Bir baba, bir çocuk, bir market, bir
tanık; baba markete girer, tek bir marul alır, küçücük çocuk ille de çikolata
ister, baba elini cebine atar ama babanın kâfi miktarda parası çıkmaz ve baba
çocuğu kıramaz, marulu bırakır çikolatayı alır, bir insan ödeyebileceğini
söyler ama teşekkür ve kayboluş. Katıksız gerçekliği olan bir hadisedir bu. Evet,
görmüyorsunuz, bilmiyorsunuz, yaşamadınız ve kim bilir hangi dünyalarda
yaşıyorlar, öyleyse dikkate değmez ve fazlada takmaya gerek yok mu? Ne
düşündünüz? Ne hissettiniz? Vicdanınız nasıl? Münferit bir hadise olarak mı
algıladınız? Olabilir mi böyle şeyler? Gayet normal mi? Sebebe matuf çözümleme
yapmaya lüzum yok mu? Empati yapılmaya değmeyecek bir durum mudur? Kanıksayalım,
içselleştirelim, lakayt kalalım ve yok mu sayalım? Nasıl bir dünya da
yaşıyoruz? İnsan olarak görevimiz nedir bizim? Gerçekten münferit olarak görsek
bile, bu tür şeylerde kendimizi mesuliyetten ari görebilir miyiz? Bu dünya
kimin, kimin bu mülk? Küçücük çocuğun kaderi midir bu? Kendileri mi böyle
istemişlerdir yoksa maruz mu kalmışlardır? Hangi sebeplerle maruz kalmışlardır?
Maruz bırakanlar kimlerdir? Akşam hangi duygularla oturuyor olacaklar
evlerinde? Baba hangi hissiyatlar içerisinde olacaktır kendi küçük dünyasında? Deruni
âleminde hangi sarsıntıları, bunalımları yaşayacaktır acaba? Milyonlarca
liralık evlerde oturanların, milyonlarca liralık arabalara binenlerin, beytülmalden
on binlerce lira maaş alanların olduğu bir dünyada, böylesi bir yaşam gerçekten
kader midir, kader midir gerçekten? Hangi gerekçeyle, hangi beyyine ile kader
diyebiliriz? Biz insan olarak bu dünyada adaletin bihakkın sağlanmasından
sorumlu değilsek neyden sorumluyuz? Halk eğmeği değil miydi adalet? Yoksa
kompradorların külahı mıydı? Böyle yaşamların olduğu bir dünya da, böylesi
yaşamları zerre miskal umursamadan, böylesi yaşamların olabileceğini
düşünmeden, umarsızca, kayıtsızca, gönlümüzün dilediğince yaşayabilir miyiz
gerçekten ve üstelikte adaletin bihakkın ikamesi uğruna onurlu bir kavga
vermeden? Adaleti hayvanlar mı egemen kılacaklar dünyaya ve hayata? Sana neyi
vereceğini sorarlar? De ki onlara; ihtiyaçtan fazlasını. Böyle bir dünyada
milyonlarca liralık ev, milyonlarca liralık araba, milyonlarca liralık
kıyaklar, milyonlarca liralık rüşvetler ve vurgunlar ihtiyaç mıdır? Bu baba bu
dünyada yaşıyorsa, bu çocuğun gönlü bir çikolataya kayabiliyorsa ve bu çocuk
bir çikolatayı zor buluyorsa ve bir çikolatayı zor bulurken asıl ihtiyaçlarını
zaten alabilme imkanı yoksa, böylesi bir dünyada dilediğince yaşamak nasıl bir
şeydir? Çürümüş insanlığınıza, çürümüş hayatlarınıza, çürümüş dünyanıza
tüküreyim! Veyl olsun! Yaşasın DEVRİM!
