Acaba diyorum, vicdanlar gerçekten vicdan olsalardı ve özgür olsalardı, nasıl düşünürlerdi, nasıl hissederlerdi, nasıl konuşurlardı büyük insanlığın manzara-i umumiyesi muvacehesinde? Yani, insan olmaklığın yegane merkezi olan o ulvi, berrak ve temiz vicdan evinde, dünyayı ve içindeki tüm nimetleri öldürmüş olsalardı ve hayata da bu ruh haliyle yaklaşıp öyle bir evin penceresinden baksalardı, genel olarak nasıl görürlerdi insanlığın büyük resmini? Menfaatleri gerçeklere müreccah kılabilirler miydi, her tülü felaket muvacehesinde duyarsız kalabilirler miydi, gerçeklerin üstünü örtebilirler miydi hiçbir şey olmamış gibi, acılara üstünkörü bakabilirler miydi, yalanı yüceltip hakikati alçaltabilirler miydi, yoksulluk ve acı kokan ölümlere duyarsız olabilirler miydi, felaketler nazarında insan seçebilirler miydi mesela? Yani hakikaten uyanık bir vicdandan bahsediyorum, kararmamış ve nasırlaşmamış, üzeri örtülmemiş, öldürülmemiş bir vicdandan. Hiçbir ön kabule maruz kalmamış, saf doğasıyla var olmakta olan, mutlak kirsiz, büyük insanlığın ortak vicdanının cüzü olarak kalıp kimseye ait olmamakla yücelmiş bağımsız bir vicdandan bahsediyorum. Çıkarına göre konuşmayan, kendine göre yontmayan, yağmur yağarken küpünü doldurma sevdasına düşmeyen vicdandan söz ediyorum. Vicdan çok önemli çünkü, her şeyin membaı zira, merhametin de, oradan adaletinde ve dahi ahlakında membaı sayabiliriz onu hatta insanlığın yegane kıstası olarak bile görebiliriz, nasiyeleri ak ya da kara kılan bir merkez. Tanrı’nın evi diyebiliriz bir anlamda tabir caizse, hatta hakiki anlamıyla. Geçelim!
Yoksulluk nedir bilir misiniz? Ya çaresizlik? Hissedebiliyor musunuz? Hissiniz yüreğinizde hüzün, gözleriniz de yaş oluyor mu, derin iççekişleri yaşıyor musunuz? Düşünüyor musunuz mesela buza kesen ayazlarda ayağında yırtık terlikle, çorapsız bir şekilde mendil satan çocukların durumunu şu sıralarda? Yemin ediyorum çok gördüm böylesi çocukları ve çokta kıyaslama yaptım bu çocuklarla başka çocukları ve dışarıya haykıramadığım ne isyanlar tebeyyün etti deruni alemimde, lanet okudum soysuz ve hissiz vicdanlara. Ve çürümüş, tefessüh etmiş, canavarlaşmış insanlığın acımasız bir devrimle sarsılmasını, insanlığı mankurtlaştıran, kullaştıran, köleleştiren, sürüleştiren, nihayet vicdansızlaştıran yekpare sömürgen düzenlerin yerle yeksan olmasını istedim bir an. Ya da kaldırımda yatan evsiz, yurtsuz bir insanı düşününce ne hissediyorsunuz, adam sende deyip çekip gidiyor musunuz içinizde hiçbir his uyanmadan, aklınızla sorgulamaya tevessül etmeden? Yahut ekonomik imkanları daraldığı ya da daraltıldığı için dengesiz beslenmek zorunda kalan bir bebeğin hali nicedir hissedebiliyor musunuz? Hani hep diyorlar ya hep bir ağızdan; dengeli beslenmeliyiz diye, inanın bunun uyanık bir zihinle, aydınlık bir bilinçle, yüksek bir hissiyat, haysiyet ve şerefle, nasırlaşmamış bir vicdanla söylendiğini düşünmüyorum. Çünkü dengeli beslenmek ne demek az çok bilen bilir. Hangi vicdanla söylediğinizin, kime söylediğinizin farkında mısınız? Kimler dengeli beslenmeyi tam anlamıyla yapabilirler? Ancak çürümüş bir vicdanın sayıklamaları olabilir böylesi bir öneri. Çünkü dengeli beslenmek, dengeli bir ekonomiyi önkoşul kılar ilk evvelde. Büyük sıkıntılar, darboğazlar içerisinde kalmış insanlar nasıl dengeli beslenebilirler? İnsan evladı ve vicdanı diri olan buyursun cevap versin. Kimlerin dengeli beslendiğini de bilen bilir. Ki, zaten söyleyenler de bellidir, gören görür, görüyor. Tuzu kuru olanların söylemidir bu tür şeyler. Herkesi kendileri gibi sanan kara vicdanların söylemidir. Her yerden, her zaman, her ağızdan çıkıyor bu tür söylemler. Geçelim!
