Normal şartlarda her şeyin iki yüzü vardır değil mi? Yani bir
fiziği, bir de metafiziği, bir teni, bir de tini. Normal bir akılla bunun
aksini ifade etmek kabil midir? Değildir, çünkü gerçek budur. Masivaya dair her
şey böyledir bu âlemde. Hani hep derler ya madalyonun iki yüzü vardır diye, o
misal. Ve şeyleri asıl gösteren, şeylerin gerçek değerini ortaya çıkaran,
görünenin içinde olan ama görünmeyendir yani şeylerin ruhudur yani şeylerin varlıklarını
ayakta tutanıdır. Bunun da zıttı yönde söz etmek muhaldir. Zira gerçek budur. Çünkü
ruhsuz bir şeyin gövdesinin pekte ehemmiyeti yoktur. Hayvanın içinde olan ama
görmeyen velakin ona can veren, onun hareketinin muharriki olan şeyi aldığınız
zaman hayvanın varlığından yani canlılığından söz edemezsiniz. Bir otomobilin
motorunu çıkarında yürütünde görelim. Şerefsiz bir insanın varlığının hiçbir
ehemmiyeti yoktur, şeref dediğimiz şey de işte o görünmeyen şeyin büyüklüğü
neticesinde tezahür eden ama yine görünmeyen fakat hissedilen şeydir. Yahut
bugün inşa edilmiş bir eserle, asırlar önce inşa edilmiş bir eser aynı
kalibrede olamaz. Normal akıl bunu söyler, doğru mu? Aksini iddia eden buyursun
izahını yapsın, bizde eyvallah edelim. Normal şartlarda muayyen maddelerin ve
materyallerin bir araya gelmelerinin neticesinde tezahür etmiş bir yapıdır
Ayasofya. Yani onu da bir insan eli yapmıştır ve o da bir toprak üzerinde
yükselmektedir. Zevahire baktığınız zaman kuru duvarlardan müteşekkil bir yapı
gibi görünür, hayatınız boyunca gördüğünüz diğer yapılar gibi, altı üstü bir
beton yığını diyebilirsiniz yani. Ama tarihi boyutu vardır ve işte o tarihi
boyut onun ruhu olduğuna işaret eder. Ve emin olun ki, içine girdiğiniz andan
itibaren o tarihselliği sizi baştanbaşa sarar, çoook gerilere gidersiniz bir
anda ve aklınıza neler gelir neler, isimler, fetihler, Fatih’le birlikte
karşısında ona karşı savaşanlar, o kutsal mekâna girip çıkmışlar ve daha neler
neler, deruni âleminizde duyumsarsınız bunu. Çünkü asırları kucaklamaktadır,
nice badirelerden geçerek varlığını bugüne kadar ulaştırmıştır. Baştanbaşa
tarih kokusu vardır her zerresinde. Tarihselliğini anlatacak değilim, herkes
istediği yerde istediği gibi o yönünü tetkik edebilir. Kimlerin eli değmiştir
ona, duvarlarına kimlerin teri, yaşı, kanı karışmıştır kim bilir. İşte bu
asırlık tecrübedir ki, çağları görmüşlüktür ki, fetihlerin gözdesi olmuşluktur
ki, onu ulvileştirmektedir, bir anıt misali yükseltmektedir. Evet, bir savaş
neticesinde ele geçirilmiş, mülk edinilmiştir ama savaş, insanlık tarihinin bir
gerçeğidir. Elbette savaşlar olmasın, insanlar ölmesin, çocuklar gülsün isteriz,
velakin maalesef hayat isteklerimize göre yürümüyor. Yani bugün bir savaş olsa
ve İstanbul ele geçirilmiş olsa Ayasofya’nın aynı şekilde kalmasının, kalabilir
olmasının garantisini kim verebilir ya da aksini yapacak olanı durdurabilecek
tek bir güç var mıdır yahut durdurmak isteyecek tek bir güç mevcut mudur, bilakis
tüm güçler birleşip istedikleri yönde bir mahiyet mi kazandırırlar? Öyleyse
böylesi bir durumu da makul karışılmak zorunda kalıyoruz. Ki, sen evine bir
eşya alsan, o eşya da daha önceden birine ait olmuş olsa ve tüm insanlar o
eşyayı gelip görseler ve spontane bir sahiplenme hissi doğsa ona karşı herkeste
ve sonra deseler ki; bu eşya hepimizindir ve sen onu istediğin gibi
