Tarihsel orijiniymiş, olgusal mahiyetiymiş, muhtevasıymış,
bilmem neymiş ilgilenmiyorum. Kalbim var hissediyorum, aklım var düşünüyor,
soruyor ve sorguluyorum, gözlerim var görüyorum, tarihi tecrübelerimiz var
anlıyor ve idrak ediyorum. Binaenaleyh, tarihsel vetire dâhilinde sayısız kez
şahit olunmuş ve tanıklık edilmiştir ki, demokrasi mevhumu, burjuvazinin
aldatmacasından başka bir şey değildir. Aksini iddia edenlerin aktif olan
hiçbir zekâyı ikna etmeleri kabil-i mümkün değildir. Burjuvazinin, insanlığı
politik yönden şekillendirmesinde, gizli politik hegemonyasını tahkim etmede,
her türlü muhalefeti ıskat etmede, toplumu otokontrole tabi tutmada müessir rol
oynayan ve tarihsel tecrübelere dayanarak hiçte iyi hatırlanmayan pespaye bir
sömürü düzeneği olarak tebeyyün etmiştir.
Her türden erkin otoritesini tevlit ve tahkim vasıtasından başka bir
işlev görmemiştir. Tabi tüm bunlar olurken bir yudumluk umut vermeyi de ihmal
etmemiştir. Her türden muhalif fraksiyonlara; bir gün bizde iktidar olacağız,
olabiliriz gibisinden temelsiz, kof, farazi umutlar zerketmeyi başarmıştır. Nihayetinde,
devasa kitlelerin mümessilliğini deruhte etmiş ve güya özgürlük türküsünü
terennüm eden muhalif fraksiyonların, burjuvazinin kirli, kanlı ve karanlık
düzenine karşı hafif şiddet ihtiva eden ve bir gün egemen güç olabilme
tahayyülleriyle bünyesinde köklü ve uzun soluklu değişim direnç noktalarını
barındıran devrimsel dönüşüm dinamiklerinden uzaklaşmalarını sağlamış, bu
gurupları çağın koşullarına mahkûm edip farklı minvalde koşullandırmış,
muhkemleştirdiği ve sarsılmaz kıvama getirdiği statükoyla mezcederek
egemenliğinin devamlılığını garantilemiş ve mevcudiyetinin idamesinden duyduğu
endişeyi de ref etmiştir. Herkesin gidişata uyum sağlamasını ve gidişat düzleminde
bir çözüm yolu aramasını tevlit etmiştir. Çünkü bu şekilde hiçbir kavganın
kendisine sıkıntı teşkil etmeyeceğini, istenmedik değişimlerin ve dönüşümlerin
tahakkukunun kabil olmadığını görmüştür. Keza, erkini tahkim edip mevcudiyetini
muhafaza altına aldıktan ve yarınlara dair tüm endişelerini yok ettikten sonra
dönüşümlü olarak her türlü fraksiyonun güç ve iktidar arzularını o
fraksiyonları iktidara taşıyarak muvakkat bir süreyle de olsa tatmin yoluna
gitmiş, onları kendi kültürel dinamikleri içerisinde eritmiş, aline etmiş,
özlerinden tecerrüt etmelerini sağlamış, ülkülerinden ve devrimsel
dinamiklerinden uzaklaştırmış, direnç noktalarını kırarak kendine zımnen de
olsa hadim kılmış, nihayetinde kendi düzenine entegre etmiştir. Hatta
muhaliflerin iktidarlarında bile, onların, kendisinin ihdas ettiği gizli
bürokratik erk tarafından idare edilmelerini sağlamıştır. Hülasa, arka planda
yöneten her daim kendisi olmuştur ama halklar kendi seçtiklerince idare
edildiklerini varsaymışlardır her daim. Halklar, demokrasi ile her devirde
aldatılmışlardır. Ama aldatıldıkları süre içerisinde de bitevi uyuşturulmuşlar
ve düzene alıştırılmışlardır. Ekstrem duyguları ve düşünceleri mütemadiyen
törpülenmiştir. Demokrasi içinde kalarak mücadele edilmelidir taktiği ardında
gizli köleler haline getirilmişlerdir. Ama gerçek iktidarında kendisinde
olduğuna, güya istediği zaman değişimi sağlayabileceğine inandırılmıştır. Oysa
filhakika demokrasi denilen şey, iktidarın halk eliyle burjuvaziye tesliminden
başka hiçbir şey değildir.
