ÇÜRÜYÜŞ...32...

Özgür DENİZ - 15.06.2020

Bir baba, bir çocuk, bir market, bir tanık; baba markete girer, tek bir marul alır, küçücük çocuk ille de çikolata ister, baba elini cebine atar ama babanın kâfi miktarda parası çıkmaz ve baba çocuğu kıramaz, marulu bırakır çikolatayı alır, bir insan ödeyebileceğini söyler ama teşekkür ve kayboluş. Katıksız gerçekliği olan bir hadisedir bu. Evet, görmüyorsunuz, bilmiyorsunuz, yaşamadınız ve kim bilir hangi dünyalarda yaşıyorlar, öyleyse dikkate değmez ve fazlada takmaya gerek yok mu? Ne düşündünüz? Ne hissettiniz? Vicdanınız nasıl? Münferit bir hadise olarak mı algıladınız? Olabilir mi böyle şeyler? Gayet normal mi? Sebebe matuf çözümleme yapmaya lüzum yok mu? Empati yapılmaya değmeyecek bir durum mudur? Kanıksayalım, içselleştirelim, lakayt kalalım ve yok mu sayalım? Nasıl bir dünya da yaşıyoruz? İnsan olarak görevimiz nedir bizim? Gerçekten münferit olarak görsek bile, bu tür şeylerde kendimizi mesuliyetten ari görebilir miyiz? Bu dünya kimin, kimin bu mülk? Küçücük çocuğun kaderi midir bu? Kendileri mi böyle istemişlerdir yoksa maruz mu kalmışlardır? Hangi sebeplerle maruz kalmışlardır? Maruz bırakanlar kimlerdir? Akşam hangi duygularla oturuyor olacaklar evlerinde? Baba hangi hissiyatlar içerisinde olacaktır kendi küçük dünyasında? Deruni âleminde hangi sarsıntıları, bunalımları yaşayacaktır acaba? Milyonlarca liralık evlerde oturanların, milyonlarca liralık arabalara binenlerin, beytülmalden on binlerce lira maaş alanların olduğu bir dünyada, böylesi bir yaşam gerçekten kader midir, kader midir gerçekten? Hangi gerekçeyle, hangi beyyine ile kader diyebiliriz? Biz insan olarak bu dünyada adaletin bihakkın sağlanmasından sorumlu değilsek neyden sorumluyuz? Halk eğmeği değil miydi adalet? Yoksa kompradorların külahı mıydı? Böyle yaşamların olduğu bir dünya da, böylesi yaşamları zerre miskal umursamadan, böylesi yaşamların olabileceğini düşünmeden, umarsızca, kayıtsızca, gönlümüzün dilediğince yaşayabilir miyiz gerçekten ve üstelikte adaletin bihakkın ikamesi uğruna onurlu bir kavga vermeden? Adaleti hayvanlar mı egemen kılacaklar dünyaya ve hayata? Sana neyi vereceğini sorarlar? De ki onlara; ihtiyaçtan fazlasını. Böyle bir dünyada milyonlarca liralık ev, milyonlarca liralık araba, milyonlarca liralık kıyaklar, milyonlarca liralık rüşvetler ve vurgunlar ihtiyaç mıdır? Bu baba bu dünyada yaşıyorsa, bu çocuğun gönlü bir çikolataya kayabiliyorsa ve bu çocuk bir çikolatayı zor buluyorsa ve bir çikolatayı zor bulurken asıl ihtiyaçlarını zaten alabilme imkanı yoksa, böylesi bir dünyada dilediğince yaşamak nasıl bir şeydir? Çürümüş insanlığınıza, çürümüş hayatlarınıza, çürümüş dünyanıza tüküreyim! Veyl olsun! Yaşasın DEVRİM!

 

