Şu saf, berrak, sarih, beliğ gerçeği
mutlaka ama mutlaka derinlemesine tefekkür etmemiz, deruni âlemimizde
hissetmemiz, nihayet içselleştirmemiz ve eylemselleştirmemiz iktiza etmektedir.
Ama ilk evvelde tertil, tedebbür, taakkul ile derinlemesine çözümlememiz ve
idrak etmemiz elzemdir. Öyle alelusul çözümleyip tiksindirici bir şekilde lafta
bırakmamamız icap eder. Çünkü tüm kötülükler bu şekilde yapmalar yahut
yapmamalar neticesinde peydah olmaktadır. İşimizi namusluca yapmıyoruz, sonra
da iğreti edecek şekilde laf salatası yapıyoruz. Nedir o? ‘’Ey insançocuğu sen
kendini değiştirmeden Allah seni değiştirmez, değiştirmeyecek!’’ Misal; şöyle
bir durum oluyor, işte diyoruz ki; Allah’ım şunu, bunu (((bir mekanizma da
olabilir, insançocuğu da olabilir))) koru. Tamamda kardeş, şu, bu kendini
korumuyorsa (((ki, nasıl korumaz? Kötülük yapar, bile isteye yanlış yapar,
zulmeder vb.))) Allah korur mu onu hatta sen korur musun onu? Evet, söyle
kardeş, sen kendini korumuyorsan ya da herhangi bir mekanizma kendini
korumuyorsa yani kendinizi iyilik yönünde değiştirmiyorsanız, Allah seni, onu
korur ve değiştirir mi? Ki, birisi bana kötülük yapsa, bendeniz onu niye ve
nasıl koruyabilirim? Yemin ediyorum biraz geri zekâlıyız (((genellemiyorum)))! Yani
iğrenç, tiksindirici bir riyakârlıktır bunun adı ve riyakârlığın küfürden
yetmiş kat daha tehlikeli olduğu söylenir, biliyorsanız tabi. Bizim bitevi
uyardığımız şeyin özü-özeti de budur haddizatında. Her daim söylediklerimizin
tersini yapmamızdır. Böyle yaparken öyle tiksindirici oluyor ki insançocuğu,
resmen iğreniyorsunuz, gözünüze baka baka söylediğini yapmadığını bildiğinizde.
Güya Allah’ı kandıracaz! Keza, sen seni değiştirmeden, ne İslamcılık, Ne
Kemalizm, ne Milliyetçilik seni değiştirmeyecektir. Böyle olunca da neyi temsil
ediyorsan kendi kirini ona bulaştıracak ve onu da kirleteceksin, ki
kirletiyorsun da. Bunlarla insanlığı değiştirmek derdine düşüyoruz ama
kendimizi bile değiştiremediğimizin fevkinde değiliz. İnsanlığın karşısına
çıkıyoruz ve diyoruz ki sizi değiştirmeye talibiz. Sen daha kendini
değiştirmeden, kendini temizlemeden, arınmadan, nasıl oluyor da insanlığı
değiştiriyorsun, temizliyorsun, arındırıyorsun behey ahmak? Sen düşünceni
insanlaştır, insanlar seni mutlaka güçlendirecektir! Merak etme, insanlık fark
edilmeyecek kadar müphem bir şey değildir. Sen değişince değişecektir dünya ve
insanlık! Bu yüzden kendilerini değiştirmeyenlerden, arınmayanlardan sizleri
değiştirebileceklerine inanmayın. Onlar münhasıran sizleri aldatmaktadırlar ve
sömürmektedirler. Biz kendimizi değiştirmeden, mekanizmalar kendilerini
değiştirmeden, ne insanlık ne de tarihin akış yönü asla ve kata
değişmeyecektir. Biz değişimin, politik güçle, servet terakümüyle, apoletlerin
çokluğuyla, makamların büyüklüğüyle, dev gibi gövdeyle olabileceğini sanıyoruz
ama mutlak olarak yanılıyoruz, velakin yanıldığımızın fevkinde değiliz. Her şey
senin insan olmanla başlayacaktır ey insançocuğu yahut mekanizmanın çarklarının
adaletle dönmesiyle!
Biz, nefislerimizi (((deruni
âlemimizi))) arındırmak için değil mütemadiyen kirletmek için yaşıyoruz sanki.
