Dinleyin, anlayın ve yapın abicim. Geçelim! Hem öğretmenlerin
öğrencisi oldum bu hayatta hem de öğretmenler dünyasına yakın oldum hep. Bu
yüzden öğretmenin kim, öğretmenliğin ne olduğu hakkında az çok fikrim vardır.
Öyle sığ ve basit fikirlerde değildir, olabildiğince derin fikirlerdir. Değeri
var mıdır? Ne zaman olmuştur ki? Umurumda mıdır? Olsaydı kendime üzülürdüm.
Yazılsa kitap olurdu. Binaenaleyh boş, ucuz, basit ve sığ laflara karnım
toktur. Dolu ve en gerçek sözleri söyleyebilecek kadar da gücüm yoktur. Velakin
öğretmenlerin samimi, dürüst ve sonucu olan eylemlere ihtiyaçları vardır. Birde
kendi aralarında birliğe ve birbirlerine saygıya, sevgiye. Burada da mümkün
olduğunca kısa bir özet geçmeye çalışacağım. Dünyada vicdanı en derin olan,
merhametinin sonu olmayan yegane varlıktır öğretmen. Özünde paha biçilemez bir
mücevher gibidir öğretmen. Yapmamayı yapamayan dünyadaki yegane varlıklardır
onlar. Dokunuşları hayatın her evresinde kendini hissettirir. Bir ruh yapıcısı
ve tamircisidir o. Çölleşen beyinlere rahmet gibi inendir o. Ama öyle midir?
Hep verir ama hiç alamaz, çünkü hayat artık gelip bu kerteye dayanmıştır. Damla
damla erir ama tükenişi hiç umursanmaz. Her zaman, her yerde, her şartta ve
koşulda, tatilinin bile en zevkli anında öğrencisi yanındaymış gibidir, onu
illaki düşünür, düşünmeden edemez. Bugün hiçbir yere gitmeye kifayet edecek
puanı alamayanların tercih etmek zorunda kaldıkları bir meslektir öğretmenlik
maalesef. Bu yüzden de ilk baştan kabul etmektedirler, zaten hayat içerisinde
reva görüldükleri ve reva görülecekleri durumu. Ellerinden bir şey gelmez.
Zaten nicesi de talim ettikleri mesleklerine hasretle yaşamak zorunda
kalmaktadırlar. Nicesi de ücretli köleliğin kıskacında yaşam savaşı
vermektedirler. Kendi dünyalarında bile birbirlerinden farklı konumda yaşamaya
mahkum edilmişlerdir. Elbette suçlu onlar değillerdir. Öğretmenler içinde
mesleğinin icabına göre hareket etmeyen varsa da bunun suçlusu kendisi
değildir, ilk evvelde onu yetiştiren sistemin ta kendisidir suçlu. Elbette kendisinin
de suçu vardır ama asıl suçlu kendisi değildir. Çünkü onun yetiştirildiği
sistemin çarkı bozuktur, bozuk çarktan da doğru insan çıkmaz kolay kolay,
çıkıyorsa da bu o bozuk çarktan doğru olarak çıkanın kendi gayret ve çabasının
sonucudur. Ki, çok kez de hayatın en önemli aktörleri ve tartışmasız en gerçek
katalizörleri olan öğretmenler üzerine baya da yazdım. İyi bir öğretmen dünyayı
değiştirebilecek bir öğrenci yetiştirebilir. Elbette bir öğretmenin tedrisinden
geçmekte olan bir evlat sahibi olsaydım, bu yazı çok başka bir seyir izlerdi,
olabildiğince sert olabilirdi. Çünkü evladımı yetiştiren bir insanın, insanlık
dünyasının en saygın insanı olduğunu varsayarak mahkum olduğu yaşamı hak
etmediğini düşünürdüm, ki yine de düşüncem budur. Ama suhuleti ve sükuneti
kaybetmeyeceğim. Kimdir, nedir abi öğretmen? Işıktır abi ışık. Beyinleri
aydınlatan, ruhları terbiye eden, gövdeleri tesviye eden insanlığın en gerçek
mimarı, yaşamın en hakiki sanatkarıdır. Öğretmen her şeydir ama bir hiç
konumuna indirgenmiştir. Fakat buna rağmen bile onun her zaman yattığı yerden
kazandığı dillere pelesenk edilmiştir ve temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp
getirilip önüne konulmuştur. Dahasını söylemeye dil varmıyor, gönül elvermiyor.
