EMEK, ÜRETİM, DEĞİŞİM...

Özgür DENİZ - 16.09.2020

İnsan, olduğu yerde sabit kalmak için doğmadı. İnsana hareket kabiliyeti verildi, o kabiliyetle faaliyetler ortaya koyması sağlandı ve o faaliyetleri yönlendirecek ve yönetecek yetileri mündemiç olan organlar verildi kendisine. Böylece fasılasız olarak kendisini yeniden yaratmasının yolu açıldı. İnsan her gün yeniden yaratır kendisini. İnsanın durması olanaksızdır. Çünkü durduğu an yok olur. İnsan böylesi muazzam bir varlıktır. İşte bu yüzden de kendi kaderini kendisi çizebilen bir varlıktır. Başkalarının önünde eğilmemesi gereken, başkalarının aklıyla hareket etmemesi gereken, başkalarına kulluk ve kölelik yapmaması gereken, aklının ışığıyla ve kalbinde ki sevgiyle yolunu bulması gereken bir varlıktır. Hatta hiçbir şey böylesi bir erek için yani olduğu yerde öylece kalması için var olmadı. İnsanın öylece olduğu yerde kalması için gizli bir mücadele içinde olanlar, insanın sırtına kene gibi yapışmış ve onun kanını emmekte olanlardır. İnsan, sırtındaki tüm keneleri söküp atmalıdır. Birlikte varolmak için birlikte hareket etmek önkoşuldur, bu yüzden varlık dünyasında ki her şey aynı anda hareket ederek hem varolurlar hem de birbirlerinin varolmalarına müzahir olurlar. Varlık dünyasında hareket etmeyen hiçbir şey yoktur, hareket eden her şeyde değişim içindedir. Hareket değişimi tetikler, değişim de tüm varlık dünyasıyla uyum sağlayabilmenin yolunu açar. Çünkü varolmak demek değişmek demektir. Değişim olgusuna olumlu olumsuz olarak bakılmamalıdır. Değişim olgusunun, olgu olarak gerçekliğinden söz ediyoruz. Yani değişim gerçekliktir. Varlığın özü değişimdir. Varlık âleminde her şey değişerek yok oluşa karşı direnç gösterir. Ancak ölüler değişimden muaftırlar. Elbette her şey varolduğu vetire içerisinde değişim gösterir, yok oluşla birlikte değişim olgusu da anlamını yitirir ve her şey kuşkusuz yok olacaktır da. Çünkü her şeyin bir varoluş zamanı vardır. Artık değişmeyecek duruma gelen bir şey yerini değişme gücünü bünyesinde barındırana bırakarak yok olur gider. Bilakis dünya üç günde yok olurdu, içindekilerle birlikte. Ancak yok olan şeyler değişmez, var olan her şey ise değişmek zorundadır. Çünkü hareket eden değişir. Doğma, büyüme, gelişme, olgunlaşma, nihayet ölme ve yeninin doğuşu; hayat bir döngüdür. Miadı dolan her şey yerini yenisine bırakarak sahneden çekilir. Bilakis toplu yokoluş kaçınılmaz olurdu. Çünkü her şey değişimle yenilenir ve böylece şeyler varolmaya devam ederler. İnsanlık aşama aşama terakki kaydetmiştir ve her terakkinin arka planında üretimin biçim değiştirmesi vardır. Münhasıran insan değildir değişen, doğa da değişir, istekler ve ihtiyaçlar da değişir, maddi olanaklarda değişir. Tüm bu değişim aşamalarında emek ön plandadır. Çünkü emeksiz hiçbir şey olmaz. Zaten varoluşun özünde emek mayası vardır. Bu yüzden de emek ile değişim arasında dolaysız bir ilinti vardır. Üretme yetisi kaybolanın varlıksal anlamı da kaybolur. Çünkü ürettikçe var olunur, var olundukça üretilir. Emeksiz