İMAN MESELESİ...

Özgür DENİZ - 23.07.2019

‘’Gerçekten inanan’’lar dışında hiçbir kimseye saygı duymuyorum (((Devam edin, maksad tezahür edecek inşaAllah))), kime saygı duyacağımı da gerçekten bilmiyorum. Hayır, bunu söylemek, dini bağlamda inanmayanlara saygısızlık yapabilirim ya da saygısızım anlamında anlaşılmamalı (((ki, bilen bilir, öyle anlayanda ahmaktır zaten, ki bizde kafası olanlara matuf söylüyoruz söylediklerimizi, kafası olmayanlar muhatabımız olmadı ve olamaz da hiçbir zaman, bu da biz kafalıyız ve sadece bizim kafamız var anlamına gelmez, burada dinli-dinsiz temelli bir izahta yapmıyoruz zira, bağımsız ve tarafsız düşünler serdediyoruz. Ki, bakarsınız dinsiz dediğimiz biri dindarane bir davranış, dinli dediğimiz biri dinsiz bir davranış sergileyebilir dinin mahiyeti mucibince olaya bakarsak, ki böylesi şeylere şahitte olmuyor değiliz, hem bayağı mebzul miktarda şahitlik ediyoruz. Ki, bireysel ilişkiler bağlamında hayatımızda temel aldığımız şeyde amel boyutudur, iman boyutu Allah ile ilgilidir. Müfteri biri, istediği kadar benim dağlar kadar imanım var desin, indi mülahazama göre yüzüne tükürülmesi gereken tiksindirici ve aşağılık biridir, keza zalim birisi de öyledir.))). Bendeniz, inanıyorum dediğine ya da inanıyormuş göründüğü fikrine ‘’gerçekten inanmayan’’lara saygı duymuyorum demek istiyorum. Yani, ilkesiz, değersiz, fikrinin münafığı olanlara saygı duymuyorum. Ama bu yazımız da Allah’a inanmayı eksen alıyoruz münhasıran. Geçelim! İnanmak… Nedir inanmak, neye inanmak, nasıl inanmak, niçin inanmak? Garip bir şey, duyumsadıklarımızı duyuramıyoruz ama tüm gövdemiz de bir şeyler duyumsuyoruz, oradan oraya uçuştuklarını hissediyoruz sezgilerin, duyguların, düşünlerin, fakat dile getiremiyoruz bir türlü, kelimelere bürünüp ahhh bir dile gelebilseler... Gerçekten inanıyor muyuz yoksa inanıyormuş gibi mi yapıyoruz? Din adına ahkâm kesmek ama apaçık hakikati izhardan ve izahtan hazer etmek… Ne adına, kim adına, neyin korkusuyla? Böyle yapmak ve inanmak… Gerçekten inanmak ya da inanıyormuş gibi yapmak; ikisi sonsuzcasına ayrı şeylerdir, çok ayrı şeylerdir, derin şeylerdir. Hissedebilmek iktiza eder, iyice idrakine varmak için. Yansımalarını görebilmek ve tefrik edebilmek için, hayatı derinlemesine ve en ince detayları ile doğal gözleme tabi tutmak icap eder. Neye, nasıl, niçin inanıyoruz? Yahut gerçekten inandığımız bir şey var mı yoksa bir şeye inanıyormuş gibi yapalım da inançlı görünelim mi diyoruz? Allah’a gerçekten inanıyor muyuz? Dille inandım demek kolay. İnanılır mı orası kolay değil işte. İnanıyor