Yoksulluğun, açlığın ve ölüme direnmemin pençesinde olanlar acaba nasıl dengeli besleneceklerdir? Önerenler buyursunlar anlatsınlar da anlayalım, anlamayanlara anlatalım. Ya da buradan şöyle bir soru ve sorgulama tezahür edebilir vicdanlarda; tüm insanlığın ortak mülkü olan devasa bir dünya otağında dengeli beslenmek münhasıran muayyen zümrelerin hakları mıdır? Belki de can alıcı soru budur, bu sorudan ve sorgulamadan yola çıkarak vicdanlarımızın yol göstericiliğinde bu temel soruna karşı neler yapabileceğimiz üzerinde derinlemesine düşünmemizin yolu açılabilir. Şöyle bir şey yapılabilir mi mesela; madem devlet denilen aygıt, mazlumların korumasıdır, kompradorların külahı değildir, o zaman her şeyi tersine döndürebiliriz, çendan muayyen bir süreliğine yani bugüne kadar açlıkla boğuşmuş olanlar tokluk içinde yaşamış olanların yerini, tokluk içinde yaşamış olanlar açlıkla boğuşanların yerini alabilirler. Yapılamaz mı, hisseden vicdanlara maliksek bal gibi de yapılabilir. Şimdi politikacılar normal şartlarda zaten güçlü ekonomiye malik insanlardır değil mi? Hayır diyebilecek var mı? Zaten güçsüz olan politika mecrasına atılabilir mi? Her hâlükârda, her şartta ve koşulda mevcut yaşamalarını yine de idame ettirebilirler. Madem öyle onların maaşları ezilenlere, emekçilere, ekonomisi dar olanlara ödensin, onlarda asgari ücret alsınlar münhasıran, nihayetinde devlet hizmetini para için yapmıyorlardır herhalde öyle değil mi? Öyleyse, böyle olmasında da sakınca olmaz değil mi? Keza bunu kompradorlar içinde söyleyebiliriz, servetlerinin dörtte üçünü muayyen bir süreliğine emekçilerin, ezilenlerin hesaplarına aktarabilirler. Hem birazcık yoksul olmalarında ne sakınca olabilir ki mevcut durumlarına göre? Ki, zaten mülk aslına irca olunup, birkaç kişi arasında dönüp duran devlet olmaktan çıkıp herkesin ortak mülkü olmayacak mı nasılsa, bugünden alışmaları fena mı olur? Buyurun yapıverelim böylesi bir şeyi, ondan sonrada dengeli beslenmek nutuklarını hep birlikte çekelim.
Son tahlilde; aydınlık yarınlara başka bir vicdanla, hiçbir yere ait olmayan tertemiz, hür ve bağımsız bir vicdanla, başka bir bilinçle, başka bir cesaretle, başka bir dirençle uyanalım artık, çünkü yeni bir insan olabilmek, yeni bir hayat kurabilmek ve yeni bir dünya var edebilmek için bu olmazsa olmaz bir önkoşuldur. Başka yolda, seçenekte, tercihte yoktur.
VİCDAN...
Özgür DENİZ - 15.06.2020
Tarih: 15.06.2020
Okunma: 357
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.