Bir insantekini düşünün. Mutlak
günahsız, mutlak hatasız, mutlak masum olarak doğuyor değil mi? Yani yaşayacağı
dünyaya tertemiz geliyor. Toplumun en küçük nüvesi olan ailenin üyesi oluyor,
dünya hakkında bilgi sahibi olan ve toplumla tanışıklık kesbetmiş bir yapının
yani. Ama büyüdükçe toplum diye devasa bir canavarla birebir tanışıyor.
Tedricen kirlenme başlıyor. Zira içinde bulunduğu toplumun yaşam serüvenine
iştirak ediyor ve her adımda doğal gözlem yapıyor, etkileme ve etkilenme
sürecine dâhil oluyor. Süreç içerisinde adeta bir canavara dönüşüyor. Şimdi
böylesi bir durumu münhasıran insantekine izafe edebiliriz. Evet, insanteki
kendisini koruyabilir belki ama bu hiçte kolay bir şey değildir. Çünkü insan
bir can sahibidir ve her adımın da toplumun kuşatması altındadır, handiyse tüm
hayatını belirleyen ögeler; toplumdan neşet eden olgulardır, normalardır,
formlardır ve bitevi kendini bunlara göre ayarlamak zorundasındır. Duyguları,
düşünceleri mündemiçtir insanteki varoluşu mucibince yani her boyutuyla etki
altında kalmaya daha fazla açık olandır ve üzerinde ki etkiyi kuvvetli
hissedendir. Keza ziyadesiyle acizdir, zayıftır, muhtaçtır topluma nazaran. Binaenaleyh,
bir taraftan içinde bulunduğu toplumu etkilerken, diğer taraftan içinde bulunduğu
toplum tarafından etkilenmektedir. Yani o bir toplum yaratımında etkin bir
konumda iken, toplumda onu yaratmaktadır bir yerde. Tabi burada devasa
yapısıyla toplum daha öne çıkmaktadır. Çünkü tüm mekanizmalar üzerinde egemen
olan toplumun kendisidir ama insanteki bir çarkın tek dişlisi kadar bile
belirleyici değildir. Yani etkisi olabildiğince zayıf kalırken, etkilenmesi
oransal anlamda daha kuvvetlidir. Peki,
böylesi bir durumda, bizler, toplum, insantekinin hizmetinde olmalıdır mı
diyeceğiz yoksa insanteki, kendisine bünyesinde yer açan, onu tedricen yaratan
ve yaşamasına olanak sağlayan topluma kurban mı olmalıdır diyeceğiz? Elbette
toplum ve onu tümel anlamda ifade eden yani en üst düzeyde hegomanik bir güç
olarak karşımıza çıkan devlet dediğimiz şey insantekinin hizmetine amade
olmalıdır, bilakis insanteki devlete kurban edilmemelidir. Burada şöyle bir
detayda spontane tezahür etmektedir; bir insan, devlete, ki bir nevi çendan
güvenliğini temin eden mekanizmaya kurban edilmiyorsa, başka hiçbir yapıya
hiçbir koşulda ve şartta zaten kurban edilemez, edilmemelidir ama edilmekte
istenmektedir. Ki, insanteki, zaten iktiza eden zamanda, koşulda ve şartta
vatana kurban olmaktadır ve üstelikte bu kurban olma durumu gönüllülük esasına
dayanmaktadır, bir de onu metazori kurban etmenin anlamı yoktur ve bu ahlaki ve
adilde değildir, insani de.
Bu dünya, içine doğan her canın evi
değil midir? Her can belki bir ev içine doğmaktadır ama doğduğu evde bir ev
içinde değil midir ve birisi öznel bağlamda evi iken diğeri nesnel bağlamda evi
değil midir? Doğal olarakta içine doğduğu ailedeki daha önce doğanlarla kardeş
olduğu gibi doğduğu evin içinde olduğu ev olan dünya evinde doğanlarda kardeşi
değil midir? Öyleyse herkes herkesi kardeş bilmeli değil midir? Kim kardeşine
kötülük edebilir? Peki, nedir bu düşmanlık, nedendir? Herkese ait olan bir evi
münhasıran kendininmiş gibi algılayıp, orada kafasına göre yasalar çıkarıp,
insanlara doğdukları evi zindan etmenin kime ne faydası vardır? İnsanları nefes
alamayacak hale getirmek kime ne fayda sağlayabilir acaba? Tüm insanlar kardeş
oldukları bilinciyle kenetlenip birleşik güç olup yine kendi içlerinden çıkmış
olan ama kendilerine ihanet yolunu intihap eylemiş bulunan ve zalimlikle
varolma yolunu tercih eden kardeşlerine karşı aşılmaz bir barikat olmalı değil
midirler? Hangi olgu, hangi değer zulmü hoşgörüyle karşılamamızı makul
gördürtebilir bize? Biz zalime ne kadar dik başlı olacaksak, mazlum karşısında
da başımızı o derece eğmeli değil miyiz? Herkesin hakkının olduğu bir evin
arazisinde o hakkı hak bilip hak sahibine teslim etmeli değil midir ve tüm
haklara çökmek isteyene geçit vermemeli değil midir? Niçin herkese ait olan bir
evde, kula kulluk olsun ve kölelik hüküm sürsün? Orada ki her bir insanteki toprağında
yaşadığı evin sahibidir ve kendi başına bir sultandır orada? Çünkü insanteki
dünyanın sultanıdır. İnsanlık tarihi sürecinin büyük bölümünde zalimler
atlarını sürmüşler insanlık toprağında dilediklerince. Mazlumların da sırtlarına
yapışmışlar kan emici bir kene gibi. Ve kanları dökülmüş boyun eğmeyenlerin. Peki,
niçin hep böyle sürüp gitsin, insanın kaderi midir bu? Geçen günler bizim
değilmiş ama niçin gelecek günler bizim olmasın? Niçin hakkımızı bilip, bizden
alanlardan istemeyelim? Niçin gülenler biraz beklemesinler de bizler gülenler
olmayalım artık? Niçin halklar hür, insanlar bağımsız olmasınlar? Artık dünya
zalimlerin değil insanların dünyası olmalı değil midir? Herkes verdiği emeğin,
döktüğü terin ve yaşın karşılığını almalı değil midir? Herkes birbirini kardeş bilmeli
ve birlikte eğlenip birlikte gülmeli değil midir? Böylesi günleri görmeli ve
gördükten sonra ölmeli değil miyiz hepimiz? Niçin görmeden ölelim? Hangisini
kader kılmalıyız kendimize?