlatsana. Hadi
münafık gibi bir şeysin de, soytarılıkta ekstrası mı? İnanmak soytarılığı
kaldırmaz da o yüzden böyle söyledim. Kızdın mı? Biraz daha kız…
Son tahlilde; evet, ey insançocukları! Din ve inananlar
bağlamından olguya ve olaya bakarsak, inanmak öyle basite alınacak ve şakaya
gelecek bir şey değildir. Bu yönde de öznel yargılarda bulunabilecek durumumuz
yoktur, nesnel olmak zorunluluğumuz vardır. Gayet ciddi bir meseledir ve
üzerinde de ciddiyetle durulması icap eder. Öyle olmasaydı ‘’iman edenlerin
iman etmeleri’’ buyurulmazdı. Zira ‘’iman edenlere yeniden iman etmeleri’’ niye
buyuruluyordu Allah tarafından, üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gerekiyordu.
Bir de ‘’imanın boğazdan aşağıya inememesine’’ dair sarsıcı uyarı vardı
bizatihi Peygamber tarafından. Demek ki imanlarımızda bir bozukluk vardı ve
imanlarımız dilimizde kalmıştı ki, iman edenler uyarılıyorlardı. Yani
imanımızda samimiyetsizdik ve yaşam boyutunda münafıklık derekesine düşmüştük.
Zira hem Allah’a iman ediyorduk hem de dünyaya iman ediyorduk aynı zamanda, tam
da burada yaşamsal boyutta derin paradokslar yaşıyorduk. Namaz kılıyorduk ama
kötülükten de bir türlü el çekemiyorduk. Oysaki namaz kötülüklerden alıkoyardı,
alıkoymalıydı, zira bunu mütemadiyen tabir caizse papağan gibi tekrar ediyorduk
her ortamda ama tam aksi zuhur ediyordu hayatımızda! İman ettiğimizi iddia
ediyorduk ama dünyalık bir menfaat muvacehesinde yahut dünyalık ilişkilerimizde
imanımız toz duman oluveriyordu yani bizi etkilemesi anlamında tabir caizse
anlamsız kalıyordu. Haddizatında iman ettiğimizi ifade ediyorduk, imanın
dünyaya da etki etmesi gerektiğini haykırıyorduk, dinin münhasıran ahiret için
olmadığını, dünyayı ve hayatımızı da tanzim edecek bir olgu olduğunu
söylüyorduk ama söylediklerimizin tam tersi bir şekilde yaşıyorduk. Sanki din
ve inanmak, münhasıran din ve iman dışında kalmayı tercih edenlerin hayatlarını
tanzim etmek için vardı, zira kendimizin bir dinimiz olduğu için ve güya iman
ettiğimiz için dünya düzleminde dinin buyruklarından ve imanın
gerektirdiklerinden muafmışız gibi davranıyorduk ama din dışında kalmayı tercih
edenlerin hayatları ise bizi acayip alakadar ediyordu. İşin garibi, onları
imana davet edecek ahlaki yetkinliğe bile sahip değildik. Ki, eylem boyutunda
çoğu zaman onların düzeyinde bile olamıyorduk, acıdır ama gerçektir bu,
istediğiniz kadar kızınız. Hem dinin ve imanın muhatabı olduğumuz halde dinden
ve imandan bihaberdik, hem dinden ve imandan muaf olduklarını söyleyenleri
itham ediyorduk, hem de inandığını iddia edenler olarak inanmayanlara tebliğ
yapabilecek yetkinliğimiz ve ahlaki duruşumuz yoktu. Nerden baksanız
tutarsızlık nerden baksanız ahmakça değil midir? Oysa iman ettiğiniz zaman,
imanın gerekleri vardı yerine getirmeniz gereken. Dünyayı ele geçirmek için
imanı eğip bükemezdik. Ve din dışında kalmayı tercih edenler imana mesafeli
oldukları için bu gereklerden muaf olduklarına inanıyorlardı ama biz bu
gereklere muhatap olduğumuz halde bu gereklerden muafmışız gibi davranıyorduk
ve muaf olmayı tercih edenleri itham ediyorduk niye iman etmiyorlar ve dinin
gereklerini yerine getirmiyorlar diye. Çok basit bir misal olarak; din dışında
kalmayı ve imandan muaf olmayı tercih edenlerin yaşamları bizi alakadar
ediyordu ama bizim ahlak vb. ulvi olguların olaylaşması konusunda ki
tutarsızlıklarımız bizi hiçte enterese etmiyordu, gayet rahattık, kendimizi de
hiçte tutarsız görmüyorduk bu dilemmanın tam ortasında olduğumuz halde, bu
gerçekten de garip değil mi? İman ediyorsanız alelade bir şekilde
yaşayamazdınız, nefsinizin arzu ve isteklerine göre hareket edemezdiniz, hem
Allah’a iman ederim hem de dünyaya taparım diyemezdiniz, dünyanın gidişatına ve
düzenine intibak edemezdiniz. İman ettiğini iddia eden birinin dünya konusunda
olabildiğince hassas olması gerekirdi. Hayır, çok katı ve sert konuştuğumu
düşünmeyin. Bilakis tam tersiyim. Ama dünya bağlamında çok sarsıcı paradokslara
şahit olduğumuz için işin ciddiyetine vurgu yapmaya gayret ediyoruz. Maalesef
imanlarımızda çokta samimi ve ciddi olmadığımıza inanıyorum hatta imanımız
olduğu konusunda şüpheliyim diyebilirim. Bendeniz algıladıklarıma,
hissettiklerime, müşahede ettiklerime, gözlemlediklerime, tanıklık ve şahitlik
ettiklerime göre konuşuyorum yani hayatın içinden ve günlük bir dille
konuşuyorum. Öyle üst perdeden konuşmuyorum, ki öyle konuşabilecek bir durumda
da değilim. Biri kalkıpta hem iman ettiğini söyleyip hem de kul hakkına
tasallut edemez. Hem iman ettiğini söyleyip hem de suçsuzu suçlu olarak göremez
ve ona göre muamele edemez. Hem iman ettiğini söyleyip hem de merhametsizce
davranamaz. Hem iman ettiğini söyleyip hem de haram yiyemez. Hem iman ettiğini
söyleyip hem de iftira atamaz. Hem iman ettiğini söyleyip hem de Allah’ın
buyruklarına muhalif bir şekilde hareket edemez, Allah şöyle dediği halde o
böyle yapamaz. Hem iman ettiğini söyleyip hem de rüşvet alamaz. Hem iman
ettiğini söyleyip hem de insanı insan kılan hürriyete darbe vuramaz. Hem iman
ettiğini söyleyip hem de imanın gereği olarak uyarı görevi yapan birine eziyet
edemez. Hem iman ettiğini söyleyip hem de yalancı olamaz. Hem iman ettiğini
söyleyip hem de saf hakikati gizleyemez ve yalanlarla insanları aldatamaz,
saptıramaz, yanlışa sevk edemez. Bunları umarsızca yapıyorsa da imanım var
diyemez, şayet diyorsa da o katıksız ve kallavi bir münafıktır. Dine göre
bakacak olursak; bu dünyanın bir de ötesi vardır ve ötesinde amansız bir hesap
görülecektir. Bu dünyada görül-(e)-meyen hesap öteki dünyada muhakkak
görülecektir, tabi öteki dünyaya dair bir inancımız varsa!!! Haaa bu dünyanın
hiç hesabı yok mu? Hiç olmaz olur mu? Hem böyle bir gerçeklikten uzak olacağız
hem de imanımız var diyeceğiz. Hadi ordan!