ÖLDÜR AMA DİNLE...

Özgür DENİZ - 14.08.2019

Şimdi aşağıya bir yazı koyuyorum. Toplumsal bağlamda ünlü bir yazarın yazısı. Bilindik bir isim. Vicdanla, merhametle, mülayimlikle anılan bir isim (((kendisiyle aynı inanç ikliminde buluşan ve ortak duyguları taşıyan insanların böyle tanıdığı, bildiği, andığı bir isim))). Biteviye yazıp çiziyor. Takip ettiğim biri değil ama bazen takılıp kalıyorum. Takip etsem takip etmiyorum diyecek kadar onursuz biri değilim. Kimi takip edip etmeyeceğimi soracak tek bir merci de görmüyorum. Ki, hayatımın hiçbir evresinde hiçbir insançocuğunun aklıyla, duygularıyla yaşamadım, badema da böyle bir şey olmayacak. Bu yüzden ne kadar hamd etsem azdır Rabbime. Bir hiçim, hiçbir kimseyim, hiçbir yerdeyim. Bir nevi toplumun dışındayım, içindeyim ama dışındayım. Çünkü toplum hakikatte bir beladır ve sürekli bela üretir, bu yüzden de hakikate yakın olmak için toplumdan uzak durmak şarttır gibi bir durum vardır. Başkalarına sorarak hayatını yaşayacak kadar zavallı bir yaratıkta değilim zaten. Çünkü neyin doğru, neyin yanlış olduğuna karar verecek bir kafam ve kalbim var ve ikisi de aktifler hamdolsun. Böyle dünyalarda mutlak kozmopolitan biriyim yani insani ilişkilerde, kitaplarda, müziklerde ve hayatın farklı boyutlarında. Geçelim! Kâh bir politikacıdan, kâh bir istihbaratçıdan, kâh bir hukukçudan dinlediklerini de aktardığı zamanlar oluyor mezkûr yazarın. Adeta bir şeyler için çırpınıyor, kıvranıyor sanki. Dertlerle dertleniyor ve uyarıyor mu yoksa kulluk-insanlık-yazarlık görevini mi ifa ediyor yahut ikisini bir arada mı yapmaya çalışıyor bilemeyiz. Ama mütemadiyen sessizce haykırıyor diyelim. Kuvvetle muhtemel vicdanı rahatsız ediyor kendisini. Ailelerin parçalandığı, çocukların öksüz-yetim kaldığı, çaresizlikten hayatların karardığı, arkasız olanların çırpınmaya bile mecalinin olmadığı, yıllarca insanların hiçbir suçları olmadıkları için alınamayıp ama açıkta bırakıldığı bir süreçten geçildiğini söylüyor, mutlaka bir çıkış yolu, bir çözüm bulunması iktiza ettiğini ifade ediyor ve fasılasız uyarıyor. Çendan uyarmayanlardan olmaktan kurtuluyor da diyebiliriz. Ve aralarda yüzeysel olarakta olsa vurucu, sarsıcı, acıtıcı, derin hakikatlere de vurgu yapıyor. Bendeniz burada münhasıran iktibas yapıyorum. Buyurun Kur’an temelinde inkâr edin de göreyim. Kur’an temelinde inkâr edilemeyen, yanlışlanamayan, ıskat edilemeyen her şey doğrudur bendeniz için. Kıvırtmak, farklı yollara yeltenmek, hakikatten korkup kaçmakta şerefsizlik ve alçaklıktır. Bir şeye katılmıyorsanız, neresine, niçin ve hangi argümanlar temelinde katılmıyorsunuz izah etmelisiniz. Öyle karambole konuşmak, saçmalamak, itham etmek bana göre değil bunu bilerek hareket ediniz. Bilakis, çok ağır konuşurum altında kalakalırsınız, çıkamazsınız. Ve bilirsiniz ki konuşurum. Allah’tan başka kimseden de korkmam. Bir vatandaşın bildiğini vatandaş gibi vatandaş olmayan haydi haydi bilecek arkadaş, bunun lamı cimi yok! Ağlamak bile muayyen bir hukuk-ahlak üzerine olmalı… Emrolunduğumuz gibi dosdoğru olalım, çendan bir kez böyle olalım hayatımız boyunca, bir kez… Çünkü kul emri değil bu, Allah’ın emri!

 

 

Geçelim ve mevzubahis olan yazıya dönelim…

 

 

AHMET TAŞGETİREN

 

 

Bu, FETÖ davaları için bir teklif.

 

 

Bir hukukçudan. Hukuku iyi bilen ve çözüm arayışlarına kafa yoran bir siyasetçi. İsim vermeyeceğim.

 

 

Bir darbe yaşadık. Bir paralel devlet yapılanması ve onun fesadı ile karşı karşıya kaldık. Fesadın içinde bizzat rol alanlar var, bir de iltisaklı olanlar…

 

 

Davalar terör kapsamında açılıyor.

 

 

Hep diyoruz, alan; dini zeminde gerçekleşen bir yapılanma alanı.

 

 

Türkiye’de din ilgisi her zaman özel duyarlılıklar oluşturmuş, insanlar bağlanmışlar, çağrının etkisi ölçüsünde aidiyet oluşmuş ve kendilerinden bir şeyler vermişlerdir. Para, fiili hizmet, çocuklarının katkısı vs…

 

 

Buna bir de devletin dini alana yönelik kısıtlamaları eklendiğinde, din ile alaka, bir tür dayanışmayı kaçınılmaz hale getirmiştir.