Demokrasinin belirleyici politik faktör olduğu halklarda,
ekonomi mekanizması da, zalim, vahşi, acımasız ellerce idare edilen,
yönlendirilen, şekillendirilen, masaya istendik kişilerin buyur edildiği ve
kabul gördüğü bir kumar masası derekesine indirgenmiştir. Politik masa da
olduğu gibi kumar masası haline indirgenen ekonomi masasında da en kuvvetli el
burjuvazinin eli olmuştur. Oyun onun istediği gibi kurgulanmış, kurallar onun
gönlünce belirlenmiş, çark onun istediği şekilde döndürülmüştür. O masa da halkların
kanları, terleri, yaşları, emekleri haraç mezat pazarlık konusu edilmiştir ve
acımasızca sömürülmüş, iç edilmiştir. Halkların temsil gücü olan devletin eli o
masadan kaldırılmış, devlet o masada söz hakkından mahrum edilmiş ve muaf
tutulmuştur. Zira her şey demokrasi perdesi ardında, demokrasi kılıfı altında
olup bitmektedir ve buna da kimsenin muhalefet etme hakkı ve salahiyeti yoktur.
Çünkü demokrasiye muhalefet etmek, halka muhalefet etmektir ve halk düşmanlığı
yapmaktır. Nasıl garabet bir çözümleme ise bilinmez ama maalesef algı böyledir.
Demokrasi de kararlar alınırken çoğunluğa bakılmaktadır ve çoğunluğun onay
verdiği bir şey mutlak doğrudur, isabetlidir, herkesin lehinedir. Çoğunluk onay
vermiştir ve her şey en iyi şekilde olmuş, bitmiştir. İstendik şartlara mahkûm
ve mecbur edilen mutsuz kitleler ise ne yapacaklarını bilemez duruma
düşmüşlerdir, zira en küçük hamleleri ve hareketleri yadırganmış, ihanet
telakki edilmiş ve en ağır şekilde tecziye edilmiştir. Halklar, burjuvazinin
sözcülüğünü yapan satılık kalemlerin ve kendilerini temsil ettiklerine
inandıkları her renkten kompradorların kumpasları ve tezviratları ile yönlerini
ve pusulalarını şaşırmışlardır. Mutlu çoğunluk, yozlaşmanın verdiği
şımarıklıkla, güya istediği her şeye kolay yoldan erişmekle, servet sahibi
olmanın cezbedici sarhoşluğu ile burjuvazinin sömürüsüne ve hegemonyasına
eyvallah etmiştir. Yani direniş pozisyonunda olmaları ve herkes için adaleti
ikame etmeleri iktiza ederken tamamen pasif durumda kalmışlardır ve
suçludurlar. Ekonominin çarkı her daim burjuvaziye kazandıracak ve emekçiye
kaybettirecek şekilde dönmüştür. İnsanlık bu acımasız çarkın dişlileri arsında
öğütülmüş, ezilmiş, un ufak edilmiştir. Ne gariptir ki herkeste pek memnundur
halinden. Çünkü uyuşturulmuş ve alıştırılmıştır, bu kanlı, kirli ve karanlık
düzene. Zira herkes bu meşum düzenin kültürel kodlarıyla zehirlenmiştir,
kirletilmiştir. Her türlü kurum bu kültürel kodlara göre yeniden dizayn
edilmiştir. Çünkü emperyalizm ilk evvelde kendi kültürel dinamiklerine göre
kendi kurumlarını teşekkül ettirir ve teşekkül ettirdiği kurumlar eliyle de
kendi insanını üretir, ürettiği insanlarla da düzeninin idamesini ve varlığının
bekasını garanti altına alır. Halklar ne hazindir ki, gerçek düşmanları
burjuvazi iken, şimdi burjuvaziye karşı çıkanları gerçek düşman bellemişlerdir.
