Bugünlerde korona (covid-19) salgını ile yatıp, endişe, korku ve panik dolu gözler ile uyanıyoruz. İlk olarak bundan üç, dört ay önce ortaya çıkan, ne olduğu hala bilenemeyen küçücük bir mikrop, dünyayı esir aldı. Nice büyük sandığımız, güçlü sandığımız devletlerin, şirketlerin, imparatorlukların yerle bir olduğunu gördük.
Yayınlanan haritalardan, paylaşılan verilerden bu sinsi ve acımaz canavarın her geçen gün, daha çok yayıldığı, daha çok insana bulaştığı ve öldürdüğü bilgisine ulaşıyoruz. Bu durum, insanları onarılması güç bir endişe, korku ve paniğe sürüklüyor. Aslında bu korku ve paniğin asıl nedeni, ülkelerin ve insanların, bu salgına karşı hazırlıksız yakalanmış olmaları. İnsan psikolojisinde korku ve endişe panik yapar, panik ise bulaşıcıdır, çabuk yayılır ve yıkıcıdır. Elbette bazı ülkeler, bilerek veya bilmeyerek, böyle bir salgın hastalık için önceden hazırlık yapmış ve insanlarını korumayı bildiler.
Yangın bacası sardıktan sonra ülke yöneticileri, ne yapacağını bilmez halde bir takım tedbirler almaya, yangını söndürmeye çalışıyorlar. Hâlbuki yapılması gereken şey daha ilk kıvılcım ortaya çıkarken müdahale etmek ve yangını söndürmektir. Hastalık her tarafa yayıldıktan sonra alınacak tedbirler ve kısıtlamalar, halkı biraz daha endişe, kaygı ve paniğe sürükler. Böyle bir durum virüsün daha çok yayılması ve daha çok insana bulaşmasına uygun bir ortam hazırlar.
İnsanlığın baş belası salgın hasatlıklar bir savaştır. Savaşlar ilk insan Hz. Âdem’in oğulları Habil ile Kabil’in kavgasıyla başlar ve bugüne kadar devam eder. İslam kaynaklarında ve Kuran-ı Kerim’de bu olay şu şekilde anlatılır: “Onlara Âdem’in iki oğlu hakkındaki haberi gerçek olarak oku. Hani her biri birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. -Kurbanı kabul edilmeyen-, ‘Seni öldüreceğim’ demişti. O da, ‘Allah sadece muttaki olanlardan kabul eder. Andolsun sen, beni öldürmek için bana elini uzatsan da ben seni öldürmek için elimi uzatmam. Ben âlemlerin rabbinden korkarım. Ben dilerim ki sen benim günahımı da kendi günahını da yüklenesin ve cehennem halkından olasın. Zalimlerin cezası budur’ dedi. Nefsi kendisini kardeşini öldürmeye yöneltti ve nihayet onu öldürdü; böylece ziyana uğrayanlardan oldu. O anda Allah bir karga gönderdi. Karga ona, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için yeri eşeliyordu. ‘Yazık bana, şu karga kadar bile olmaktan, kardeşimin cesedini gömmekten aciz miyim!’ dedi; sonunda da pişmanlık duyanlardan oldu” (el-Mâide 5/27-31).
Hepimiz çok iyi biliyoruz ki, savaşlar haklı bir nedeni olmadıkça büyük bir cinayet ve günahtır. Ama buna rağmen insanlar arasında savaşlar hep olmuş, bundan sonra da olmaya devam edecek.
Ülkeler, insanlar ve ordular arasındaki savaşların sonucu, korku, endişe ve panik gibi psikolojik ortamın nasıl yönetildiğine bağlıdır. Savaşta askerinizin, halkınızın moralini, inancını ne kadar yüksek tutabilirseniz o kadar çabuk kazanırsınız. Aksi halde ordularınız ne kadar güçlü olursa olsun yenilgi kaçınılmaz olur.
Doğal afetler, salgın hastalıklar, ekonomik, sosyal ve kültürel krizlerle ancak halkın moral değerlerinin yüksek olması ile savaşılır ve kazanılır. İşte tam da bu noktada saygın din adamlarına, eğitimcilere, doktorlara, bilim adamlarına, siyasi parti liderlerine, sivil toplum kuruluşlarına büyük bir görevler düşüyor.
Uzmanlar salgın hastalıkların üç şekilde önlenebileceğini açıklıyorlar. Bunlardan birincisi insanların bağışıklık sisteminin yani bünyesinin bu mikroba karşı dayanıklı olması, ikincisi mikrobu etkisiz hale getirecek bir ilacın veya aşının bulunması, üçüncüsü de bu virüsün kendiliğinden mutasyona uğrayıp bulaşıcı olmaktan çıkmasıdır.
O nedenle bu saldırgan virüs, bazı insanlara bulaşsa bile yıkıcı bir etki gösteremiyor. Ama bazı insanların bağışıklık sistemi mikroba karşı dayanıksız olmasından çok kötü sonuçlara ulaşabiliyor. Korona Covid-19 salgın felaketinin önlenmesi için güvenilir bilim adamlarının, doktorların önerilerini dikkate takip etmemiz ve uygulamamız gerekiyor. Alınan tedbirlere uyalım ve uymayanları uyaralım. Alınan kararlara uymak hem kendimiz, hem de yakın çevremiz için bir sosyal sorumluluk olduğu kadar bir zorunluluktur da.
İnanın, bu zor günler geçecek ve bu savaşı kazanacağız.
Sağlık, esenlik dolu güzel günler dileriz.