muyuz, inanmıyor muyuz? Hayat, kitapta yazıldığı gibi olmuyor demekte kolay. Kitapta yazılana gücümüz ölçüsünde uyuyor muyuz, uymuyor muyuz? Sahi İlahımız kim? Ya da bir İlahımız var mı? Dilimizle mi cevap verecez yoksa kalbimizle mi ya da neyle, nasıl cevap vermeyi düşünüyoruz? Dilimize kalırsak, dilin kemiği yok ve dilimizle söylemediğimiz, kabullenmediğimiz ve dilimizde yaşamadığımız bir şey de yok, dilimizde yeryüzünün tek inananı da olabiliriz. Ki, inandıklarını söyleyenlerin kahir ekseriyeti (((Çok çok çok az kısmı hariç))) böyledir. Mesela; Kelime-i Tevhid’i tüm yüreğimizle söylememek ama dilimize pelesenk edip tabir caizse bitevi papağan gibi tekrar etmek, gerçekten başka şeyleri İlahlaştırmamak anlamına gelir mi ya da Allah’ı İlah olarak kabul ettiğimizin hücceti olur mu? Ki, gerçekten İlahlaştırmıyor muyuz Allah’tan başka şeyleri? Yani tek İlahımız mı var? Bunun hücceti nedir, neyi hüccet gösterebiliriz buna? Yani hayatımızı Kendisine göre şekillendirdiğimiz bir İlahımız var mı? Lütfen yalancı ve tiksindirici olmayın? Yaptığınız bir şeyi ne adına yapıyorsunuz ya da ucuz, basit, küçük bir dünya menfaati için yalan söylüyor musunuz, söylemiyor musunuz; zalimane davranış sergileyen birine çıkarlarınızı muhafaza etmek adına yahut ıvır zıvır sebeplerle eyvallah ediyor musunuz, etmiyor musunuz; birilerinin önünde eğiliyor musunuz, eğilmiyor musunuz; haram yiyor musunuz, yemiyor musunuz; kul hakkına giriyor musunuz, girmiyor musunuz; ameli boyutta bir şey yaparken acaba yaptığım şey beni tehlikeye atar mı diye tereddüde düşüyor musunuz, düşmüyor musunuz? Bendeniz yazılarımı kahir ekseriyetle, toplumsal bazda salahiyetli şahıslara matuf yazıyorum, bu detayı bugüne kadar hiç yazmadım ama yeri gelmişken itiraf edeyim? Mesela; ekmeğe muhtaç gariban birine matuf yazmıyorum yazdıklarımı ya da güçsüzleştirilmiş, hayattan bezdirilmiş, kanunlar yoluyla sindirilmiş, yasaların kendi üzerlerinde Demokles’in Kılıcı gibi sallandığı insançocukları için de yazmıyorum. Evet, bunlar içinde yazıyorum ama bahusus mezkûr şahıslar için yazıyorum, çünkü toplumu bir yerlere götüren, yönlendiren, sürükleyen tipler en başta bunlardır. Bir şeyh için, bir gazeteci için, bir politikacı için, âlimcilik oynayan biri için, bir komprador için, bir akademisyen için yazıyorum kahir ekseriyetle. Bir şeyhin İlahı kimdir mesela, bir gazetecinin, bir politikacının, bir kompradorun, bir allamenin, bir akademisyenin İlahı kimdir? Ya da bir İlahları var mıdır bunların? Ha kuşkusuz Allah diyeceklerdir? Demekle olsaydı… Zaten onun çözümlemesini yapıyoruz ya!

