SADECE DÜŞÜNÜN...17...

Özgür DENİZ - 26.09.2020

Din, doğal hayatın kendisi olduğu için, insan zihniyle üretilmediği için, kendi ilkeleri kendi doğasından varlık sahnesine çıktığı andan itibaren mevcut olduğu için çelişkiler barındırmıyor ama İdeolojiler yapay hayatın üretimleri olduğu yani insan düşünceleriyle üretildiği için, ilkeleri de yine doğuşundan sonra insan tarafından belirlendiği için çelişkiler barındırıyor ve temel sorulara cevap vermekte aciz kalıyor ve tüm insanlığı da kuşatamıyor. Çünkü iki kanatlı insanı tek kanatlı olarak görüp ona göre anlamaya çabalıyor, velakin anlayamadığı ve tıkanıp kaldığı yerde zorlamalara gidiyor ve kendince tanımlama yapıyor, yaptığın tanımlama üzerinden farazi hayatlar dikte ediyor ama dikte ettiği hayat dikte edilenin üzerine uymuyor ve burada çatışma başlıyor. Bu yüzden de halk toprağında insanlık sofrasında olay boyutunda sürekli tezatlar tezahür ediyor. Çünkü şu insana göre doğru olan bu insana göre doğru olmuyor ama din herkese göre doğru oluyor ve herkese kendi doğrusunu üretmeyi değil herkes için ortaya koyduğu doğrunun herkes tarafından kabul edilmesini istiyor, çünkü kendi doğrularıyla sahneye çıkıyor herhangi bir insanın doğruları ile değil. Tabi bu kimseyi taassuba sevk etmemelidir. Dinin ne olduğu, neyi önerdiği çok iyi anlaşılmalıdır. Dini kendi aklımızla anlamalı, kendi kalbimizle hissetmeliyiz. Dini birilerinin ellerine verip, onların yoğurup şekillendirmesine bırakmamalıyız. Öyle olduğu zaman böyle bir hayatla karşı karşıya kalıyoruz. Dinin bireysel olduğu ama toplumu hedeflediği sarf-ı nazar edilmemelidir. Dinden yeni üretimler yapıp, o üretimler ekseninde dinden kopup yeni insan üretmeye yeltenilmemelidir. Ama bizim yaptığımız bundan başka bir şey değildir. Biz dinin özünden korkan insanlarız, her kesimimizle, bahusus din kulvarında olanlarımız. Çünkü gerçek din, tüm din tüccarlarının oyunlarını, tezgâhlarını, martavallarını faş ediverecektir. Çünkü bu dünyada geçerli bir şey vardır; madde. Binaenaleyh, değerler umurumuzda bile değildir, hatta değerlerin yozlaşmasından kazandığımız için onları tahrif ederek sunmakta bir beis görmemekteyiz. Peki, ihaneti kime yapmaktayız? İşte asıl bu yazıktır, günahtır, ayıptır. İnsanın ve toplumun hakkını nasıl ödeyeceksiniz Tanrı aşkına? Vallahi ödeyemeyeceksiniz! Çünkü herkesin gövdesi zerre boşluk kalmamacasına başkalarının hakkıyla lebaleptir. Bu hakkı nasıl ödeyecekler gerçekten merak ediyorum. Zira bu dünyada din aracı kılınarak yenilen haklarını hesabını kimse tutamaz. Yaşadığımız dünyada din afyondan başka bir şey değildir ve insanlık dinle afyonlanarak uyuşturmakta, sömürülmekte, hakkını aramasının önünde barikat oluşturulmaktadır. Dini düşüncede yenilenme olmadan insanlığın iflah olmayacağı muhakkaktır. Çünkü mevcut dinle olmasının imkânı yoktur, zira mevcut din indirilmiş olan gerçek din değildir. Gerçek dini de din sahibi iddiasında olanlar değil, başka kulvarlarda görülenler yaşamaktadırlar. Bugün din sahibi olduğunu iddia edenlerin sorusu yoktur, sorgulama yapabilecek mesabede değillerdir, akıllarını tatile göndermişlerdir, kuru biatten, sadakatten, eğilmekten başka yaptıkları hiçbir şey yoktur. Haklarını ve insanlık onuruna yaraşır yaşama arzularını bir tarafa atmışlardır. Dini öğrenmekten korkmaktadırlar. Din sahibi oldukları sanrısıyla ahlak ikinci plana atmakta tereddüt etmemektedirler. İnandıklarını söyledikleri adaletle dolu bir kitapları vardır ama adaletten behreleri yoktur. Tüm bunlar ise cehaletin acı meyveleridir.

 

İnsan fasılasız bir doğuş sürecine tabidir. Gerçektir de mi bu? Her uykuyla ölmekte, her uyanışla yeniden doğmaktadır. Bu da gerçek de mi? Çünkü uyuduğunuz zaman sanki ruhunuz uçuvermiş gibi olmakta ve gün doğumunda eğer yaşamak hakkınız varsa yeniden gelip gövdenize konuvermektedir. Varlığın garip tecessümlerinden biridir bu. Belki hayatın tantanası içerisinde fark etmemekteyiz bunu ama fark etmediğimiz bir şey yok anlamında değildir. Nice şeyleri de fark etmiyoruz belki ama hepsi de vardır o fark edilmeyen şeylerin. Binaenaleyh, her bir insanteki her gün yeni bir insanteki gibi olmaktadır. Böyle bir şeyde insanın kendisini sürekli geliştirmesine, yeniden yaratmasına olanak tanımaktadır. Bu durum haddizatında belki de insana yeni bir hak bahşeden, kendisini kontrol etmesini sağlayan, her şeye yeniden başlamasına imkân tanıyan bir durumdur. Peki, bunu ne kadar becerebilmekteyiz? Hayır, maalesef bunu becerebilen insanlar değiliz. Bilakis, her yeni gün, ölen günü aratmaktadır.  Niye peki? Çünkü her yeni güne eski insan olarak başlamakta ve öylece bitirmekteyiz o günü. Yeni günle yeni bir insan olamıyoruz. Adeta canlı bir hayatın içinde ölücanlar olarak varolmaktayız. Mesela; içine doğduğumuz, içinde yaşadığımız, kendisince etkilendiğimiz toplumu ne kadar etkileyebilmekteyiz? O toplumda bir sünger miyiz yoksa katalizör müyüz? Biz sürekli emiyoruz ve emdiklerimizle biçimleniyoruz ama emdiklerimizi temizleyip yeniden geri dönüşüme sunamıyoruz ve etkide bulunamıyoruz. Ondan sonra da her şeyden şikâyet ediyoruz. Gerçi şikâyette etmiyoruz, gayet memnunuz her şeyden. Çünkü şikâyet bile bir bilinci, farkındalığı, asaleti önkoşul kılar. Tıpkı bizim her gün yeniden doğduğumuz gibi, bizimle ilgili olan her şeyde her gün yeniden doğmaktadır. Bunu ne kadar algılayabilmekteyiz acaba? Hayatımızı hep eskiye göre dizayn ediyoruz ve yolumuzu eski olan belirliyor. Ve o yolda hep tökezliyoruz. Niye? Çünkü yol yeni ama araçlar eski. Yeni yolda eski araçla gidilir mi, gidilse bile nereye kadar gidilebilir? Tarihimiz kafamıza göre uydurduğumuz tarih, dinimiz atalar dini, yolumuz madde yolu, yönümüz ranta doğru. Ondan sona hedefe vasıl olacaz öyle mi? Oluruz…

Tarih: 26.09.2020 Okunma: 402

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?