‘’Üstümde yıldızlı gök ve içimdeki ahlak yasası’’ diyor ya hani İmmanuel
Kant, öğretmenin diline de şöyle çevirebiliriz bunu; ‘’karşımda talebelerim, kalp toprağımda sevgi çiçeğim, beyin göklerimde
bilgi güneşim.’’ Zaten öğretmenin, talebelerinden, sevgisinden ve
bilgisinden başka neyi vardır ki? Sevgisiyle yeniden yaratan, bilgisiyle cehalet
denilen devasa ejderhayı öldürerek karanlığın kara bulutlarını dağıtıp
aydınlığı getiren bir vâristir o; peygamberlerin vârisi. İlk evvelde, kendisi,
hakikat ırmağından beslenen, sonra, özümsediği hakikati hayatlaştıran, daha
sonrada talibini yani talebesini hakikatle besleyendir. Bidayette kendisi talip
olup talim eden, nihayetinde de talip olanlara talim ettiren, onları eğitip
terbiye edendir öğretmen. Hülasa; can evinin gerçek ve hakiki mimarlarıdırlar,
sanatkârlarıdırlar. Arayan, bulan, duyuran, aydınlatan ve yaşatmaya adanandır
o. Kutsal bilginin ateşini çağlardan çağlara ve nesillerden nesillere taşıyan, cehaletin
dondurduğu beyinleri, nefretin dondurduğu kalpleri ısıtan, dirilten ve uyandıran
canlı birer meşaledirler. Karanlık zamanların aydınlık savaşçılarıdırlar onlar.
Ne kadar da öğretmen vasfıyla tavsif edilse de kendisi, öz mahiyeti mucibince
kelimenin tam manasıyla bir muallimdir o. Ve muallimdir ki, talibini talim
ettirendir, kalp ve kafa yönünde öğretendir, eğitendir, terbiye edendir. Karşısında,
onun ilmine ve sevgisine talip olan biri vardır; talebe. İkisi; yol ve yolcu
gibidirler, gök ve toprak gibidirler, ruh ve beden gibidirler. Talebe,
arayandır; muallim, bulduğunu, arayana iletendir. Çünkü muallim, filhakika bir
madenci titizliğiyle ilim toprağına kazma sallayan insandır. Tabir caizse,
talebe topraktır, öğretmen yağmur ve yağmurun toprağa düşmesiyle toprak
dirilecek, uyanacak, mümbit hale gelecektir. O, talebe ile ilim arasında bir
köprüdür. Öğretmenler gerçek anlamda birer katalizördürler. Gönül toprağına
hakikat mayasını atarak, diri bir ruhun teşekkülüne zemin hazırlayan ve sağlam
bir gövdenin ortaya çıkmasını sağlayan hakiki ruh sanatkârları ve insanlık
mimarlarıdırlar. Napolyon ne güzel
söylemiş; ‘’babam beni gökten yere
indirdi, öğretmenim beni yerden göğe yükseltti.’’ Keşke öğretmenleri de
yerden göğe yükseltenler olabilse şu ruy-i zeminde!
Sokrates’in
dediği gibi, ‘’şu dünyada eserlerine paha
biçilemeyen ve eserleri ya hep ya da hiç olan’’ yegâne insanlardır
öğretmenler. Bir insanın olduğu gibi, bir milletin kader programını da
etkileyen aktörlerdir. Zira bir millet terakki mi kaydetmiştir ya da tedenniye
mi maruz kalmıştır, muhakkak öğretmenlerine bakmak gerekmektedir. Çünkü
öğretmenlerini yücelten bir millet mutlaka yükselecek, öğretmenlerini alçaltan
bir millet mutlaka düşecektir. Zira terakkinin
de, tedenninin de tek bir itici gücü ve sebebi vardır; öğretmenler. Hiçbir
şartta ve koşulda zinhar ihmal edilmemeleri iktiza eden insanlardır onlar. Ama
maalesef acı ve derin bir ihmalkârlığın da kurbanlarıdırlar. Onların ihmal
edilmeleri demek, milletin imhası demek olacağından, bu meselede olabildiğince
hassasiyetle hareket etmek icap etmektedir diyeceğiz ve de diyoruz ama hep
söylem de kaldığı gibi yine ve daima söylemde kalmaya mahkûm olacaktır. Tazecik
dimağlara, eşsiz bir bahçıvan marifetiyle zerk ettiği ilim ve bilimle ve dahi
tertemiz kalplere nakşettiği kutsal ahlak yasalarıyla insanlık ailesinin kader
programına emsali olmayan katkıyı sunan tevazu abidesi, kadirşinas, vefakâr ve
çilekeş fikir işçileridirler öğretmenler. Bilgiyle yüklü kafalarından ve
sevgiyle yıkanmış kalplerinden başka feragat edecekleri, fedakârlıkta
bulunacakları, devamlı olarak harcayacakları hiçbir hazineleri yoktur onların.