 

Din ne demektir biliyor muyuz? Peki, niçin yeni yeni ilkeler icat ediyoruz? İnanç bağlamında, insanları dine göre mi değerlendirmeliyiz yoksa nefsimizden türeyen ve münhasıran dünyalık arzularımıza giden yolumuzu açmayı kolaylaştıran kurallara, kaidelere, ilkelere göre mi? Ya birisi kalıp çıkarda beni dine göre değerlendirin ve bana dine göre muamele edin derse ne diyeceğiz? Mesela biri çıkarda, mülk Allah’ındır ve ben de Allah’ın kuluyum, onun hazinleri üzerinde O’ndan başka hiçbir kimse benim rızkıma tasallut edemez, ederse de artık O imansızdır, Allah’a isyan etmiştir ve manen verilecek hüküm bellidir derse ne diyeceğiz? Biz kimiz, neyiz? Dine göre suçsuz ama nefsinizin kaidelerine göre suçlu olan kişiye nasıl muamele edeceksiniz? Sonrada dininizin ve imanınızın ölçüsü ve hücceti ne olacak? Sahi imanınız var mı? Dilinizde var de mi? Bir dininiz var ama dinsizsiniz! Kızdınız mı? Hadi ordan sahtekâr, terbiyesiz, rezil sefiller. Sahi dinin sahibi kimdir? Allah değil mi? İlahınız kimdir diye sorulsa cevabınız ne olurdu? İnanan biri olarak kuşkusuz Allah olurdu değil mi? Tabi dilimizle Allah derdik. Ne kadar yürekten derdik onu da bilemeyiz elbette. Hayır, hayır bir dakika, bal gibi de biliriz. Eyleminde görülüyorsa, yürekten söyleniyordur, yoksa dilin ucunda kalmıştır, boğazdan aşağıya inememiştir. O da hükümsüzdür. Ki, Allah’ı ne kadar biliyoruz? Bildiğimiz kadar da inanıyoruz, inandığımız derecede de yaşıyoruz. İmanın kuvvetini gösteren yegâne hüccet naçizane fikrimce kuvvetli bir hayattır. Zayıf hayat mı olur? Niye olmasın? Hem inanıyorum deyip hem de nefsinin kölesi olmak, haram helal demeden malı götürmek, insanlara eziyet etmek, hak apaçık orta da iken hakkı yalanla ıskat etmeye tevessül etmek, kul hakkına tasallut etmek, adaleti ifa edeceğin yerde göz göre göre ve bile isteye adaletsizliğe sapmak hayatın zayıflığını göstermez mi ve dahası Allah’a olan imanın derecesini yahut imanında samimi olup olmadığını göstermez mi? İnsan dediğin eylemlerinde ortaya çıkar. Dışarısını kazanmak uğruna içerisinden neler feda ettiğinde ortaya çıkar. İlah’ın Allah ise şayet, senin hayat sisteminin işleyişinde egemen olan Allah’tır. Hem İlah’ım Allah diyeceksin hem de hayat sisteminin işleyişini masivaya dair şeyler tayin edecek, sonrada diyeceksin ki İlah’ım Allah? Kusura bakma ama kimse yemez bu palavraları. Önce münafıklıktan bir vazgeçeceksin. Hem kula kulluk edeceksin, hem kullar için hakkı gizleyeceksin, hem kullar önünde diz çökeceksin, hem de bin takla atacaksın en ufak menfaatlerine mülaki olmak için sonra da İlah’ım Allah diyeceksin. Allah’ı kandıramadığın gibi kulları da kandıramazsın, belki bir iki koyun bulabilirsin güdecek, öttürdüğün düdüğe göre yönlendirecek. Rab ne demek biliyor musunuz ve gerçekten bildiğinizce hareket ediyor musunuz? Efendiniz Allah mı yoksa sayısız efendilere mi sahipsiniz? Hangi efendinize göre yaşıyorsunuz? Efendimiz Allah diyorsunuz ama onlarca efendiden talimatlar alıyor ve o talimatlara göre yaşıyorsunuz değil mi? Korkmayın kendi kendinize cevap verin, kimse görmüyor sizi, sadece gerçek Efendiniz’den başka, utandınız mı? Hakikaten kızaracak bir yüzümüz var mı? Rahman ne demekti biliyor musunuz? Yoksa İlah’ımız dediğiniz Allah’ı bilmiyor, tanımıyor musunuz? Siz hangi imandan bahsediyorsunuz? İnsanlık imandan