Sorunun nereden kaynaklandığını
bilmezseniz çözüm üretemezsiniz. Bu yüzden ilk evvelde sorun nedir, nereden ve
nasıl neşet etmektedir tespit edeceksiniz ki (((ki, bunda da olabildiğince
samimi, ciddi ve namuslu olmalısınız))), nasıl, ne şekilde giderileceği yönünde
çözümler üretilebilsin. Ama buna cesaretiniz olmalıdır! Bir fabrikanın
elektriği sürekli gidiyorsa ve işler sürekli aksıyorsa, durmadan atan şarteli
mi kaldırıp durursunuz yoksa sorunun ne olduğunu tespit etmek için tahkikat mı
yaparsınız sorunu temelli ortadan kaldırmak için? Elbette temelli çözüme
başvurmamız icap eder değil mi normal işleyen mantığa göre? Ama öyle olmuyor
işte. Böyle yapan tek bir kişi var mı? Bendeniz göremiyorum maateessüf. Bilakis
kendi ellerimizle bile isteye sorunları üreten bizleriz. Çünkü sorunlar varsa
biz varız. Sorun ortadan kalktığında bizim varlığımızın da anlamının
kalmayacağını biliyoruz. Bir de çözümün kaynağı olan akıl bağımsız olacak ki,
gerçekçi çözüm önerileri ortaya konulabilsin. Akıl akıldan üstündür diye bir
şey vardır ama o bir şey bu dünyada yoktur. Çünkü bu dünyada fazla akıl, işleri
şirazesinden çıkarır diye düşünüyoruz yani bencilliği tercih ediyoruz. Her şeyi
ben bilirim ya da biz biliriz modunda hareket ediyoruz. Çendan böylesi bir şey
bizde yok maalesef. Bizler alelade yaşıyoruz, günü kurtarma odaklı yaşıyoruz.
Bu yüzden de sorunlara odaklanmıyoruz. Çünkü faniyiz ve bu fani dünyada
maişetimizi temin edecek maddiyata muhtacız (((elbette gerçekte böyle bir şey
olamaz, olmamalıdır ama oluyor işte))). Öyleyse gerektiği kadar maddiyatı
biriktirmeliyiz ilk evvelde değil mi? Yani derdimiz çözüm üretmek değil birikim
yapmak olmalı diye düşünüyoruz. Bu yüzden de hiçbir zaman kalıcı çözümlere
yönelmiyoruz. Sorunlar birikiyor ve gün gelip altından kalkamaz hale gelince
güya çözmek istiyormuşuz gibi davranıyoruz ama artık vakit o vakit olmuyor. Binaenaleyh,
bitevi kaybedenler oluyoruz. İşte bu sebeple insanın hür ve bağımsız olması
sonsuz mühimdir. Çünkü insan, insana tapıncı bırakınca ve bağımsız kalınca ve
bağımsız kararlar almaya başlayınca, dünyaya bakışı daha bir başka oluyor,
göremediklerini görüyor, duyamadıklarını duyuyor, hissedemediklerini
hissediyor, düşünemediklerini düşünüyor ve yeniden insanlığını hatırlıyor ve
adeta yaşama yeni doğmuş gibi oluyor. Ondan sonra da sorun nedir, çözüm ne
olmalıdır daha berrak algılıyor. Her şeyin başı temiz niyet, samimiyet,
ciddiyet, özetle insaniyet! O da bizde yok…
Lütfen düşünelim! Bir insan göz göre
göre boynuna acımasızca basılıyor ve öldürülüyor yahut başka şekillerde. Böyle
bir hakkı var mı herhangi bir insantekinin? Senin vermediğin, senin olmayan,
seninle hiçbir ilgisi de bulunmayan ve üzerinde zerre tasarruf sahibi olmadığın
bir şeyi hangi hakka ve hukuka istinaden yok edebilirsin? Bu dünyanın kralı yok
ki, kölesi de bulunsun! Öldürenin vermediği can öldüren tarafından yok
ediliyor. Nasıl bir cürettir bu? Kimsin sen pezevenk, babanın evinde misin,
aldığın canı sen mi veriyorsun, kaderleri tayin hakkı mı verildi sana, dizayn
etmeye tevessül ettiğin dünyada münhasıran sen mi yaşıyorsun? Sonradan, olmuş
bir kere denilip sıyırılabilinecek bir durum mudur bu? Bir canı almanın muayyen
sebepleri olabilir elbette ama iş olsun diye de cana kastedilmez değil mi?
Kastedildiğinde neler olunacağı tahmin edilemez mi? Kuşkusuz edilir, belki de
tepki zihinde ölçülüp biçilmektedir ve ona göre bir etkide bulunulmaktadır. Sırf
dünya menfaati uğruna böylesi alçakça bir işe tevessül edilebilir mi, edene ne
denir? Bir insan kardeşinizin canına taammüden kastedildiğinde ne yaparsınız?
Öylece susup oturur musunuz? Bir şekilde tepkinizi ortaya koyarsınız değil mi?
İnsani bir şeydir bu. Tıpkı herkese ait olan bir tarlada herkesin ölümüne
çalıştığı halde hiçbir şey alamayıpta, birilerinin hiç çalışmadan çalışanların
ürettiklerinin üzerine konması sonucunda öylece susup oturamayacağınız gibi.
Birilerinin dünyasına gelmedim ki, birilerinin kulluğunu tolere edeyim yahut
birilerinin nefislerinden fışkıran ve menfaatlerini temin etmeleri için
teşekkül ettirilen yasalarına boyun eğeyim. Öyle değil mi ama? İnsan öyle bir
kıskaca alınıyor ki, nefes alamaz hale getiriliyor ama yine de deniyor ki,
tahammül etmelisin. Peki, niçin ve nasıl ama ve kim için kime? İnsan onuru diye
bir şey yok mudur? İşte Faşizmin ve Kapitalizmin dünyası böyle bir dünyadır,
şiddetten beslenirler, terden, kandan, yaştan, emekten beslenirler, ezdiklerine
her türlü uygulamayı reva görürler ama yine de ezilenlere seslerini
çıkarmamalarını öğütlerler. Yani ben seni öldürebilirim ama sen itiraz
edemezsin. Velakin asıl yaptıkları şey şudur arka planda; önce şiddete
yönlendirirler, şiddete başvurulduğunda da hemen suçlarlar ve yok etmeye
yönelirler. Yani kendisi hiçbir zaman suçlu olmaz, suçlu hep karşısında
duranlar olur. Kimin dünyası lan bu dünya! Bırakmayacağız!