Din, doğal hayatın kendisi olduğu
için, insan zihniyle üretilmediği için, kendi ilkeleri kendi doğasından varlık
sahnesine çıktığı andan itibaren mevcut olduğu için çelişkiler barındırmıyor
ama İdeolojiler yapay hayatın üretimleri olduğu yani insan düşünceleriyle
üretildiği için, ilkeleri de yine doğuşundan sonra insan tarafından
belirlendiği için çelişkiler barındırıyor ve temel sorulara cevap vermekte aciz
kalıyor ve tüm insanlığı da kuşatamıyor. Çünkü iki kanatlı insanı tek kanatlı
olarak görüp ona göre anlamaya çabalıyor, velakin anlayamadığı ve tıkanıp
kaldığı yerde zorlamalara gidiyor ve kendince tanımlama yapıyor, yaptığın
tanımlama üzerinden farazi hayatlar dikte ediyor ama dikte ettiği hayat dikte
edilenin üzerine uymuyor ve burada çatışma başlıyor. Bu yüzden de halk
toprağında insanlık sofrasında olay boyutunda sürekli tezatlar tezahür ediyor. Çünkü
şu insana göre doğru olan bu insana göre doğru olmuyor ama din herkese göre
doğru oluyor ve herkese kendi doğrusunu üretmeyi değil herkes için ortaya
koyduğu doğrunun herkes tarafından kabul edilmesini istiyor, çünkü kendi
doğrularıyla sahneye çıkıyor herhangi bir insanın doğruları ile değil. Tabi bu
kimseyi taassuba sevk etmemelidir. Dinin ne olduğu, neyi önerdiği çok iyi
anlaşılmalıdır. Dini kendi aklımızla anlamalı, kendi kalbimizle hissetmeliyiz.
Dini birilerinin ellerine verip, onların yoğurup şekillendirmesine
bırakmamalıyız. Öyle olduğu zaman böyle bir hayatla karşı karşıya kalıyoruz. Dinin
bireysel olduğu ama toplumu hedeflediği sarf-ı nazar edilmemelidir. Dinden yeni
üretimler yapıp, o üretimler ekseninde dinden kopup yeni insan üretmeye
yeltenilmemelidir. Ama bizim yaptığımız bundan başka bir şey değildir. Biz
dinin özünden korkan insanlarız, her kesimimizle, bahusus din kulvarında
olanlarımız. Çünkü gerçek din, tüm din tüccarlarının oyunlarını, tezgâhlarını,
martavallarını faş ediverecektir. Çünkü bu dünyada geçerli bir şey vardır;
madde. Binaenaleyh, değerler umurumuzda bile değildir, hatta değerlerin yozlaşmasından
kazandığımız için onları tahrif ederek sunmakta bir beis görmemekteyiz. Peki,
ihaneti kime yapmaktayız? İşte asıl bu yazıktır, günahtır, ayıptır. İnsanın ve
toplumun hakkını nasıl ödeyeceksiniz Tanrı aşkına? Vallahi ödeyemeyeceksiniz! Çünkü
herkesin gövdesi zerre boşluk kalmamacasına başkalarının hakkıyla lebaleptir. Bu
hakkı nasıl ödeyecekler gerçekten merak ediyorum. Zira bu dünyada din aracı
kılınarak yenilen haklarını hesabını kimse tutamaz. Yaşadığımız dünyada din
afyondan başka bir şey değildir ve insanlık dinle afyonlanarak uyuşturmakta,
sömürülmekte, hakkını aramasının önünde barikat oluşturulmaktadır. Dini düşüncede
yenilenme olmadan insanlığın iflah olmayacağı muhakkaktır. Çünkü mevcut dinle
olmasının imkânı yoktur, zira mevcut din indirilmiş olan gerçek din değildir. Gerçek
dini de din sahibi iddiasında olanlar değil, başka kulvarlarda görülenler
yaşamaktadırlar. Bugün din sahibi olduğunu iddia edenlerin sorusu yoktur,
sorgulama yapabilecek mesabede değillerdir, akıllarını tatile göndermişlerdir, kuru
biatten, sadakatten, eğilmekten başka yaptıkları hiçbir şey yoktur. Haklarını ve
insanlık onuruna yaraşır yaşama arzularını bir tarafa atmışlardır. Dini öğrenmekten
korkmaktadırlar. Din sahibi oldukları sanrısıyla ahlak ikinci plana atmakta
tereddüt etmemektedirler. İnandıklarını söyledikleri adaletle dolu bir kitapları
vardır ama adaletten behreleri yoktur. Tüm bunlar ise cehaletin acı
meyveleridir.
İnsan fasılasız bir doğuş sürecine
tabidir. Gerçektir de mi bu? Her uykuyla ölmekte, her uyanışla yeniden
doğmaktadır. Bu da gerçek de mi? Çünkü uyuduğunuz zaman sanki ruhunuz uçuvermiş
gibi olmakta ve gün doğumunda eğer yaşamak hakkınız varsa yeniden gelip
gövdenize konuvermektedir. Varlığın garip tecessümlerinden biridir bu. Belki
hayatın tantanası içerisinde fark etmemekteyiz bunu ama fark etmediğimiz bir
şey yok anlamında değildir. Nice şeyleri de fark etmiyoruz belki ama hepsi de
vardır o fark edilmeyen şeylerin. Binaenaleyh, her bir insanteki her gün yeni
bir insanteki gibi olmaktadır. Böyle bir şeyde insanın kendisini sürekli geliştirmesine,
yeniden yaratmasına olanak tanımaktadır. Bu durum haddizatında belki de insana
yeni bir hak bahşeden, kendisini kontrol etmesini sağlayan, her şeye yeniden
başlamasına imkân tanıyan bir durumdur. Peki, bunu ne kadar becerebilmekteyiz?
Hayır, maalesef bunu becerebilen insanlar değiliz. Bilakis, her yeni gün, ölen
günü aratmaktadır. Niye peki? Çünkü her
yeni güne eski insan olarak başlamakta ve öylece bitirmekteyiz o günü. Yeni
günle yeni bir insan olamıyoruz. Adeta canlı bir hayatın içinde ölücanlar
olarak varolmaktayız. Mesela; içine doğduğumuz, içinde yaşadığımız, kendisince
etkilendiğimiz toplumu ne kadar etkileyebilmekteyiz? O toplumda bir sünger
miyiz yoksa katalizör müyüz? Biz sürekli emiyoruz ve emdiklerimizle
biçimleniyoruz ama emdiklerimizi temizleyip yeniden geri dönüşüme sunamıyoruz
ve etkide bulunamıyoruz. Ondan sonra da her şeyden şikâyet ediyoruz. Gerçi
şikâyette etmiyoruz, gayet memnunuz her şeyden. Çünkü şikâyet bile bir bilinci,
farkındalığı, asaleti önkoşul kılar. Tıpkı bizim her gün yeniden doğduğumuz
gibi, bizimle ilgili olan her şeyde her gün yeniden doğmaktadır. Bunu ne kadar
algılayabilmekteyiz acaba? Hayatımızı hep eskiye göre dizayn ediyoruz ve
yolumuzu eski olan belirliyor. Ve o yolda hep tökezliyoruz. Niye? Çünkü yol yeni
ama araçlar eski. Yeni yolda eski araçla gidilir mi, gidilse bile nereye kadar
gidilebilir? Tarihimiz kafamıza göre uydurduğumuz tarih, dinimiz atalar dini,
yolumuz madde yolu, yönümüz ranta doğru. Ondan sona hedefe vasıl olacaz öyle
mi? Oluruz…