sapıyormuş, peh, gerçekten sizi alakadar ediyor mu böyle bir şey, yoksa tiksindirici bir sahtekârlık içinde misiniz? Kendiniz imansızca yaşayınız ama imansızlıktan şekvacı olunuz. Böyle bir yaşam sonucunda ne umuyor, neyi bekliyordunuz? Münafık olmayasınız sakın yahutta ehl-i küfür, kendinizi bilip tanıdığınızdan emin misiniz? Merhametlilerin en merhametlisi kimdi? Sen kimsin ki, O’nun merhamet ettiğine karşı acımasız olabiliyorsun? Sonra da imandan bahsediyorsun. Efendin başkası olacak, yüreğin kinle kavrulacak, nefsinin kusmukları dinin olacak, bir değil bin İlah’a tapacaksın, sonra da kalkıp imandan bahsedeceksin. İlah’ımız, Dinimiz, Peygamberimiz, Kitabımız aynı değil deyince de kızacaksın. Soytarı mısın sen? Hem inanmak hem de inançsızmış gibi yaşamak nasıl bir şeydir anlatsana. Hadi münafık gibi bir şeysin de, soytarılıkta ekstrası mı? İnanmak soytarılığı kaldırmaz da o yüzden böyle söyledim. Kızdın mı? Biraz daha kız…

 

Son tahlilde; evet, ey insançocukları! Din ve inananlar bağlamından olguya ve olaya bakarsak, inanmak öyle basite alınacak ve şakaya gelecek bir şey değildir. Bu yönde de öznel yargılarda bulunabilecek durumumuz yoktur, nesnel olmak zorunluluğumuz vardır. Gayet ciddi bir meseledir ve üzerinde de ciddiyetle durulması icap eder. Öyle olmasaydı ‘’iman edenlerin iman etmeleri’’ buyurulmazdı. Zira ‘’iman edenlere yeniden iman etmeleri’’ niye buyuruluyordu Allah tarafından, üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gerekiyordu. Bir de ‘’imanın boğazdan aşağıya inememesine’’ dair sarsıcı uyarı vardı bizatihi Peygamber tarafından. Demek ki imanlarımızda bir bozukluk vardı ve imanlarımız dilimizde kalmıştı ki, iman edenler uyarılıyorlardı. Yani imanımızda samimiyetsizdik ve yaşam boyutunda münafıklık derekesine düşmüştük. Zira hem Allah’a iman ediyorduk hem de dünyaya iman ediyorduk aynı zamanda, tam da burada yaşamsal boyutta derin paradokslar yaşıyorduk. Namaz kılıyorduk ama kötülükten de bir türlü el çekemiyorduk. Oysaki namaz kötülüklerden alıkoyardı, alıkoymalıydı, zira bunu mütemadiyen tabir caizse papağan gibi tekrar ediyorduk her ortamda ama tam aksi zuhur ediyordu hayatımızda! İman ettiğimizi iddia ediyorduk ama dünyalık bir menfaat muvacehesinde yahut dünyalık ilişkilerimizde imanımız toz duman oluveriyordu yani bizi etkilemesi anlamında tabir caizse anlamsız kalıyordu. Haddizatında iman ettiğimizi ifade ediyorduk, imanın dünyaya da etki etmesi gerektiğini haykırıyorduk, dinin münhasıran ahiret için olmadığını, dünyayı ve hayatımızı da tanzim edecek bir olgu olduğunu söylüyorduk ama söylediklerimizin tam tersi bir şekilde yaşıyorduk. Sanki din ve inanmak, münhasıran din ve iman dışında kalmayı tercih edenlerin hayatlarını tanzim etmek için vardı, zira kendimizin bir dinimiz olduğu için ve güya iman ettiğimiz için dünya düzleminde dinin buyruklarından ve imanın gerektirdiklerinden muafmışız gibi davranıyorduk ama din dışında kalmayı tercih edenlerin hayatları ise bizi acayip alakadar ediyordu. İşin garibi, onları imana davet edecek ahlaki yetkinliğe bile sahip değildik. Ki, eylem boyutunda çoğu zaman onların düzeyinde bile olamıyorduk, acıdır ama gerçektir bu, istediğiniz kadar kızınız. Hem dinin ve imanın muhatabı olduğumuz halde dinden ve imandan bihaberdik, hem dinden ve imandan muaf olduklarını söyleyenleri