Her şey yüce ülküler uğruna feda ediliyormuş gibi söylenir ama gerçekte
burjuvazinin bekası adına feda edilir. Hiç kimse bu düzene muhalefet etmez,
münhasıran bu düzen içerisinde kendine yer açmak, çarkı kendinden yana
döndürmek, ekonomi masasında pay sahibi olmak için kavga verir ama güya halk
için kavga verdiği algısını yaratarak kendi iktidarına giden yolu açmaya
çalışır yani düzeni altüst etmek için değil tahkim etmek için kavga verilir.
Oysa olması gereken şey; sömürü düzeneğini paramparça etmek ve insanca, hakça
bir düzenek ihdas etmektir.
Devlet halkların devleti olmalı ve ekonomi çarkını döndüren
de devletin kudretli eli olmalıdır. Politik masada ve ekonomi masasında kontrol
mekanizmasını devlet işletmeli ve ipler devletin elinde bulunmalıdır. Devlet
demokrasi masalıyla halkların uyutulmasına imkân tanımamalı, zemin
hazırlatmamalıdır. Devlet, halkını burjuvazinin sefil bir oyuncağı derekesine
düşürtmemeli, böyle bir duruma düşme hali sadır olmuşsa bir an evvel bu duruma
nihayet verilmelidir. Silahlı güçlerini, emperyalist burjuvazinin koruma gücü
görüntüsünden kurtarmalı ve gizli emperyalist muhasarayı yarmak ve izale etmek
için yeniden kendi asli yerinde konumlandırmalıdır yani halkların maddi ve
manevi gücü kılmalıdır. Devlet, gerek silahlı güçleri eliyle, gerekse halkın
birleşik gücüyle, küresel sermayenin uşaklığı yapan burjuvaziye diz
çöktürmelidir. Demokrasi yalanlarıyla zaman tüketmek, halkın mutlu anlarını ve
yarınlarını çalmak anlamına geleceği için bir an evvel böyle bir yalanla yol
yürümekten vazgeçmelidir. Bürokratik mekanizmayı da daha hızlı işler hale
getirerek kendi lehine ve halklar adına çalışır duruma sokmalıdır. Üretim
araçlarını da burjuvazinin inhisarından kurtarmalı ve halkların istifadesine
sunmalıdır. Dökülen kan, akıtılan yaş ve ter, verilen emek muhakkak ama
muhakkak bihakkın karşılığını bulmalıdır. Kuvveti pasifleştirilen ve elinden
alınan, üretim araçlarına el konulan, alın teri ürünü olan her türlü
kazanımları çalınan üretici kitleleri insafsızca ve namussuzca sömüren
burjuvazinin her alandaki tesiri ve etkisi sistematik bir şekilde sıfırlanarak
izale edilmeli, işlevsiz kılınmalıdır. Demokrasi denilen şey, sömürü
düzeneğinin en etkili aracıdır ve deöokrasi ve sömürü arasında dinamik bir
ilişki vardır. Devlet, her türlü gücünü seferber ederek, halkların birleşik
gücünü de yanına alarak her masada ki zalim ve insafsız elleri kökünden kırmalı
ve her türlü ihaneti etkisiz bırakmalıdır. Gerçek hainlerin en büyük sadıklar
olarak kabul gördüğü bir insanlığın iflah olması imkânsızdır. Buna imkân
tanıyan hiçbir yapının da payidar olması kabil değildir. Burjuvazi tarihin her