İnsanlık var olduğundan beri insançocukları
kadim sorunlarla baş etmeye çalışmaktadırlar. Amansız kavgalar verilmektedir bu
uğurda. Elbette böyle bir dünyada kurtuluş reçeteleri yazılıp çizilmekte ve
getirilip insanlığın önüne konulmaktadır ya da dualar edilmektedir. Ama şu
unutulmaktadır; kurtuluş, reçetelerle ve içi boş gönüllerden çıkan ve
münhasıran diller de kalan dualarla olmaz. O reçeteleri uygulayacak, o duaları
eyleme dönüştürüp tarihin akışını değiştirecek ve yeni bir dünya kuracak olan
insandır. Ama ya insan çürümüşse ne olacak? İşte en temel ve kadim sorun budur
ve diğer tüm sorunlar tali sorunlardır. Ve maalesef insan denilen varlık zaman
içerisinde bozulmuş ve çürümüştür. Bozulan, çürüyen insandan daha tehlikeli bir
varlık olamaz. Zira tüm sorunlar (((ırkçılık, doğanın kirletilmesi,
soykırımlar, savaşlar, kıtlık, sömürü, yağma, talan, açlık vb.))) bozulan,
çürüyen insanlığın eseridir haddizatında. Her yenidünya çürümüş insanın elinden
çıkmaktadır ve çürüme git gide de ivme kazanmaktadır. Bugün insanlık, çürümüş
insanın elinde vartanın kenarına gelmiş dayanmıştır. Peki, böylesi bir dünyada
insanın ödevi, gidişata ayak uydurmak mıdır yahut olayları yorumlayıp öylece
bırakıvermek midir yoksa ters giden bir şeylerin olduğunu fark edip akışın
yönünü değiştirmek midir? Değiştirebilecek gücü var mıdır, değiştirmek için ne
yapmalıdır? Yahut her sorunu doğal bir sorun olarak mı görmeliyiz, tolere
etmeliyiz ve kendi dünyamıza gömülüp dış dünyaya gözlerimizi, kalbimizi,
aklımızı, kulaklarımızı kapamalı ve öylece yaşayıp gitmeli miyiz? Sebeplerine
inip, derinlemesine çözümleme yapmamalı mıyız? Yaparsak kötülük mü etmiş
oluruz? Gerçekten çözümsüz müdür tüm sorunlar? O zaman insan kimdir, niçin
vardır ve insanın anlamı nedir? Din niye vardır, devrimlerin gayesi nedir?
Ne masal anlatıyorum ne de masal
dinleyecek haldeyim. Masallara da, nutuklara da, süslü retoriklere de karnım
öylesine tok ki, vakit hasredeceğim bir salisem bile yok. Katı, sert, acımasız
bir hayatın içindeyim ve gerçekleri tüm çıplaklığı ile ortaya koymak
zorundayım. Çendan bir insan olarak bunu yapmak zorundayım. Ki, rûz-i mahşerde
veremeyecek bir hesabım kalmasın. Hiçbir kutsalla, olguyla aldatılmaya
yeltenilecek insan da değilim. İnsandan başka bir şey olmak zorunluluğumda yok.
Bir aidiyetim olacaksa o da insanlığadır. Hiçbir kişiye, kliğe, guruba vb. ait
olmakla görevli de değilim. Hiçbir kimsenin kulu ve kölesi de değilim, böyle
doğmadım, böyle yaşamadım, böyle olmayacağım, böyle olarakta ölmeyeceğim. Münhasıran
emrolunduğum gibi dosdoğru olmak zorundayım. İnsan olmak, insan kalmak, insan
yaşamak kavgasından başka hiçbir kavgam olmadı, olamaz, badema da olmayacaktır.
Namussuzluk yapılmazsa yapılıyor demem, harama el uzatılmıyorsa uzatılıyor
demem, kul hakkı yenmiyorsa yeniyor demem, ahlaksızlık ve adaletsizlik
yapılmıyorsa yapılıyor demem, suçluya suçsuz suçsuza suçlu demem yani müfteri
olamam. Birileri böyle yapıyorsa da onu tolere edemem, kim olursa olsun, nerede
bulunursa bulunsun. Gerçek neyse odur! İnsansan insan gibi olacak, davranacak,
yaşayacaksın kardeşim. İnsanlık edebiyatı yapıp durmayacaksın. Çünkü lafla
insanlık olmuyor. Olgularla da gelmeyeceksin, olaylarına geleceksin. Çünkü
yarama merhem olacak şey olgular değil olaylarındır. Olguları diline pelesenk
edip, tiksindirici şekilde yaşıyorsan sana insan diyemem ve hayvansın demekle
de suçlu sayılamam. Ne senin mülkünde yaşıyorum ne de senin ekmeğini yiyorum.
Hepimiz halk toprağından kurulmuş aynı insanlık sofrasının etrafındayız ve
eşitiz. Eşitliği bozanın da canı cehenneme. Güçte Allah’ındır, mülkte
Allah’ındır. Ne bir mekanizmanındır ne de bir kişinindir. Öyleyse herkes
haddini bilecektir, münhasıran mustazaflar değil, müstekbirler de (((komprador
pezevenklerde))) hadlerini bileceklerdir.