İnsanlık var olduğundan beri insançocukları kadim sorunlarla baş etmeye çalışmaktadırlar. Amansız kavgalar verilmektedir bu uğurda. Elbette böyle bir dünyada kurtuluş reçeteleri yazılıp çizilmekte ve getirilip insanlığın önüne konulmaktadır ya da dualar edilmektedir. Ama şu unutulmaktadır; kurtuluş, reçetelerle ve içi boş gönüllerden çıkan ve münhasıran diller de kalan dualarla olmaz. O reçeteleri uygulayacak, o duaları eyleme dönüştürüp tarihin akışını değiştirecek ve yeni bir dünya kuracak olan insandır. Ama ya insan çürümüşse ne olacak? İşte en temel ve kadim sorun budur ve diğer tüm sorunlar tali sorunlardır. Ve maalesef insan denilen varlık zaman içerisinde bozulmuş ve çürümüştür. Bozulan, çürüyen insandan daha tehlikeli bir varlık olamaz. Zira tüm sorunlar (((ırkçılık, doğanın kirletilmesi, soykırımlar, savaşlar, kıtlık, sömürü, yağma, talan, açlık vb.))) bozulan, çürüyen insanlığın eseridir haddizatında. Her yenidünya çürümüş insanın elinden çıkmaktadır ve çürüme git gide de ivme kazanmaktadır. Bugün insanlık, çürümüş insanın elinde vartanın kenarına gelmiş dayanmıştır. Peki, böylesi bir dünyada insanın ödevi, gidişata ayak uydurmak mıdır yahut olayları yorumlayıp öylece bırakıvermek midir yoksa ters giden bir şeylerin olduğunu fark edip akışın yönünü değiştirmek midir? Değiştirebilecek gücü var mıdır, değiştirmek için ne yapmalıdır? Yahut her sorunu doğal bir sorun olarak mı görmeliyiz, tolere etmeliyiz ve kendi dünyamıza gömülüp dış dünyaya gözlerimizi, kalbimizi, aklımızı, kulaklarımızı kapamalı ve öylece yaşayıp gitmeli miyiz? Sebeplerine inip, derinlemesine çözümleme yapmamalı mıyız? Yaparsak kötülük mü etmiş oluruz? Gerçekten çözümsüz müdür tüm sorunlar? O zaman insan kimdir, niçin vardır ve insanın anlamı nedir? Din niye vardır, devrimlerin gayesi nedir?

 

Ne masal anlatıyorum ne de masal dinleyecek haldeyim. Masallara da, nutuklara da, süslü retoriklere de karnım öylesine tok ki, vakit hasredeceğim bir salisem bile yok. Katı, sert, acımasız bir hayatın içindeyim ve gerçekleri tüm çıplaklığı ile ortaya koymak zorundayım. Çendan bir insan olarak bunu yapmak zorundayım. Ki, rûz-i mahşerde veremeyecek bir hesabım kalmasın. Hiçbir kutsalla, olguyla aldatılmaya yeltenilecek insan da değilim. İnsandan başka bir şey olmak zorunluluğumda yok. Bir aidiyetim olacaksa o da insanlığadır. Hiçbir kişiye, kliğe, guruba vb. ait olmakla görevli de değilim. Hiçbir kimsenin kulu ve kölesi de değilim, böyle doğmadım, böyle yaşamadım, böyle olmayacağım, böyle olarakta ölmeyeceğim. Münhasıran emrolunduğum gibi dosdoğru olmak zorundayım. İnsan olmak, insan kalmak, insan yaşamak kavgasından başka hiçbir kavgam olmadı, olamaz, badema da olmayacaktır. Namussuzluk yapılmazsa yapılıyor demem, harama el uzatılmıyorsa uzatılıyor demem, kul hakkı yenmiyorsa yeniyor demem, ahlaksızlık ve adaletsizlik yapılmıyorsa yapılıyor demem, suçluya suçsuz suçsuza suçlu demem yani müfteri olamam. Birileri böyle yapıyorsa da onu tolere edemem, kim olursa olsun, nerede bulunursa bulunsun. Gerçek neyse odur! İnsansan insan gibi olacak, davranacak, yaşayacaksın kardeşim. İnsanlık edebiyatı yapıp durmayacaksın. Çünkü lafla insanlık olmuyor. Olgularla da gelmeyeceksin, olaylarına geleceksin. Çünkü yarama merhem olacak şey olgular değil olaylarındır. Olguları diline pelesenk edip, tiksindirici şekilde yaşıyorsan sana insan diyemem ve hayvansın demekle de suçlu sayılamam. Ne senin mülkünde yaşıyorum ne de senin ekmeğini yiyorum. Hepimiz halk toprağından kurulmuş aynı insanlık sofrasının etrafındayız ve eşitiz. Eşitliği bozanın da canı cehenneme. Güçte Allah’ındır, mülkte Allah’ındır. Ne bir mekanizmanındır ne de bir kişinindir. Öyleyse herkes haddini bilecektir, münhasıran mustazaflar değil, müstekbirler de (((komprador pezevenklerde))) hadlerini bileceklerdir.

Tarih: 15.06.2020 Okunma: 366

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?