döneminde en büyük hain ve satıcı olmuştur. Tarihi dönüm noktalarında en büyük
darbeyi vuran ve halkları umutsuzluk bataklığında bırakan güç olmuştur. Devlet,
burjuvazinin rengine, diline bakamaz ve hiçbir şartta ve koşulda burjuvazinin
sömürüsüne geçit veremez. Üretici kitleye hakkını ve kazanımlarını geri vermek,
bu kitlenin insanca bir yaşam sürmesini sağlamak, umutlarıyla ve hayalleriyle
yeni bir dünyaya merhaba diyebilmelerinin yolunu açmak ve bunu payidar kılacak
devlet gücünü tekrar fonksiyonel hale sokmak mübrem bir ödevdir gerek devlet,
gerekse halklar için. Burada metazori olarak halkın emeğine el koyup bir avuç
oligarşik dikta yaratma özlemi içinde olan zihniyetler kastedilmiyor. Bilakis
halkla bütünleşmiş, halkın değerleriyle imtizaç etmiş ve halk adına çalışan ama
burjuvazinin tahakkümüne de hangi şekilde olursa olsun nihayet vermesi icap
eden devlet kastediliyor. Hiçbir devlet, halkının hangi yolla ve hangi biçimde
olursa olsun sömürülmesine ve ezilmesine geçit veremez.
Şu ölümsüz hakikati hem devlet hem de halklar kati surette bilmelidirler
ve asla unutmamalıdırlar; çalışanların, ter-yaş-kan akıtanların, emek sarf
edenlerin yani üretenlerin her alanda saf ve mutlak egemenliklerine çıkan ve
çıkacak olan yol, güya ışıklı ve her daim güneşli olduğu zannedilen demokrasi
köprüsünden değil, her şartta ve koşulda en ağır zorlukları, en saf acıları,
kutsal alınterini, muvakkat süreyle de olsa alacakaranlığı barındıran ve
nihayet kati ve keskin bir zaferi hediye edecek olan direniş geçidinden geçer. Emperyalizmin
her yönde mevzilendiği asla unutulmamalıdır ve halklar da mevzilerini ona gör
belirlemelidirler. Emperyalizmin kültürel kodlarına göre dizayn edilmiş düzenlerden
halklar için umut dolu yarınlar çıkmaz. Emperyalizmin düzeneğine göre
konumlanmış olanlardan da halklar yararına hiçbir eylem sadır olmaz. Bugün
halklar demokrasi maskesiyle acımasızca sömürülüyor, devlet gücü demokrasi
maskesiyle tesirsiz bırakılıyor ama emperyalizmin Truva Atı olan demokrasi bir
yandan da kurtuluş reçetesi olarak sunularak halklar aldatılıyorlar, devlet mekanizmaları
ekarte ediliyorlar. Halklar birleşik güç olup düşman mevzilerin karşısında
sımsıkı durmalıdırlar, saflarını ve sınıflarını bilmelidirler. Yaşadığımız ve
tanıklığını yaptığımız zulüm ve sömürü çağında, güya halklara özgürlük vaadiyle
şirin gösterilen demokrasinin karanlık ağında, tek çıkar yolun bu olduğunun
söylenmesinden daha büyük ve tesirli demagoji olamaz. Demokrasi burjuvazinin
yegâne sığınağıdır, kadim kalesidir. Varoluşlarının ve payidar olmalarının teminatıdır.
Zira bunlar özgürlük havasının hâkim olduğu hakikat ikliminde yaşayamazlar.