itham ediyorduk, hem de inandığını iddia edenler olarak inanmayanlara tebliğ yapabilecek yetkinliğimiz ve ahlaki duruşumuz yoktu. Nerden baksanız tutarsızlık nerden baksanız ahmakça değil midir? Oysa iman ettiğiniz zaman, imanın gerekleri vardı yerine getirmeniz gereken. Dünyayı ele geçirmek için imanı eğip bükemezdik. Ve din dışında kalmayı tercih edenler imana mesafeli oldukları için bu gereklerden muaf olduklarına inanıyorlardı ama biz bu gereklere muhatap olduğumuz halde bu gereklerden muafmışız gibi davranıyorduk ve muaf olmayı tercih edenleri itham ediyorduk niye iman etmiyorlar ve dinin gereklerini yerine getirmiyorlar diye. Çok basit bir misal olarak; din dışında kalmayı ve imandan muaf olmayı tercih edenlerin yaşamları bizi alakadar ediyordu ama bizim ahlak vb. ulvi olguların olaylaşması konusunda ki tutarsızlıklarımız bizi hiçte enterese etmiyordu, gayet rahattık, kendimizi de hiçte tutarsız görmüyorduk bu dilemmanın tam ortasında olduğumuz halde, bu gerçekten de garip değil mi? İman ediyorsanız alelade bir şekilde yaşayamazdınız, nefsinizin arzu ve isteklerine göre hareket edemezdiniz, hem Allah’a iman ederim hem de dünyaya taparım diyemezdiniz, dünyanın gidişatına ve düzenine intibak edemezdiniz. İman ettiğini iddia eden birinin dünya konusunda olabildiğince hassas olması gerekirdi. Hayır, çok katı ve sert konuştuğumu düşünmeyin. Bilakis tam tersiyim. Ama dünya bağlamında çok sarsıcı paradokslara şahit olduğumuz için işin ciddiyetine vurgu yapmaya gayret ediyoruz. Maalesef imanlarımızda çokta samimi ve ciddi olmadığımıza inanıyorum hatta imanımız olduğu konusunda şüpheliyim diyebilirim. Bendeniz algıladıklarıma, hissettiklerime, müşahede ettiklerime, gözlemlediklerime, tanıklık ve şahitlik ettiklerime göre konuşuyorum yani hayatın içinden ve günlük bir dille konuşuyorum. Öyle üst perdeden konuşmuyorum, ki öyle konuşabilecek bir durumda da değilim. Biri kalkıpta hem iman ettiğini söyleyip hem de kul hakkına tasallut edemez. Hem iman ettiğini söyleyip hem de suçsuzu suçlu olarak göremez ve ona göre muamele edemez. Hem iman ettiğini söyleyip hem de merhametsizce davranamaz. Hem iman ettiğini söyleyip hem de haram yiyemez. Hem iman ettiğini söyleyip hem de iftira atamaz. Hem iman ettiğini söyleyip hem de Allah’ın buyruklarına muhalif bir şekilde hareket edemez, Allah şöyle dediği halde o böyle yapamaz. Hem iman ettiğini söyleyip hem de rüşvet alamaz. Hem iman ettiğini söyleyip hem de insanı insan kılan hürriyete darbe vuramaz. Hem iman ettiğini söyleyip hem de imanın gereği olarak uyarı görevi yapan birine eziyet edemez. Hem iman ettiğini söyleyip hem de yalancı olamaz. Hem iman ettiğini söyleyip hem de saf hakikati gizleyemez ve yalanlarla insanları aldatamaz, saptıramaz, yanlışa sevk edemez. Bunları umarsızca yapıyorsa da imanım var diyemez, şayet diyorsa da o katıksız ve kallavi bir münafıktır. Dine göre bakacak olursak; bu dünyanın bir de ötesi vardır ve ötesinde amansız bir hesap görülecektir. Bu dünyada görül-(e)-meyen hesap öteki dünyada muhakkak görülecektir, tabi öteki dünyaya dair bir inancımız varsa!!! Haaa bu dünyanın hiç hesabı yok mu? Hiç olmaz olur mu? Hem böyle bir gerçeklikten uzak olacağız hem de imanımız var diyeceğiz. Hadi ordan!

Tarih: 23.07.2019 Okunma: 918

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?