Gerçek şu ki, tarihi doğru okumayı
beceremedik, dini özüne uygun bir türlü okuyup idrak edemedik. Bizi tarihin
belirleyici gücü kılabilecek iki önemli olguya sahibiz ama neye sahip olduğumuzdan
bihaberiz. Bu olguları basit, süfli dünyevi arzu ve hırslarımız için hallaç
pamuğu gibi savuruyoruz ve kendimizde bir oraya bir buraya savruluyoruz. Bir
türlü yerimizi, yolumuzu, yönümüzü bulup geleceğe yönelemiyoruz. Dini hurafe
yığınına indirgedik, tarihi de hamasete sıkıştırdık. Ama ne tarihi gerçekten
idrak edip övündüklerimiz gibi olabildik ne de dini gerçekten idrak edip
hakkıyla hayata yansıtabildik. Sadece ve sadece tarihten ve dinden kazandık, bu
olgular sayesinde masa edindik, kasa doldurduk, payelerle donandık. Başka da
bir halt etmedik. Yansıttığımız haliyle de herkesi bu iki olguya muhalif hale
getirdik. Ne yaptığımızın farkına da maalesef bir türlü varamadık. Çünkü bu iki
olguya istinat edenler olarak kör kütük cahildik. İnsanları icbar ile ikna
edeceğimizi sandık her daim ama icbarın insanları sahip olduklarından yüz
çevirmeye mecbur bıraktığını bir türlü algılayıp anlayamadık. Her iki olguyu da
günü kurtarma aracı derekesine düşürdük. Yarınımızı belirleyecek, insan
üretecek, istikbali şekillendirecek, dünya platformunda hak edilen yeri sunacak
iki olguyu maalesef bihakkın istimal edemedik, olguları düşürünce kendimizde
düştük ve elan da bocalıyoruz. Birilerinin hoşumuza giden şeyler söylemesi bizi
yanıltmasın, o söylemler kasti söylemlerdir, aynı yerimizde bizleri saydıracak
ve aynı yolda bizi yürütemeye devam ettirecek söylemelerdir. Velakin kim
kaybetmektedir? Ama biz neyi kaybettiğimizi bilmediğimiz gibi, neye sahip
olduğumuzu bilemeyecek kadar da körüz. Gerçi sahip olduklarımızı bilseydik,
belki kaybettiklerimizi de bilebilir ve kaybetmemek için elimizden geleni
yapardık. Her şey varıp akla istinat ediyor işte. Ah o akıl, bir kez uçup
gittiği vakit bir daha geri dönüpte uçup gittiği yere konmuyor işte. Çünkü
kendisi uçup gitmiyor, adeta metazori kovuluyor hem de tahkir ve tezyif
edilerek kovuluyor. Eee, böyle aşağılanarak kovulan da kovulduğu yere döner mi
bir daha?
Politikamız meflûç. Dinimiz meflûç.
Milliyetimiz meflûç. Ekonomimiz meflûç. Eğitimimiz meflûç. Aile yapımız meflûç
ve meflûç olmayan hiçbir şeyimiz yok. Hepsi de, ne acıdır ki söylemesi; vahşi kapitalizm
tarafından beslenmektedir ve böyle olunca da vahşi kapitalizmin hadimidir.
Çünkü nereden besleniyorsan, hizmetin oraya olacaktır. Zira insan beslendiğidir
ve kendisini besleyen yere mugayir yönde yürümez ve olgular da besleyicilerinin
istedikleri yönde şekillenir, biçimlenir, nihayet olaylaşırlar. Mezkûr
olguların her birini mahiyetleri minvalinde eylemselleştirirken felsefi bir
altyapıya göre eyelemselleştirmiyoruz. Hepsini sığ bir şekilde algılıyor,
anlıyor ve menfaatimiz yönünde nasıl kullanabiliriz, kullanışlı hale
getirebiliriz diye bakıyoruz ve o yönde yorumluyoruz, yorumladığımız gibi biçim
veriyoruz. Her birini insanın huzuru ve mutluluğu yolunda araç olmaktan çıkarıp
amacımız haline getirmişiz ve insanlığımızı bunlar için harcamaktan imtina
etmez hale gelmişiz. Yani insanı yüceltmek ve yükseltmek için bunlar araç
olmalıyken, bunları amaç bilmiş ve bunlar tavassutu ile insanı alçaltmışız,
mezellete ve meskenete mahkûm kılmışız. Yani her biriyle ancak insanları
aldatmayı, avutmayı, uyutmayı becerebilmişiz, tersini yapacağımız yönde.
Hepsini amaç kıldığımız için hepsi uğruna insanı harcamışız, tüketmişiz,
nihayet düşürmüşüz. Kaldırmayı da düşünmüyoruz. Hiçbirisini mahiyetine
mütenasip işlevsel kılmaya tevessül etmiyoruz, hepsini ontolojik mahiyetine
mugayir istimal ediyoruz. Bu yüzden de ders almaktan ariyiz. Her dönem hepsini
günübirlik çıkarlarımıza kurban veriyoruz. Bunlar uğruna da insanları kurbanlar
eyliyoruz. Bu kadar tecrübeye, kültürel hamuleye, bireysel teşebbüse ve çabaya,
bilgi birikimine rağmen, hiçte hak ettiğimiz mevkide değiliz. Çünkü hakiki
anlamda ne aradığımızı bilmiyoruz. Eğer ki, ne aradığımızı bilseydik, nereye
gittiğimizi de bilirdik ve nasıl gideceğimizi de planlamış olurduk. Olguları da
bu minvalde namusluca istimal ederdik. İşin özünde mezkûr olgulara dair sahici
bir bilgimiz yoktur, sahici bilgimiz olmayınca da onurlu eylemler ortaya koymak
için mezkûr olguları bir merdiven gibi kullanmaktan aciz kalıyoruz. Zira bilgi,
varolmak, ayakta durmak, yarınlara dair planlar yapmak isteyen insanlar,
toplumlar, devletler için, tüm alanlarda yeniden yapılanmak için olmazsa olmaz
bir önkoşuldur. Ama bizimde bilgiyle işimiz yoktur değil mi? Bizim, elimizin
altında ki hazineyi bile merak edecek halimiz yoktur öyle ya. Neye yaramaktadır
ki bilgi, huzursuz, mutsuz, rahatsız kılmak haricinde? Şimdi durduk yere
huzursuz, mutsuz ve rahatsız olmanın âlemi nedir ki, öyle değil mi? Aynen öyle,
katılıyorum, devam…!!!