Shakespeare ne isabetli söz söylemiş
gerçekten, tam on ikiden vurmuş hedefi; ‘’sanki cehennem boşalmış ve
şeytanların hepsi buraya toplanmışlar.’’ Belki de bu dünyada ki gerçek sorun
budur. Çünkü dünya bir cehennemse (((ki, zerre farkı yok, insanlık alev alev
yanmaktadır))), bu cehennemi bir yaratan ya da olduğu yerden bulunduğumuz yere
taşıyan birileri de olmalıdır değil mi? İşte bu dünyayı şeytanlar ablukaya
almışlar ve her köşe başına da bir barikat kurmuşlar, insanlığı dikenli
tellerin içine hapsetmişler ve orda da bir ateş yakmışlar, insançocuklarını da
o ateşin içine atıvermişler. Kendileri de kenardan seyreylemektedirler.
İnsançocuklarını her yönden aldatmakta, avutmakta, uyutmakta ve sapıtmaktadırlar.
Kendilerine tapınca zorlamaktadırlar. İnsançocukları ne yapacaklarını bilmez
halde kıvranmaktadırlar. Bir yudum suya hasret kalmışlardır. Her alanda gizli
güç sahipleri bu şeytanlardır. Her yere egemen olanlar bu şeytanlardır. Hiçbir
şeyi asli mahiyetlerine göre eylemselleştirmeyenler bu şeytanlardır. Cehaleti
egemen kılanlar, bilgiye giden yolu kapatanlar, akla ve bilme düşman olanlar, karanlığı
aydınlık diye sunanlar, değerleri sıfırlayanlar, mülkü hortumlayanlar, kul
hakkına itibar etmeyenler, helal haram demeden yutanlar, insanlık onurunu beş
paraya satanlar, çalışmayıp yan gelip yatanlar ve çalışanların sırtına kene
gibi yapışanlar, vatanı çiftlik bilenler, hazineyi sahiplenenler işte bu
şeytanlardır ve onların çocuklarıdırlar. Peki, biz insanlar ne yapmaktayız ya
da ne yapacağımızı bilmekte miyiz? Böyle yaşayıp gidecek miyiz, eyvallah mı
edeceğiz böylesi bir hayata? Göz göre göre sürünmeyi tolere mi edeceğiz? Mülkü,
kudreti, değerleri şeytanların inisiyatiflerine mi terk edeceğiz? Gerçekten
şöyle bakınca cehennemi hak etmekteyiz. Zaten hak etmediği şey reva görülmez ki
insana! Kötülüğü Tanrı vermez insana, insan kendisi kötü olduğu için kötülük
gelir bulur onu ya da o gider ona bulanır kendisi.
Jose Saramago ‘’Körlük’’ isimli
eserinin ilk sayfasında şunu yazar: ‘’bakabiliyorsan gör, görebiliyorsan fark
et.’’ Eğer hissedebiliyorsak ve idrakine varabiliyorsak çok derin bir sözdür.
Gerçekten bakmak ayrıdır görmek ayrıdır. Dünya münhasıran bakanlarla
lebaleptir. Keza görmek ayrıdır, fark etmek yani farkına varmak yine ayrıdır.
Ve yine dünya bakar körlerle lebaleptir. Bu kesin olarak böyledir. Ciddiyetle ve samimiyetle söylenerek
böyledir. Laf olsun diye söylenmekte değildir. Öyleyse bir şeyin gerçek
bilgisine ulaşıyorsak onu ciddiye almak gerektir. Ciddiyetsizliktir bizi
perişan eden. Çünkü eğer ciddiyetli isek anladıklarımız eylemi tevlit ederler
ama ciddiyetsiz isek eylem falan görülmez, zira anladığımız bir şey olmaz. Biz
maalesef münhasıran bakıyoruz ama göremiyoruz ve münhasıran görüyoruz ama
farkına varamıyoruz ve bu görmekte yine münhasıran bakmak olaraktır yani bakar
körlüktür. Böylesi bir yaşam sürecinde de varmışız gibi yaşayıp gidiyoruz. Bu
da kendi kendini aldatmaktan başka bir şey değildir. Oysa var olmak ayrıdır,
varmışız gibi olmak ayrıdır. Var oluyorsanız var olmanızın ispatı olan
eylemleriniz olmalıdır ama varmış gibi oluyorsanız eylem falan aklınızda olmaz
velakin sanki eylem içindeymişsiniz gibi farz edersiniz. Eylem illa müşahhas
bir harekete teşebbüs etmek demek değildir, ta ki beyninin içinde kalacak olsa
dahi yanlışa yanlış diyebilmekte bir eylemdir. Bugün masivaya baktığımız zaman
gördüğümüz nedir, fark ettiğimiz nedir? Evet, büyük ve tüm dünyayı derinden
etkileyen bir salgının olduğunu görmekteyiz değil mi, gerçekten bakıyorsak ve
bu salgının kesinlikle hiçbir yönden ayrım yapmadığını fark ediyoruz değil mi,
gerçekten görüyorsak? İnsançocuğu var olduğu ve yaşadığı müddetçe, yeryüzünde
tezahür eden nice büyük sıkıntılarla elbette karşı karşıya gelecektir. Bu
sıkıntılar kesinlikle herkese dokunacaktır. Bu hem varoluşun hem de insan
eliyle davet edilmenin bir neticesidir. İnsanlığın burada farkında olacağı iki
önemli nokta bulunmaktadır; birisi, sıkıntıların hem doğal olarak gelebildiği
ve insan ayırmadığıdır, diğeri de insanların ellerinin ürünü olarakta
gelebildiği ve yine insan ayırmadığıdır. Bu dünyada insanı korkutan şeylerin
başında ölüm gelmektedir değil mi? Çünkü yeryüzünden kopmak insanın içini
acıtmaktadır. Zira gideceği yeri burası kadar zihninde
müşahhaslaştıramamaktadır. Öyleyse müşahhas olarak algıladığı, hissettiği
yerden kopmak ona acı vermektedir. İnsançocuğu elinde olmayanı kaybetmez,
kaybetmeyeceği içinde acı duymaz ama elinde olanı kaybedince acı duyar, çünkü o
elindedir, ona dokunmakta, onu hissetmekte, onu kullanmaktadır. Ta ki, elde
edeceği şey elinde olan şeyden daha değerli olsa bile. Ama bunu anlatamazsınız,
anlatsanız da anlaşılmış gibi yapılır fakat asla anlaşılmaz. Şöyle ki; şayet
anlaşılmış olsa mutlaka o anlamanın bir emaresi olacaktır ama anlaşılmadığı
için böyle bir emare ile karşılaşmanız kabil olmaz. Bir durumu anlamak sonsuz
önemlidir ve eylem kesinlikle ve kesinlikle anlamanın meyvesidir. Bugün
insanlık anlama yetisinden mahrumiyetin acısını yaşamaktadır ama bunu da
anlamamaktadır ve anlamamanın getirdikleriyle yüzleşmek zorunda kalmaktadır
bitevi. Ruy-i zeminde ezilen sınıfların önderliğinde gerçekleşecek büyük
devrimin ve bu büyük devrim tavassutu ile hak edeceğimiz kutsal vaadin
tahakkuku hiç kuşkusuz ki anlamanın intaç edeceği bir netice olacaktır. Herkes
emeğinin karşılığını alacaktır. Binaenaleyh; ‘’bakabiliyorsan gör,
görebiliyorsan fark et ama mutlaka idrak et yani anla.’’