kullanamazsın, ne dersiniz böylesi bir durumda, nasıl aldığınız aklınıza gelir
mi ya da ben aldım bunu kardeşim ve bu artık benim ve benim evimde yani evimde
bulunan ve evime benim getirdiğim şeyi nasıl olurda kullanmamın önüne barikat
koyabilirsiniz, hem evimde olacak hem de ona el süremeyeceğim, böylesi bir şey
kabil midir diye itiraz etmez misiniz? O zaman burasının benim evim olmasının,
o eşyanın benim tarafımdan alınmış olmasının ve benim evimde bulunmuş olmasının
ne anlamı kalır diye sormaz mısınız? Mantık kaideleri usulüne göre çözümleme
yapalım ve rasyonaliteye göre düşünelim lütfen. Yani Osmanlı padişahı olan
Fatih Sultan Mehmet almış, tamam bir fetih neticesinde, bir savaş sonunda almış
ama almış, böylesi bir şey tarihte ne ilktir ne de son olmuştur. Ve üstelikte o
fethe önderlik edenin, o fethin tahakkukuna tanıklık edenin, o fethe kurbanlar
vermiş olanın vasiyeti vardır. Şimdi Fatih Sultan Mehmet bir Osmanlı
padişahıdır doğru mu? Yani bu milletin tarihinin bir ismidir, bu milletin
ecdadıdır. Doğru mu? Osmanlı’yı da, yönetenlerini de, halkını da tenkit
edebilirsiniz velakin gerçeklik bambaşka bir şeydir. Ki, tenkitler bile o
gerçeklikler bağlamında yapılabilir ancak. Öyle değil mi? Karşınızda bir şey
olması gerekir ki, o şeye karşı bir şey söyleyebilesiniz. Şimdi Osmanlı bu
toprakların mazisidir, Fatih Sultan Mehmet bu mazinin çok önemli bir
şahsiyetidir, Ayasofya’da o mazinin çok önemli bir sembolüdür. Osmanlı’dan kalan
bu topraklarda yine o tarihin çocukları yaşamaktadır, Fatih Sultan Mehmet’te
vasiyetini bu topraklarda yaşayanlardan başkasına yapmamıştır herhalde değil
mi? Ayasofya da bu topraklardadır ve bu topraklara aittir değil mi? Konjonktüre
göre, haklı sebeplerle, muayyen konumlandırmalara maruz kalmıştır ister
istemez. Ama bu demek değildir ki, her zaman aynı konumda kalmaya mahkûm
olacaktır. Ki, önceki konumda konumlandıranlarda kuvvetle muhtemel bugün
olsaydılar yine ilk konumuna döndürmekte tereddüt etmezlerdi. Yani, kimseyi
yaptığı şeyle itham edemeyiz, farklı bir şekilde tanımlayamayız. Hayır, böylesi
bir şey eşyanın tabiatına mugayirdir ama onun ruhunu incitecek şekilde onu
kullanmakta tarihi sorumluluğa mugayir bir eylemdir. Yani Ayasofya, bir şal
değildir her şeyi örten yahut başka şeylerin görünmemesine vesile kılınacak. Bu
Ayasofya’nın ruhuna ihanet olur. Olan şey çok normal bir şeydir ve çoooktan
olması gereken bir şeydi de. Yani olağanüstü bir durum mevzubahis değildir. Binaenaleyh
herkesin olabildiğince hassasiyetli, hissiyatlı, şahsiyetli ve mesuliyetli
olması iktiza etmektedir. Çünkü insanlar gibi, nesnelerinde değeri düşer.
Öyleyse ne kendimizin ne de nesnelerin değerini düşürmeyelim, her şeyi yerine
göre değerlendirelim ve her şeye yerine göre davranalım. Çünkü taş yerinde
ağırdır diye bir söz vardır. Ağırlığı olmayanın anlamı da, kıymeti de kalmaz. Ağırlığını
düşürdüğümüz her şeyin ağırlığının altında kalırız. Bir şeyleri bizi kaldıracak
şeyler olarak görmek sonsuz yanlıştır. Mahiyet olarak aynı şeylerin filhakika
birbirilerinden farkının olmadığı da gerçektir, kalıp olarak farklılık ayrıdır,
bir düne biri bugüne aittir münhasıran ve düne ait olan elbette farklı
olacaktır.
Hoş geldin kadim Ayasofya! Selam olsun aziz ve kadim ruhuna.
Hissediyorum, neler hissettiğini.