Bunun değerini ölçebilecek herhangi bir alet bulmakta imkânsızın imkânsızıdır. İnsanlığın
kazandığı ve kazanacağı, sonucu daha başlangıcında belli olan zaferlerde en
büyük payın sahibi olanlar, İstiklal
Marşı’mızın ölümsüz Şairi Mehmet Akif Ersoy’un muhteşem
tanımlamasıyla ‘’İrfan Ordularının’’
asil neferleri olan öğretmenlerdir. Onlardır ki, Medine’den medeniyetin
doğumuna yol verenlerdir. Onların yokluğu Medine’nin de yokluğudur, Medinesiz
medeniyet ise kabil-i mümkün değildir. Büyük rüyalar, deli sevdalar, kutsal
davalar peşinde fasılasız koşan, kalplerinde ki imanla coşan, beyinlerinde ki
bilgiyle karanlığı yara yara aydınlığa ulaşan, aynı zamanda hayat denizinin tam
ortasında azgın dalgalarla boğuşan yorgun ama rotasını kaybetmeyen bir vapur
gibidir öğretmen. Çünkü o kaybolduğu vakit, arkasında bir insanlık
kaybolacaktır. Büyük fikir devi üstat Nurettin
Topçu’nun sarih ve beliğ ifadesiyle; ‘’muallimler,
hiçbir şartta ve koşulda, amirlerinin baremli hadimleri değildirler. Onların
hür ruhları fanusların boğuculuğunda tutsak kılınamaz.’’ Onlardır ki; ulvi
aşkların tohumu, büyük insanlığın öncüsü, kör cehaletin yegâne ilacıdırlar.
İflah etmeyen düşmanlık ateşini söndürenler, kardeşlik köprülerini tesis
edenler, muhabbeti çiçeklendirenler ve kendilerini münhasıran topraklarına,
insanlarına ve insanlığa adayanlar yine onlardırlar. Kökleri ayakta tutan,
kökler ile bağları muhkem hale getiren ve kökleri mazide bulunan atidirler
öğretmenler. Kutsal bir mesleğin müntesipleri ve mümessilleridirler. Yüce Mevla’nın ‘’Rab’’ ism-i celilinin tecellisi olan, künhü Hz. Muhammed’e (sav) istinat eden bir meslektir öğretmenlik
mesleği. Bu sebeple, her öğretmen, filhakika bir insanlık devrimcisidir. Çünkü
karanlığın egemenliğini yok edip insanlığı aydınlığa çıkaranlar ve çıkaracak
olanlardır öğretmenler. Öğretmen, insanlığın bitmeyen şarkısıdır. Tüm cihan onu
dinler, diller onu söyler, düşen insanlık onunla kalkar, çoraklaşan kafalar
onunla mümbit hale gelir, kuruyan gönüller onula şenlenir, cehaletin zincirleri
onunla kırılır, ölü ruhlar onunla dirilir ve o varoldukça varolur insanlık.
