Bu dünyaya gelmişiz. İnsan olarak
gelmişiz. Sarih bir durum mu bu? Olabildiğince sarih, zerre şüphe ve çelişki
yok. Normal süreç dışında bu dünyadan ayrılmamız kabil midir? Değildir ve
yaşamak zorundayız. Aksi bir durum mümkünse hadi yaşamımıza son verelim. Belki
de bazı şeylerin ruhsatı olsaydı ayrılmakta kolaylaşırdı ama yok ve yapacağımız
bir şey de yok. Öyleyse yaşayacağız ve savaşacağız, bundan başka çıkar yolda
yok. Varsa söyleyin lütfen! Dünya da zor bir yer elbette ki, yaşamakta hiçte
kolay değil. Her şey getirilip altın tepsi de önümüze konulmuyor ki. Bir şeyler
için illaki bir şeyler vermek gerekiyor, emek vermeden olmuyor ki. İnsanlığımızı
unutabilir miyiz? Olabilir bir şey olarak görülmüyor. Peki, napacağız biz?
Şöyle yapmayacağız, böyle yapmayacağız tamam, peki ne yapacağız, nasıl
yaşayacağız? Yani insan gibi değil de, hayvan gibi mi yaşayacağız? Ama her
taraftan insan gibi yaşamamız gerektiği haykırılıyor, aksi takdirde telin ediliyoruz.
O zaman nedir bu sahtekârlık, şerefsizlik? Peki, hem hayvan gibi yaşamayalım
hem de insan gibi yaşamayalım, o zaman nasıl yaşayalım? Birisi çıksın anlatsın
ki bilelim kardeşim, öyle deyil mi? İnsan gibi yaşarsak suçluyuz, hayvan gibi
yaşarsakta suçluyuz. O zaman nasıl yaşayacağımızı söyleyin bari de öyle
yaşayalım. Pezevenkliğe lüzum yok. Ne yani köle gibi yaşamamız mı isteniyor,
kulların kulu mu olalım? Böyle bir şeyin mümkünatı da yok. Hayır yani bir
yerlerde yanlış giden bir şeyler var. Her şeyin açık olması lazım deyil mi? O
zaman Allah’ı unutalım, Peygamberi bilmezlikten gelelim, Kitaba dönüp
bakmayalım, insan olduğumuzu da yok sayalım. Ama sonra da itham edilmeyelim,
lanetlenmeyelim. Bana ‘’seni şerefli halkettik’’ deniyorsa, o zaman o şereften
taviz veremem. Vereyim mi yani? Şerefsiz mi olayım? Olayım mı gerçekten? Ne
kötülük ettik tek bir insançocuğuna? Hayır, hiçbir kötülük etmedik, etmeyiz de.
Bana ne insançocuklarından. Çünkü insançocuklarıyla uğraşacak kadar bir
dakikalıkta olsa boş zamanım yok. Belki kendileriyle uğraşmamızı isteyenler
olabilir ama malayani ile iştigal edecek kadar heba edecek zamanım yok
kardeşim. Herkes işine baksın kardeşim. Şerefsizliğimiz varsa da şereflice
çıkılıp söylensin, şerefsizlik yapılmasın. Kendimle kavga ediyorum ben, bunu
bırakıpta başkasıyla kavga edemem. Çürümüş olan ama hala sağlam olduğunu sanan
sefillerden tiksiniyorum.
İnsançocukları varlık bağlamında
bakıldığında, genel olarak dünya denilen devasa yapı dâhilinde, muayyen bir
toprak üzerinde, muayyen bir toplum içinde ve bir ailede dünyaya geliyorlar.
Elbette bir geçmişleri oluyor ve bir de gelecekleri, yaşam sürecinde. Yani bir
ataları oluyor, bir de ahfadları. Ve bu yaşam dediğimiz süreçte irade dışı
merbutiyetleri olan şeyleri (((kültürleri, ecdatları, gelenekleri, görenekleri,
töreleri vb.))) kolayca terkedemiyorlar. Ki, kuşkusuz terketmeleri de gerekmez.
Çünkü insan mazisiyle insandır bir yerde. Ama her hâlükârda insan olarak
varolduklarını da nisyana terketmemelidirler. Zira tüm bu bağlı olunan şeyler
dışında bir de başka şeyler vardır, daha önemli şeyler. Mesela; yeryüzü
kanunları dışında bir de gökyüzü kanunları vardır. O kanunları mutlak
beyyinelerle getiren peygamberler vardır. Ataların yaşamları dışında bir de mutlak
hakikatler vardır. Ataların yaşamalarına alışkanlık kesbetmek hakikatlere sırt
çevirmeyi gerektirmez ama hakikatlere bağlılık ataların yaşamlarını
reddettirmeyi gerektirebilir ve icap ediyorsa reddedilmesi de iktiza eder.
Elbette burada size durun diyecekler çıkacaktır, nasıl olurda ataların
yaşamlarını terkedebilirsin diyenler olacaktır. Nerden çıktı bu hakikat denen
şey, sanki atalarınız yalan üzerinde mi yaşıyorlardı diyeceklerdir, sizin
önünüzde aşılmaz barikat olmaya çalışacaklardır. Peki, siz ne yapacaksınız
böyle bir durumda? Alışkanlıklara mı ittiba edeceksiniz yoksa hakikate mi?
Ataların yaşamları kör itaati, sorgusuz, sualsiz, koşulsuz teslim olmayı, aynı
şeyleri takip edip yapmayı dikte eder zımnen ama mutlak hakikat, bilinçli,
şuurlu, akıllı, sorulu, sorgulu, vicdanlı, merhametli, adaletli olunmasını
ister. Peki, biz hangisine uyacağız? Hangisi bizi sorumlu insan yapacaktır?
Alışkanlıklarımıza mı uyacağız yoksa mutlak hakikatlere mi? Elbette ki
hakikatlerden yana olacaktır tercihimiz. Çünkü göz göre göre yanlışların
bataklığına atamayız kendimizi. Tabi bu meyanda doğruları da mazimizden süzüp
alacağız ama yanlışları da ayıklamasını bileceğiz yani motomot her şeyi olduğu
gibi alıp yaşama aktaramayız. Zaten böyle olduğu için çürüme tezahür ediyor ya.
Çünkü eski ile yeni çatışıyor ve biz dünyalık çıkarlarımız adına eskiyi yeniye
müreccah görüyoruz. Böylece bitevi eskiden bahsedip, kallavi hamasetlerle bizi
duygusallık üzerinden avlamak isteyenlerinde tezgahlarına düşüyoruz. Velakin
herkesten böyle yapmasını, bu minvalde yaşamasını bekleyemeyiz. Kendimizi,
böyle yaparak haklı çıkaramayız. Sen yanlış yapıyorsan, yanlışlar üzerinde
yaşıyorsan, aynısını benim de yapmamı bekleyemezsin, yapmayınca da ihanetle
itham edemezsin ama ben seni ihanetle itham edebilirim, ki zaten ihanet etmiş
olursun böyle yaptığın takdirde. İhanet olmasaydı çürüme olur muydu?