de üretim olmaz. Şeyler arasındaki ilişkileri belirleyen de üretimin biçimidir. Çünkü insanlığın ulaştığı her düzeyin gerisinde bulunan itici güç üretimdir. İnsan nasıl üreten bir varlıksa, üretimle birlikte insan da yeniden üretilir. İnsan toplumsal bir varlık olduğu gibi toplumda insani bir bütünlüktür. Toplumsal olan insana ait olanı belirler. İnsani olanda toplumsal olanı etkiler. Üretim biçimi haddizatında toplumun bütünlüğünün izdüşümü olan bir şeydir ve tek tek tüm insanları kuşatır. Ta ki insanın bilincine etkide bulunabilen bir güce sahiptir. Dahası hayatın tüm boyutlarındaki öznel düşünceleri bile etki altına alan, dönemsel olarak o düşünceleri tayin eden, toplumda egemen olan üretimin biçimidir. Üretim biçimi değiştiği vakit, düşüncelerin ve yaşamın istikametinin de değiştiği inkâr edilemez bir durum haline gelecektir. İnkâr ile görünen hayat yok edilemez. Üretimin özü de emektir. Ama zamanda o üretimin içinden bir piç doğar; sermaye. Sermaye emeğin çocuğudur ama kendisinin varoluş sebebi olan emeği yutarak palazlanır. Emek her zaman daha fazlasını yaratır ama sermaye emeğe hiçbir zaman saygı duymaz. Emeğin ortaya çıkardığı fazlalık sermayenin gücünün asıl kaynağını oluşturur. Üretimin fazlasıyla beslenip obezleşen sermaye, sürekli kendisini doğuranı yiyerek palazlanır ve tüm hayatı kontrolü altına alarak yolunda ki engelleri yok etmeye çalışır. Sermaye, fazla emeğin üretiminin neticesinde ortaya çıkar ama bunun böyle olduğunu her zaman gözlerden saklar. Sermaye emeğe göstermelik bir saygı duyar ve göstermelik saygıyla gasp ettiği fazlalığı gizlemeye çalışır. Emeğe görece bir özgürlük ve bağımsızlık sunuyormuş gibi görüntü vererek emeği kendisine kopmayacak şekilde nasıl bağımlı hale getirdiğini gizler. Bu şekilde insanları pasifize ederek, kendisine tabi kılar. İtiraza belki yol verir ama isyana geçit vermez. Yani konuşun ama konuşmalarınız sizi harekete yönlendirmesin der. Çünkü bilir ki, bir şeyi varlıksal alana çıkaran söz değil praksistir yani pratiktir yani iştir, eylemdir. Sermayenin de en korktuğu şeylerdir bunlar. İnsanların yaşamında belirleyici olan şey üretim faaliyetleridir. Çünkü üretim faaliyetleridir ki, insanın varlığını görünür kılar ve insanı yeniden ve yeniden üretir. Toplum yaşamı dediğimiz şey haddizatında pratiğin ta kendisidir. Dünyadaki en büyük güç; insan gücüdür. İnsan gücü küçümsenemeyecek şekilde yücedir ve etkilidir. Bu yüzden de o gücü bitevi etkisiz kılmaya çalışan bir dünya düzeni ile karşı karşıyayız. Gücümüzü onurlu bir şekilde ortaya koyduğumuz zaman, lanet düzeni çökerteceğiz ve bizim haklarımıza el koyanları layık oldukları yere göndereceğiz. Biz gücümüzü ortaya çıkaralım, dünyamızdan çıkması gereken her şey kendiliğinden çıkıp gidecektir, dünyamıza gelmesi gereken her şey kendiliğinden çekip gelecektir. Ama iş; bizim gücümüzün farkına varmamızda, o gücü ortaya çıkarmamızda ve o gücü güçler haline getirmemizdedir.

Tarih: 16.09.2020 Okunma: 351

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?