Varolurken ki oluşunda ki varolanları ve varolanlar temelinde
ki varoluşumları bi dakika geçelim. Önsel olanları ve önsel olanların üzerine
bina edilen yahut spontane kazanılan sonsal olanları da geçelim ama önsel
olanlarla sonsal olanların girift denkleminde yaşadığını da bilelim insanın.
Önsel olanların değişmezliğini ama sonsal olanların değişkenlik içerisinde ki
haddizatında özün doğal mecrası içerisinde geliştiğini ve yine de değişmezliğini
sarf-ı nazar eylemeyelim. Biliyoruz ki insan çelişik bir varlıktır ve
çelişkilerle dolu bir hayatın içerisine doğmuştur. Bu yüzden de hiçbir zaman
hiçbir konuda net olamaz. Hep değişkendir yani bir anı bir anına uymaz gibi bir
yaşamın yolcusudur, bu olumsuzluk anlamında değildir, münhasıran yazgı gibi bir
şeydir. Belki vazgeçilebilir bir şeydir ama yaşamın dayatması vazgeçmesini
engeller. Geçelim! Kimliği yoktur insanın, dini yoktur insanın, rolü yoktur
insanın, ideolojisi yoktur insanın, ülkesi yoktur insanın, milleti ve devleti
yoktur insanın, hiçbir şeyi yoktur insanın, her şeyi ya da bir şeyleri olduğunu
sonradan öğrenir ve sahiplenir, ilk evvelde her şeyin içine doğar ve bilmez ama
büyüdükçe bilmek ister, bilmeyi istedikçe sorar ve sorgular, öğrenir,
öğrendikçe farkına varır, farkına vardıkça anlamaya çalışır, anladıkça
kabullenir ya da reddeder. Tabi tüm bunları yapmadan önce kurgulanır ve
kurgulandığı gibi bunları yapmaya çalışır. Çünkü insan doğduğu anda acımasız
bir kuşatılmışlığın içindedir, aşılamayan sınırlar içerisine hapsolmuştur yani
hülasa olarak devasa bir zindanın içerisine doğmuş insan. Bu yüzden kendi doğal
gelişim seyrine terkedilmez, terkedilemez, terketmezler, mutlaka kurgulanması
gerekir ve kurgulanır yoksa istenmedik bir canlı olarak tezahür eder ve tüm
beklentileri boşa çıkarır, tüm tezgâhları bozar. Velakin insan bu süreçte
dönüşür, özünden sapar, kabullendiklerine alışır, alıştıkça uyum sağlar, uyum
sağlamaya çalıştıkça bozulur ve artık insan, insan bile değildir. Geçelim! Her
şey çürüdü farkında olmadan ya da farkında olunduğu halde yol verildi çürümeye
ve kokusunu hissettiğimiz an anladık ne olduğunu ama artık iş işten geçti. Ve
çürümüşlükten kazanmaya başladık. Bugün herkes çürümeden rant elde etmektedir
ve rant elde ettikçe çürümeye yol vermektedir. Hiçbir değer, hiçbir erdem,
insani öz beş para etmemektedir.
İşin hülasası; insanı kapitalizm çürüttü ama şimdi çürümekte
olan kendisidir ve kuşkusuz tarihin çöplüğünde yerini alacaktır ve insanlık bir
gün mutlaka doğal mecrasına dönecektir. Geçelim! İnsanı her daim bir madde
olarak algıladık ve maddeye değer biçer gibi değer biçtik insana da. Ne zaman
işimize yaramadığını düşündük o an gözümüzden düşürdük ve üç kuruş etmeyen bir
madde olarak gördük. Her zaman bize kazandırması gereken bir madde olması
gerekiyordu, bizim indimizde değer kesbetmesi için. Bize kazandırmıyorsa
değersiz, üç kuruş etmeyen atık bir maddeydi artık o ve yeri çöplüktü. Onu hep
tanımladık ve tanımlamalarımız üzerinden yargıladık. Zaten kolayca
yargılayabilmek için tanımladık. İnsanı tanımlayacak tek bir olgu vardı; insan!
Yani insan sadece bir insandı, basit, sıradan, olduğu gibi bir varlıktı. Biz
onu olmadığı hale sokmaya çalıştık, sokmaya çalıştığımız hal üzerinden onu
olmayacak maceralara sürükledik. İnsan basitti ama biz onu basitleştirmeye
çalıştık. İnsanı hep bir müşteri gibi gördük ve bize verdikçe aldık ama
aldığımız kadar vermedik ve sürekli azalttık onu, nihayet tükettik. Mütemadiyen
suçlara bulaştırdık, ne yaptığımızı unuttuk ama suçlamayı unutmadık. Başını
eğmesini hiç istemiyormuş gibi davrandık ama her zamanda baş eğdirdik insana,
eğmedikçe başını durmadan vurduk. Eğdirdiğimiz başını, eğmesi gerekiyormuş gibi
hissettirdik. Çünkü o başın sadece bizim önümüzde eğilmesini istedik,
başkalarının değil. Oysa o baş hiç eğilmemeliydi, çünkü bir kere eğilirse artık
bir daha kalkamazdı. Yani dalından kopardık, düşürdük, çiğnedik, ezdik ve
çürüttük insanı. İnsan sayesinde yaratılan kurumlar eliyle insandan bir canavar
yarattık. Yarattığımız canavara kendi kendini imha etme görevi verdik. Zira
kurumlar eliyle kurgulanan bir varlıktı artık o. Kurumların kulu olmasını
istedik ondan, kabullenmedikçe suçlu ilan ettik ve suçundan kurtulması için
kurgulanmayı kabul etmesini dikte ettik. Bir insandı o, ne bir itti ne de bir
köle. Ne dilenmesi gereken bir dilenci, ne de hakkı olmayana el uzatan bir
hırsız değildi. Hayattan istediği tek şey ise, münhasıran hak ettiğiydi; ne bir
gram fazla, ne bir gram eksik. İnsanlığına saygı istiyordu. Ama biz onun her
şey olmasına müsaade ettik, bir tek insan olmasını kabullenemedik.