Hatta az ücretin mahkumu olmasının arka planında bile böylesi bozuk bir algının
ve inancın olduğu söylenir. Ne kadar onur kırıcı bir bakış açısıdır ama altı
üstü öğretmendir işte, onuru mu olurmuş. Zaten dikkate alındığına da şahit
olunmamıştır hiçbir zaman. Oysa Prof. Doktor Ali Fuat Başgil’in fevkalade bir
sözü vardır; “bir madenci 24 saat kazma sallayıp 1 saat dinlense yorgunluğu
geçer ama bir öğretmen 1 saat çalışıp 24 saat dinlense yine de dinlenemez,
çünkü kazma sallayanın bedeni yorulur ama düşünenin ise beyni ve beynin
yorgunluğu bedenin yorgunluğuna benzemez.” Peki bu sözü gerçekten algılayıp
anlayan kaç kişi vardır şu alemde? Eylemler gösteriyor ki, tek bir kişi bile
yoktur. Münhasıran laf üretmekte pek mahiriz. Üstat Nurettin Topçu’yu teğet
geçiyorum, bilakis kaldıracak gövde göremiyorum. Bugün öğretmenin durumundan
gerçekten memnun muyuz? Hiç sorduk mu onlara; nasıl yaşıyorsunuz, keyfiniz
yerinde mi diye? Ne mümkün, sormaya cesaretimiz mi vardır ki? Onlar eylem
bekliyorlar ama bol laf yiyorlar, lafla da karın doymuyor, teker dönmüyor, gemi
yürümüyor ki be abi. Lütfen öğretmenlere hak ettikleri saygıyı gösterelim,
onları layık oldukları konuma yükseltelim, hayatlarını iyileştirelim. Ne acıdır
ki, ücretten bahsedilince, hemen hazır cevap oluveriyoruz; hayatta paradan daha
değerli şeylerde var diye. Tamam o zaman, siz de o değerli şeylere değer verip,
aldığınız ücretlerden vazgeçin lütfen, yoksa boş konuşmayın abicim. Eylem yoksa
söz hükümsüzdür. Bugün öğretmenin hakkı tüm kalbimle ve bilincimle ve tüm
değerlerim üzerine yemin ederim ki en az 10.000 (((ON BİN))) TL dir. Bu da
mevcut koşullar içinde geçerlidir yoksa gerçek hakkı bunun en az beş katıdır.
En yüksek ücreti almaları gereken insanlardır onlar ama en düşük ücrete layık
görülmektedirler. Handiyse yoksulluk sınırında yaşam sürme çabasındadırlar.
Niçin imtina ediyoruz haklarını vermekten? Sonra da bol bol kallavi nutuklar
çekiyoruz. İnanıldığını mı düşünüyorsunuz? Çaresizlik sadece. Çünkü eli mahkum.
Yazık, günah, hak. Lütfen bir dakika bile geçirmeden yapılması gereken neyse
yapalım. Yapamaz mıyız? Bal gibi de yaparız. Öğretmen mutlu değilse, insanlığın
mutluluğu hayal bile olamaz. Bu insanlık ödevidir. Gerisi laf-ı güzaftır. Neyse
suhuleti ve sükuneti bozmayalım. Ama son söz olarakta; kalbimizdeki isyanın
tarifi yok biline diye söyleyelim.
ÖĞRETMEN...
Özgür DENİZ - 22.07.2020
Tarih: 22.07.2020
Okunma: 576
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.