Tabiat bunları metazori olarak değil spontane olarak izole eder böyle bir
hakikat ikliminde. Çünkü bunlar yalanların egemenliğinde ve ikliminde varlık
kazanırlar ve varlıklarını kazanırlar. Demokrasi denilen melanet tarihsel vetire
içerisinde binlerce kez şahit olunmuştur ve tanıklık edilmiştir ki, her zaman
kompradorların egemenliklerini tevlit ve tahkim vasıtası olmuştur. Kimi zaman
şu renkte ki burjuvaziye, kimi zaman bu renkte ki burjuvaziye, kimi zamanda o
renkte ki burjuvaziye kapı aralamış, gülümsemiştir. Ama her zaman, genel
itibariyle burjuvazinin hegemonyasını tahkim etmiştir. Ve aynı anda çalışan
sınıfların üzerindeki zulmün artırılmasını ve sömürünün katmerleştirilmesini
tevlit etmiştir. Halkların görkemli geleceklerini kazanmalarının önünde en
tehlikeli barikat olmuştur. Burjuvazinin rengi ayrı ayrı olsa da hedefi aynıdır
ve halkların kazanımlarına çökmektir. Halkı her yönde tesirsiz kılan,
tagayyürata uğratan ve köleleştiren iktidar erkine sahip olmaktır. Buna mukabil
ezilenler ise her zaman, bilinçli olarak burjuvaziye tehdit ve tehlike oluşturmaması
için atomize edilmişlerdir. Ezilenler için tek çıkar yol; tek can ve tek fikir
olmaktır ama bunu da hiçbir zaman başaramamışlardır. Demokrasi hiçbir devirde
ezilenlerin hayrına olmamıştır. Eğer demokrasi olacaksa bile (((ki böyle bir
şey imkân dâhilinde değildir ve badema da olmayacaktır, kof bir avuntudur))) bu
ezilenlerin iktidarını hâkim kılan bir demokrasi olmalıdır. Başka türlüsü asla
tolere edilemez. Çalışan kesimlerinde zenginliklerden istifade etmelerini,
emeklerinin karşılığını bihakkın almalarını ve kaynaklardan eşit ve adil bir
şekilde faydalanmalarını sağlayan bir demokrasi olmalıdır. Demokrasi bugün
ahlaksızlığın, adaletsizliğin, eşitsizliğin, hürriyetsizliğin muharriki
gibidir. Kaosun, katliamın, ihanetin, zulmün, sömürünün anasıdır. Büyük
şeytanın küçük meleklere demokrasi diye sunduğu resme bakarsanız olayı
sarahaten ve tafsilatlı olarak müşahede edersiniz.
Varlık âleminde ki tüm soykırımlar, cinayetler, hırsızlıklar,
gasplar, sömürüler, yağmalar, vurgunlar, uyuşturmalar, aldatmalar bu netameli
retorik tavassutu ile tahakkuk ettirilmektedir maateessüf. Halklar ise göz göre
göre aldanmaktadırlar. Parçalanarak mutsuz olmaktadırlar ama birleşerek mutlu
olmaktan da kaçmaktadırlar. Demokrasinin, tarihsel süreç içerisinde yaşadığımız
zamana değin ve yaşadığımız çağda dâhil, hürriyet, barış, huzur, saadet,
adalet, uhuvvet getirdiği görülmüş şey değildir, böyle şeylerin görülebilmesi
de muhal ender muhaldir. Böylesi bir duruma tanıklık eden ne tek bir birey, ne
tek bir devlet, ne de tek bir halk yoktur, badema da olmayacaktır. Demokrasinin
karanlık ağlarına kapılan ve cahil, naçar, tutsak kılınan halkların hakikati
algılayıp, anlayıp, kavramaları da sonsuzcasına zordur. Kitapsız kalan ve
cehaletin kıskacında çırpınan halkaların bu keskin ve derin gerçeği anlamaları
çok zordur ve çetindir. Bugün çıkar çarkının kesintisiz döndüğü bir düzendir bu
kirli, kanlı ve karanlık düzen. Aksini söyleyenin ispat etmeleri iktiza eder
ama ispat için de kati hüccetlerin olması icap eder. Zira ispatsız iddia
boştur, mantıksız ve manasızdır; hüccetsiz ispatta muhaldir, lüzumsuz
zevzekliktir, kof cerbezedir. Bu düzende menfaatlerin temini çok kolaydır.
