SADECE DÜŞÜNÜN...19...

Özgür DENİZ - 28.09.2020

Gerçek şu ki, tarihi doğru okumayı beceremedik, dini özüne uygun bir türlü okuyup idrak edemedik. Bizi tarihin belirleyici gücü kılabilecek iki önemli olguya sahibiz ama neye sahip olduğumuzdan bihaberiz. Bu olguları basit, süfli dünyevi arzu ve hırslarımız için hallaç pamuğu gibi savuruyoruz ve kendimizde bir oraya bir buraya savruluyoruz. Bir türlü yerimizi, yolumuzu, yönümüzü bulup geleceğe yönelemiyoruz. Dini hurafe yığınına indirgedik, tarihi de hamasete sıkıştırdık. Ama ne tarihi gerçekten idrak edip övündüklerimiz gibi olabildik ne de dini gerçekten idrak edip hakkıyla hayata yansıtabildik. Sadece ve sadece tarihten ve dinden kazandık, bu olgular sayesinde masa edindik, kasa doldurduk, payelerle donandık. Başka da bir halt etmedik. Yansıttığımız haliyle de herkesi bu iki olguya muhalif hale getirdik. Ne yaptığımızın farkına da maalesef bir türlü varamadık. Çünkü bu iki olguya istinat edenler olarak kör kütük cahildik. İnsanları icbar ile ikna edeceğimizi sandık her daim ama icbarın insanları sahip olduklarından yüz çevirmeye mecbur bıraktığını bir türlü algılayıp anlayamadık. Her iki olguyu da günü kurtarma aracı derekesine düşürdük. Yarınımızı belirleyecek, insan üretecek, istikbali şekillendirecek, dünya platformunda hak edilen yeri sunacak iki olguyu maalesef bihakkın istimal edemedik, olguları düşürünce kendimizde düştük ve elan da bocalıyoruz. Birilerinin hoşumuza giden şeyler söylemesi bizi yanıltmasın, o söylemler kasti söylemlerdir, aynı yerimizde bizleri saydıracak ve aynı yolda bizi yürütemeye devam ettirecek söylemelerdir. Velakin kim kaybetmektedir? Ama biz neyi kaybettiğimizi bilmediğimiz gibi, neye sahip olduğumuzu bilemeyecek kadar da körüz. Gerçi sahip olduklarımızı bilseydik, belki kaybettiklerimizi de bilebilir ve kaybetmemek için elimizden geleni yapardık. Her şey varıp akla istinat ediyor işte. Ah o akıl, bir kez uçup gittiği vakit bir daha geri dönüpte uçup gittiği yere konmuyor işte. Çünkü kendisi uçup gitmiyor, adeta metazori kovuluyor hem de tahkir ve tezyif edilerek kovuluyor. Eee, böyle aşağılanarak kovulan da kovulduğu yere döner mi bir daha?

 

Politikamız meflûç. Dinimiz meflûç. Milliyetimiz meflûç. Ekonomimiz meflûç. Eğitimimiz meflûç. Aile yapımız meflûç ve meflûç olmayan hiçbir şeyimiz yok. Hepsi de, ne acıdır ki söylemesi; vahşi kapitalizm tarafından beslenmektedir ve böyle olunca da vahşi kapitalizmin hadimidir. Çünkü nereden besleniyorsan, hizmetin oraya olacaktır. Zira insan beslendiğidir ve kendisini besleyen yere mugayir yönde yürümez ve olgular da besleyicilerinin istedikleri yönde şekillenir, biçimlenir, nihayet olaylaşırlar. Mezkûr olguların her birini mahiyetleri minvalinde eylemselleştirirken felsefi bir altyapıya göre eyelemselleştirmiyoruz. Hepsini sığ bir şekilde algılıyor, anlıyor ve menfaatimiz yönünde nasıl kullanabiliriz, kullanışlı hale getirebiliriz diye bakıyoruz ve o yönde yorumluyoruz, yorumladığımız gibi biçim veriyoruz. Her birini insanın huzuru ve mutluluğu yolunda araç olmaktan çıkarıp amacımız haline getirmişiz ve insanlığımızı bunlar için harcamaktan imtina etmez hale gelmişiz. Yani insanı yüceltmek ve yükseltmek için bunlar araç olmalıyken, bunları amaç bilmiş ve bunlar tavassutu ile insanı alçaltmışız, mezellete ve meskenete mahkûm kılmışız. Yani her biriyle ancak insanları aldatmayı, avutmayı, uyutmayı becerebilmişiz, tersini yapacağımız yönde. Hepsini amaç kıldığımız için hepsi uğruna insanı harcamışız, tüketmişiz, nihayet düşürmüşüz. Kaldırmayı da düşünmüyoruz. Hiçbirisini mahiyetine mütenasip işlevsel kılmaya tevessül etmiyoruz, hepsini ontolojik mahiyetine mugayir istimal ediyoruz. Bu yüzden de ders almaktan ariyiz. Her dönem hepsini günübirlik çıkarlarımıza kurban veriyoruz. Bunlar uğruna da insanları kurbanlar eyliyoruz. Bu kadar tecrübeye, kültürel hamuleye, bireysel teşebbüse ve çabaya, bilgi birikimine rağmen, hiçte hak ettiğimiz mevkide değiliz. Çünkü hakiki anlamda ne aradığımızı bilmiyoruz. Eğer ki, ne aradığımızı bilseydik, nereye gittiğimizi de bilirdik ve nasıl gideceğimizi de planlamış olurduk. Olguları da bu minvalde namusluca istimal ederdik. İşin özünde mezkûr olgulara dair sahici bir bilgimiz yoktur, sahici bilgimiz olmayınca da onurlu eylemler ortaya koymak için mezkûr olguları bir merdiven gibi kullanmaktan aciz kalıyoruz. Zira bilgi, varolmak, ayakta durmak, yarınlara dair planlar yapmak isteyen insanlar, toplumlar, devletler için, tüm alanlarda yeniden yapılanmak için olmazsa olmaz bir önkoşuldur. Ama bizimde bilgiyle işimiz yoktur değil mi? Bizim, elimizin altında ki hazineyi bile merak edecek halimiz yoktur öyle ya. Neye yaramaktadır ki bilgi, huzursuz, mutsuz, rahatsız kılmak haricinde? Şimdi durduk yere huzursuz, mutsuz ve rahatsız olmanın âlemi nedir ki, öyle değil mi? Aynen öyle, katılıyorum, devam…!!!

Tarih: 28.09.2020 Okunma: 454

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?