Ki, aynen de öyledir ve işte çürümenin mukaddimesi de böyledir! Oysa biz
nefislerimizi arındırmak zorundayız ve ancak bu şekilde insan olabiliriz. Çünkü
insan, kötülüklerden (((zulümden, adaletsizlikten, kul hakkından, müfteri ve
müfsit olmaktan, alçakça jurnalden, ahlaksızlıktan, haksız terakümden vb.)))
korunduğu ve arındığı kadar insandır. Yahut hayvani güdülerimizi dizginlemekte
diyebiliriz. Dizginleyebiliyor muyuz, dizginlemek istiyor muyuz? Yoksa insanız
bahanesine mi iltica ediyoruz? Hayır, kötülük atına biniyoruz ve son sürat, hesapsız,
kitapsız menfaatlerimize koşuyoruz. Zaten bu yüzden ağır gelmiyor mu insan
olmak yani menfaatleri yaşatmak ve menfaatler uğruna yaşamak kolay geldiği için
ve zevk içinde yaşamak nefsimize hoş geldiği için insanlığa mugayir yaşamıyor
muyuz? Menfaatlerimize koşarken de insanlığımızı yolda bırakıveriyoruz. Mesela;
biz kötülüğü niçin yapmıyoruz? İnsanlar ayıplamasın diye mi yoksa kötülük
insancıl bir şey olmadığı için mi? Açığa çıkarsa utanç içinde kalırız diye mi
yalan söylemiyoruz yahut yalan, gerçekten büyük bir ahlaksızlık olduğu ve
insancıl olmadığı için mi? Başkasının yaptığı kötülüğü insan olduğumuz için mi
lanetleriz ya da o kötülüğü yapmaya bizim fırsatımız, imkânımız olmadığı ve yapamadığımız
için mi? Haram günah olduğu için mi el uzatmayız yoksa insanlar ayıplar diye
mi? Faraza, eğer ki, yalanı yalan söylememek namına söylemiyorsak ve şayet
bundan zarar edeceğimizi bilerekte bunu yapıyorsak ve yalan söylemediğimiz için
herhangi bir menfaatte ummuyorsak, doğruyu da kaybedeceğimizi bile bile ve keza
yine hiçbir menfaat ummadan söyleyebiliyorsak, hakeza çok şeyi de
kaybedeceğimizin farkında olarak bunu yapıyorsak işte biz o vakit arınmaya ve
nefsimizi arındırmaya, nihayet insan olmaya başlamışız demektir. İşte o gün
değişimin startının verildiği gün olacaktır. İşte o gün doğruluk güneşi altında
aydınlanacağımız günü bekleyebiliriz. Yoksa beyhude yere laf salatası
yapmayalım, riyakârlığa tevessül etmeyelim.
Hiçbir insançocuğuyla aynı düşünmek
gibi bir zaruretim, mecburiyetim yoktur ama düşüncelerimin gerçekçi ve nesnel
temellerle mütenasip olması, mecburiyetin ve zaruretin muktezasıdır. Kimsenin
rengine bürünmek zorunda değilim, kimseye rengimi vermek gibi bir hakkımda
yoktur. Mühim olan gerçekçiliktir ve nesnelliktir. Şayet bir fikir ne kadar
nesnel ve gerçekçi ise ancak o zaman o fikre eyvallah edilebilir hatta o fikir
benimsenebilir ama hiçbir kimsenin bu temeller üzerinde serdedilmeyen bir fikre
eyvallah etmek ve o fikri benimsemek gibi bir zorunluluğu olamaz. Binaenaleyh,
her daim gerçekçi ve nesnel olmaya çalışıyorum. Çünkü argümanlarımın
cerhedilmesinden hazzetmem. Ki, zaten cerhedilecek fikirler serdetmek bir yerde
bile isteye yalan ve yanlış konuşmaktır, yaşamaktır. Böyle bir şeye de ne
hakkım ne de salahiyetim vardır, çendan ruhum ruhsat vermez böylesi mugayir bir
eyleme. Zira insanca duruşumu bozamam ve insanlığa mugayir hareket edemem, daha
da mühimi insanlığı aldatacak kadar alçalamam, aldatan alçaklardan olamam,
yalanlarla insanlığı oyalayamam ve yönlendiremem, hatta yalanlarla insanlığın
yaşamak sevincini gasp edemem (((gerçi aldatılmaktan insanlığın kendisi de
bizatihi mesuldür, suçludur, çünkü aldatılmayabilir istenildiği takdirde, zira
akıl verilmiş, herhalde o akıl, aldatana takıl diye verilmedi))). O zaman
durmam gerektiği gibi durmamış ve duruşumu bozmuş olurum, velakin duruşumu
bozmamam, çünkü bu; ruhumun kati ve kesin direktifidir. Zira derdim sorun
olmak, sorun çıkarmak, sorunlar yumağı oluşturmak değil, nihai sonuca
ulaştıracak çözümlerin odağı olabilmektir. Bu sebeple de istikamet üzere olmam
çözümün odağı olmam için önkoşuldur. Beni tutsak edecek laflar etmektense, hem
bendenizi hem insanlığı özgürleştirecek sözler sarfetmenin insanlığa daha seza
olduğunu düşünüyorum. Bilakis zaten herhangi bir kötülükten şekva etmeye de
hakkım olamaz. Kötülükten şekva ediyorsam da, kötülük üretecek yollar açamam. Hülasa;
kimseye bana inanın diyemem, hayatım boyunca şüphe ettim, sordum ve sorguladım,
herkesin de şüphe etmesini, sormasını ve sorgulamasını sonsuzcasına
önemsiyorum. Çünkü ilk evvelde insanlığın sonra da özgürlüğün yolu buradan
geçmektedir!