Çünkü herkes bin bir surattır ve ahlaksızdır, yalancıdır, samimiyetsizdir,
güvenilmezdir bu düzende. Kimisi vatan, millet maskesiyle; kimisi barış,
özgürlük maskesiyle; kimisi Atatürk, tam bağımsızlık maskesiyle; kimisi de
Allah, peygamber, kitap maskesiyle aldatır ve sömürür insanları bu düzende.
Hepsi aynı efendilere ve aynı karanlık düzene hizmet ederler ama büyük ülkülere
hizmet ettiklerini söylerler, bu minvalde nutuk atarlar. Elbette yiyenleri
bulunur, zira her devirde aynı şey yapılıp aynı sonuç alınmazdı aksi takdirde. Gerçeği
görme yetisini kaybedenlere bunu ispat etmeye çalışmak beyhude çırpınmaktır, yorulmaktır.
Çünkü görünen köy kılavuz istemez. Bugün insanlık davasız ve idealsiz olduğu
için anlam dolu yaşamaya mesafelidir. Dolayısıyla fikir eksenli yaşamaktan
kaçmaktadır. Çünkü bu tür yaşam insana zor gelmekte ve onu yormaktadır. Bu yol
çile ister, sabır ister, mukavemet ister, şuur ve bilinç ister, sorumluluk
ister, direniş ister, en nihayetinde önce sağlam bir zihniyet devrimini,
akabinde de büyük insanlık devrimini önkoşul kılar. Ama insanlık acısız, sıkıntısız,
çilesiz, sabır gerektirmeyen, stressiz bir yaşam peşindedir. Hazırlopçudur,
nemelazımcıdır, bana dokunmayan bin yaşasıncıdır. Davasız, devrimsiz bir yaşam
peşindedir. Konforunun, zevklerinin ve hırslarının zavallı, sefil bir
müptelasıdır, meftunudur. Tüketim putunun zavallı ve çaresiz kulu ve kölesidir.
İçinde saklı kompradorun kölesi, kuklası ve taşeronudur. Zira demokrasi işte
tamda böyle bir yaşamı garanti etmektedir. Suya sabuna dokunmadan büyük
yalanlar ikliminde yaşamayı empoze ederek sorumluluktan azade kılmaktadır
insanı ve halkları. Bugünkü demokrasi birazda kanunsuzluk düzenidir aynı
zamanda. Zira bu düzende birileri birazcık ayrıcalıklıdır. Halk ise sessizce
yerinde oturması gereken ve her denileni yapmaya mecbur itaatkâr bir yığındır.
Eğer gerçekte bir demokrasi varsa ve olacaksa, bu, devletle halkların
bütünleşmesini sağlayan, akrediteli sınıf gibi müptezel ve pespaye bir ayrımcılığı
ve kayırmacılığı yok eden demokrasi olmalıdır. Yoksa bugün insanlık sanki
ötelerde bir yerlerde gerçek demokrasi varmış gibi boş umutlara kurban
edilmemeli ve insafsızca, namussuzca aldatılmamalıdır, koşulların tutsağı
kılınmamalıdır, devrimsel mücadelesi yahut devrimsel mücadeleye umut bağlaması
inkıtaa uğratılmamalıdır. Ve âlem-i insanlık ancak böyle bir devrimle
dirilecek, kurtulacak, aydınlanacak, rüyalarına ve umutlarına kavuşabilecektir.
Demokrasi denilen şey; gözlerinin önünde duran ve apaçık şekilde gördüğün
düşmanın arkasına gizlenmiş olan ve asla görmediğin, görme imkânının olmadığı
ama her çağda aldanmana yol açan gerçek düşmanındır.
En son
tahlilde; demokrasi yaşadığımız dünyada yaşanılan haliyle
emperyalizmin ateşidir, girdiği yeri yakar, yıkar, yok eder, cenneti cehenneme
çevirir. Daha sonra da emperyalizm gelir, çöker, çöreklenir, çürütür.