Aşağıda anlatılan masalın
günümüz dünyası ve Türkiye’siyle hiçbir ilgisi yoktur. Masalda geçen tüm kişi
ve kurumlar masalîdir, yani hayal mahsulüdür.
* * *
Evvel zaman içinde, kalbur
saman içinde, Kaf Dağının ötesinde Titencirya denilen bir ülke varmış.
Yüzyıllarca süren savaşlardan
ve göçebe hayatından bıkan ahalisi geniş ve mümbit topraklar üzerinde yerleşik
hayata geçmeye karar vermiş ve geçmiş.
Ülkenin adı nereden geliyor
diye sorarsanız; rivayetler muhtelif…
Bir rivayete göre “zincir”den
geliyormuş. Buna göre, ülkede her şey, bilhassa hürriyetler ve hürriyetleri
isteyenler zincire vurulduğu için bu adı aldığı söylenir.
Başka bir rivayete göre
ülkenin idarecileri ve onlara uyan ahalinin çoğunun meşgul olduğu işler incir
çekirdeğini doldurmadığı için bu adın verildiği söylenir.
İdarecilerin halkı ve ülkeyi
tittiği için bu ismin verildiğini söyleyenler de yok değilmiş, hani!
İşte, bu Titencirya’yı 20
kişilik bir “Divan” yönetirmiş. Divan’ın yetkisi padişahın bile üzerindeymiş.
Halkın ağzı var, dili yokmuş.
Ülkenin tacir ve gezginleri
pek çokmuş. Bunlar, Kaf Dağının berisindeki memleketlerle ticaret yapar,
oraları gezer, dönüşte, gördüklerini ahaliye ballandıra ballandıra
anlatırlarmış.
Söylediklerine göre, Kaf
Dağının berisindeki ülkelerin halkları daha zengin, daha serbestmiş.
Gezginler, tüccarlar öteki
ülkeleri anlattıkça ahali de, o ülkelerdekiler gibi yaşamaya özenirmiş.
Halkta biz de zengin olmak isteriz,
biz de serbest olmak, özgürce yazıp-çizmek, konuşmak isteriz demeye, eğitim,
sağlık, iş, konfor talep etmeye başlamış.
* * *
Sesler biraz daha
ziyadeleşince, Divan toplanmış. Divan reisi, “Muhterem heyet, memlekette
olan-biteni görüyorsunuz. Hem ahalinin sayısı, hem de talepleri arttı. Böyle
giderse bu ahali Divan’da bile temsil hakkı isteriz diyebilir. Vakit tedbir
vaktidir. Ne tedbir eylersiz?” diye açılış konuşmasını yapmış.
Akşam saatlerinde başlayan
toplantı sert tartışmalar, ufuk açıcı fikirler, çay kahve, ayran, meşrubat
takviyesiyle sabaha dek sürmüş.
Şu kararlar alınmış: Halkı
yüreğinden ve beyninden tam ikiye ayıracak bir konu bulunmalıymış. Ahali o
kadar derinden bölünmeliymiş ki, ülkedeki her mesele geri planda kalmalı,
ülkeye asla hürriyet gelmemeliymiş.
Ve çare bulunmuş!
Ahalide bir “irica korkusu”
yaratılmalı ve bu korkuyu her fırsatta öne çıkaracak, onu körükleyecek bir
malzeme öne sürülmeliymiş.
Malzeme de bulunmuş!
Ülkedeki kadınların neredeyse
tamamının başı örtülüyken, kızlarının neredeyse tamamının başı örtüsüzmüş…
Bulunan çareye göre; “başörtüsü”,
kızlarda da moda olmalı ve yaygınlaştırılmalı ve başörtüsüyle mekteplere girme
talebinde bulunmalı, hatta zorla girmeye kalkışılmalıymış.
Yalnız, kızlara annelerinin
taktığı başörtüsünden farklı bir örtü takmalı, ilgi çekici olmalı, fark bir
bakışta anlaşılmalıymış.
Türbanı icat etmişler.
* * *
Memleket 6 ay gibi kısa bir
sürede gayet derin bir biçimde 2’ye ayrılmış.
“Başörtüsünü savunanlar!”
“Türbana karşı olanlar!”
Artık eğitimin niteliği,
sağlık dertleri, terör ve güvenlik meselesi, işsizlik, fukaralık, sosyal güvence,
bebek ölümleri, rüşvet ve diğer ahlâk buhranları …vs. aklınıza gelebilecek her
mesele 2., 3., 5. ve hatta 15’nci sıraya düşmüş.
Münevverler ve ahali varsa
yoksa “türban”ı ve “başörtüsü”nü konuşmuş, tartışmışlar.
* * *
Aradan yüzyıllar geçmiş.
Ahali ve münevverler(!) halâ türbanı ve başörtüsünü tartışıyorlarmış ama
sorunun nereden kaynaklandığı unutulmuş.
Divan aynen korunuyormuş,
sadece üyeleri değişiyormuş. Genellikle ölen üyenin yerine oğlu veya bir yakını geçiyormuş.
Bir gün “Başörtüsünü savunanlar”da
aklıselim galip gelmiş. İleri gelenler demişler ki, “İnadı bırakalım, şu işi
çözelim. ‘laikçi’lerin ‘türban’ dediği şekilden vazgeçelim, okulların da
kıyafet kararına uyalım.”
Mesele çözülmek üzereymiş,
ülkede bir barış ve esenlik havası esmeye başlamış.
Tam herkes ikna edilmişken,
“Başörtüsünü savunanlar”ın en önde gelenlerinden biri ahaliyi toplayıp, özeti “
Başörtüsü kadınlarımızın ve kızlarımızın namusudur. Bundan vazgeçenler dinsiz
olur!” şeklinde bir nutuk çekmiş. Nutuk çok etkili olmuş kızlar “türban”larına
yeniden ve eskisinden daha sıkı sarılmışlar.
Rivayete göre, “nutukçu”,
aslında, Divan’ın gizli adamıymış ve Divan, sorun çözülmesin diye ona haber
göndermişmiş!
* * *
Aradan yüzyıl daha geçmiş.
Bu sefer, “katı laikçi”
kesimde aklıselim hâkim olmuş. Her türlü “başörtüsü” her yere girebilir, görüşü
kabul edilmiş.
Tam her yerde barış ve
hürriyet havası eserken, “türban karşıtı” cephenin en önde gelenlerinden biri
ahaliye “Türban serbest olursa laiklik elden gider. Memleket bölünür!” diye çok
sert bir nutuk atmış ve mesele yine çözümsüz kalmış.
Yine rivayete göre, son
Nutukçu da Divan’ın gizli adamıymış ve Divan, kendisine mesele çözülmesin diye
haber uçurmuş.
* * *
Her masalın sonunda gökten 3
elma düşer ya bu masalda henüz 1 elma bile düşmemiş.
Halkın kafasına elma düşerse
şayet, zihinlerin açılacağına kesin gözüyle bakılıyormuş gayet!