 

 

İşte bütün bu olgular içinde, pek çok yapı oluşmuştur.

 

 

Fetullah Gülen Cemaati diye başlayan, sonra kendilerini “Camia” diye niteleyen sonrasında başka dönüşümler geçiren, uluslararası boyutlarda genişleyen, bu sebeple küresel odaklarla temasa geçen ve nihayet Ak Parti iktidarı döneminde özellikle Yargı – Emniyet - Asker alanında etkinlik kazanan, eğitim yatırımları ile oldukça geniş bir gençlik alanını etkileyen ve nihayet tüm bu birikimi önce “Paralel devlet eylemi” halinde, ardından darbe girişimi çılgınlığı ile devreye sokmaya kalkışan bir yapı: Devlet tanımlamasıyla FETÖ… Açılımı: Fetullahçı Terör Örgütü.

 

 

Evet, darbeye kalkıştılar. İnsanları öldürdüler, yaraladılar. Meclis’i bombaladılar vs.

 

 

Kim?

 

 

FETÖ.

 

 

Gelinen noktada sorun şurada: Bu yapının dokunduğu insanlardan hangisi FETÖ kapsamındadır?

 

 

Yapının toplumsal boyutu oldukça yaygın. Bir yanda beyin takımı var, darbeye katılanlar var, yargıyı – emniyeti, orduyu ifsad edenler var… Bir yanda da bütün işlerin legal olduğu dönemlerde dershanesiyle, okuluyla, bankasıyla, yardım çalışması yapan dâhil her türlü derneği ile ilişki kuranlar var. Annesi, babası, kardeşi ile iltisaklı olan var.

 

 

Yargılamalar var. 500 bini aşkın insana dokunulmuş. Gözaltı, tutuklama, uzun tutuklama, yurt dışına çıkış yasağı, devlet görevinden ihraç, suçsuz olduğu ortaya çıktığı halde geri dönememe, vs…

 

 

Yer yer ilk derece ve isti’nafta biten davaların Yargıtay safhası başlamış. 9. Daire, yargı mensuplarının davasına bakıyor, 16. Daire de genel davaların temyizine…

 

 

Yargıtay safhasında alt mahkemelerin yaklaşımından farklı bakışların ortaya çıktığı bir gerçek.

 

 

Diyelim Ahmet Altan – Nazlı Ilıcak davasında yargılama, hükümeti devirmeye teşebbüsün karşılığı olan müebbetten, örgüt üyesi olmadığı halde terör örgütüne destek vermeye ve onun karşılığı 15 yıllık hapis talebine dönüşmüş durumda.

 

 

Bu arada Yargıtay’ın kararlarına (Aynı şekilde AYM’nin kararlarına) yerel mahkemelerin uyup uymama sorunu çıkıyor.

 

 

Yargılamalarda siyasetin gölgesi tartışılıyor.

 

 

Yer yer hiçbir örgütlü suç yargısında bulunmamış savcıların, yargıçların verdiği kararlar söz konusu.

 

 

Belli ki Türkiye, daha uzun süre bu davalarla uğraşacak. Yargıtay temyizi, AYM’ye bireysel başvurusu ardından AİHM boyutu, belki peş peşe gelecek tazminatlar…

 

 

Ayrıca Yargıtay ve AYM kararlarının “Cesaret meselesi” haline gelmesi ve bunun da “Siyaset – Yargı ilişkisi”ni sürekli gündemde tutması…

 

 

Şöyle olsaydı:

 

 

Yargıtay’ın 16. Dairesi ile 9. Dairesi, artı AYM, artı üniversitelerin ceza hukukçuları diyelim İstanbul, Ankara, İzmir gibi davaların yoğun olduğu illerde yargı mensupları ile buluşsa ve davalarda “Doğru perspektif”i onlarla paylaşsaydı.

 

 

“Terör suçları”nda doğru perspektif ne?

 

 

-Bilmek ve kasıt.

 

 

Yani terörle yargıladığınız kişiler, ilişkili olduğu örgütün silahlı terör örgütü olduğunu bilecek ve onun eylemlerine katılma kastını taşıyacak.

 

 

Devleti yönetenlerin örgüte her alanda kolaylıklar sağladıktan sonra terörle karşılaşınca “Yanılmışız” dediği bir süreçte, sokaktaki insanların “teröre bilincli katkı”dan yargılanması adil olmaz.

 

 

***

 

 

Falanca savcıya telefon edebilecek birisini bulabilen, falanca milletvekilini araya sokabilen, devlette etkili bir kişiye ulaşabilen… Yani adamı olan, yanlışları düzeltme umuduna ulaşabiliyor. Kirlilerin kirden arınma yollarının olduğu da artık bu piyasada bilinen uygulamalardan…

 

 

Altta kalanlar çok. Onların canı çıkıyor ve asıl bunun ülkeye (Ak Parti’ye de…)  bedeli büyük olacak.

 

 

***

 

 

Aslında memlekette geçmişi, bugünü, yarını gören akil adamlar var. İyisi mi onlardan yararlanmak ve ülkenin bir an önce normalleşmesini sağlamak…

Tarih: 14.08.2019 Okunma: 858

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?