Öğretmenlerdir ki; bilinmezlikler onlarla keşfedilir, karanlıklar onlarla
aydınlanır, insanlık ırmağı onlarla coşar, milletler onlarla sevinir, ülkeler
onlarla payidar olur. Elbette şu dünyada en büyük saygıyı hak edenler onlardır,
ne kadar da hak ettikleri saygıdan sonsuz uzaklarda yaşasalar da. Ama hiçbir
şey söylendiği gibi de değildir, olmamaktadır, badema da olacak gibi
görünmemektedir. Bu sebeple, onların emrine her türlü hizmet behemehâl önkoşulsuz
bir şekilde sunulmalıdır. Onlarda kendilerini sürekli olarak yenilemeli ve
yeniçağlara, yeni nesillere hazır hale gelmelidirler.
Son tahlilde;
cesaretin, aydınlığın, necatın ve payidarlığın garantörüdürler öğretmenler.
Çünkü öğretmensiz bir dünya karanlığa mahkûm olmuş bir dünyadır. Öğretmensiz
bir millet cehaletin pençesinde kıvranmaya, öğretmensiz nesiller pusulasız
kalmaya mahkûmdurlar. Öğretmenler, insanlığın ve dünyanın ışığıdırlar! Onlar
yanarsa insanlıkta yanacak, onlar yaşarsa insanlıkta yaşayacaktır. Onlar,
yakacak değil yanacak ve yanarak aydınlatacak nesillerin mimarlarıdırlar. Mustafa Kemal Atatürk’ün veciz sözüyle
sözlerimizi ikmal edelim: ‘’Öğretmenler!
Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.’’
NOT: 1: Burada
öğretmenlere matuf bir özeleştiri yapmakta hakkımızdır, tıpkı öğretmenlere hak ettikleri
saygın ve onurlu yaşamı sunmayanları haklı bir şekilde tenkit ettiğimiz gibi.
Ne derece hak ettikleri saygın ve insanlık onuruna yaraşır yaşamı sonuna kadar
istemeye hakları varsa ve istiyorlarsa öğretmenler, kendilerinden bilgi
bekleyen çocuklarına da hakları olan bilgiyi eksiksiz, kusursuz ve bihakkın
vermek zorundadırlar. Eğer ki bir öğretmen, aldığı ücreti kuruşu kuruşuna
hesaplıyorsa, alacağını kuruşu kuruşuna bilipte ne verdiğini, vereceğini
bilmiyorsa, vereceğinin hesabını yapmıyorsa, verdiğini de kelimesi kelimesine
vermiyorsa o öğretmen haysiyetten, şereften, onurdan, namustan, ahlaktan,
vicdandan ve merhametten yoksun bir zavallıdır, öğretmen olmaya da seza bir
varlık değildir. Kimse kusura bakmasın nesnel temellerde, adaletin icap
ettiğince yargılama, sorgulama, hesap sorma yapmak zorundayız. Bu sebeple de
iki tarafa matuf sözlerimizi söylemek iktiza etmektedir. Bilakis adaletin
gereğini ifa etmemiş olurduk. Çünkü istiyorsak vermek zorundayız! Kuşkusuz,
burada, biz münhasıran hakkını vermeyenlere matuf konuştuk. Verenlere
söyleyecek sözümüz yoktur elbette ve onların da hak ettikleri yaşamı istemeye
hakları vardır sonuna kadar.
NOT: 2:
Bu meyanda kutlanacak bir günümüz olduğunu tüm kalbimle bilincimle
düşünmüyorum. Böyle düşünmenin de özgürlüğüm olduğunu düşünüyorum. Çünkü bile
bile kendini avutmak kendi kendine ihanet etmektir. Hakikat ne ise odur! Yoksa
yoktur, varsa vardır. Yoksa var, varsa yok diyecek halimizde yoktur. Çünkü
hamdolsun hissedecek kalbimiz, anlayacak kafamız vardır ve adil olmak en önemli
mümeyyiz vasfımızdır. Haddizatında fazla söze hacet yok, zira görünmeyen bir
şey yok. Defaatle de öğretmenlerin dünyasıyla ilgili yazdık, söyledik zaten. Lafa
değil eyleme bakıyorum!