SADECE DÜŞÜNÜN...25...

Özgür DENİZ - 04.10.2020

Shakespeare ne isabetli söz söylemiş gerçekten, tam on ikiden vurmuş hedefi; ‘’sanki cehennem boşalmış ve şeytanların hepsi buraya toplanmışlar.’’ Belki de bu dünyada ki gerçek sorun budur. Çünkü dünya bir cehennemse (((ki, zerre farkı yok, insanlık alev alev yanmaktadır))), bu cehennemi bir yaratan ya da olduğu yerden bulunduğumuz yere taşıyan birileri de olmalıdır değil mi? İşte bu dünyayı şeytanlar ablukaya almışlar ve her köşe başına da bir barikat kurmuşlar, insanlığı dikenli tellerin içine hapsetmişler ve orda da bir ateş yakmışlar, insançocuklarını da o ateşin içine atıvermişler. Kendileri de kenardan seyreylemektedirler. İnsançocuklarını her yönden aldatmakta, avutmakta, uyutmakta ve sapıtmaktadırlar. Kendilerine tapınca zorlamaktadırlar. İnsançocukları ne yapacaklarını bilmez halde kıvranmaktadırlar. Bir yudum suya hasret kalmışlardır. Her alanda gizli güç sahipleri bu şeytanlardır. Her yere egemen olanlar bu şeytanlardır. Hiçbir şeyi asli mahiyetlerine göre eylemselleştirmeyenler bu şeytanlardır. Cehaleti egemen kılanlar, bilgiye giden yolu kapatanlar, akla ve bilme düşman olanlar, karanlığı aydınlık diye sunanlar, değerleri sıfırlayanlar, mülkü hortumlayanlar, kul hakkına itibar etmeyenler, helal haram demeden yutanlar, insanlık onurunu beş paraya satanlar, çalışmayıp yan gelip yatanlar ve çalışanların sırtına kene gibi yapışanlar, vatanı çiftlik bilenler, hazineyi sahiplenenler işte bu şeytanlardır ve onların çocuklarıdırlar. Peki, biz insanlar ne yapmaktayız ya da ne yapacağımızı bilmekte miyiz? Böyle yaşayıp gidecek miyiz, eyvallah mı edeceğiz böylesi bir hayata? Göz göre göre sürünmeyi tolere mi edeceğiz? Mülkü, kudreti, değerleri şeytanların inisiyatiflerine mi terk edeceğiz? Gerçekten şöyle bakınca cehennemi hak etmekteyiz. Zaten hak etmediği şey reva görülmez ki insana! Kötülüğü Tanrı vermez insana, insan kendisi kötü olduğu için kötülük gelir bulur onu ya da o gider ona bulanır kendisi.

 

Jose Saramago ‘’Körlük’’ isimli eserinin ilk sayfasında şunu yazar: ‘’bakabiliyorsan gör, görebiliyorsan fark et.’’ Eğer hissedebiliyorsak ve idrakine varabiliyorsak çok derin bir sözdür. Gerçekten bakmak ayrıdır görmek ayrıdır. Dünya münhasıran bakanlarla lebaleptir. Keza görmek ayrıdır, fark etmek yani farkına varmak yine ayrıdır. Ve yine dünya bakar körlerle lebaleptir. Bu kesin olarak böyledir.  Ciddiyetle ve samimiyetle söylenerek böyledir. Laf olsun diye söylenmekte değildir. Öyleyse bir şeyin gerçek bilgisine ulaşıyorsak onu ciddiye almak gerektir. Ciddiyetsizliktir bizi perişan eden. Çünkü eğer ciddiyetli isek anladıklarımız eylemi tevlit ederler ama ciddiyetsiz isek eylem falan görülmez, zira anladığımız bir şey olmaz. Biz maalesef münhasıran bakıyoruz ama göremiyoruz ve münhasıran görüyoruz ama farkına varamıyoruz ve bu görmekte yine münhasıran bakmak olaraktır yani bakar körlüktür. Böylesi bir yaşam sürecinde de varmışız gibi yaşayıp gidiyoruz. Bu da kendi kendini aldatmaktan başka bir şey değildir. Oysa var olmak ayrıdır, varmışız gibi olmak ayrıdır. Var oluyorsanız var olmanızın ispatı olan eylemleriniz olmalıdır ama varmış gibi oluyorsanız eylem falan aklınızda olmaz velakin sanki eylem içindeymişsiniz gibi farz edersiniz. Eylem illa müşahhas bir harekete teşebbüs etmek demek değildir, ta ki beyninin içinde kalacak olsa dahi yanlışa yanlış diyebilmekte bir eylemdir. Bugün masivaya baktığımız zaman gördüğümüz nedir, fark ettiğimiz nedir? Evet, büyük ve tüm dünyayı derinden etkileyen bir salgının olduğunu görmekteyiz değil mi, gerçekten bakıyorsak ve bu salgının kesinlikle hiçbir yönden ayrım yapmadığını fark ediyoruz değil mi, gerçekten görüyorsak? İnsançocuğu var olduğu ve yaşadığı müddetçe, yeryüzünde tezahür eden nice büyük sıkıntılarla elbette karşı karşıya gelecektir. Bu sıkıntılar kesinlikle herkese dokunacaktır. Bu hem varoluşun hem de insan eliyle davet edilmenin bir neticesidir. İnsanlığın burada farkında olacağı iki önemli nokta bulunmaktadır; birisi, sıkıntıların hem doğal olarak gelebildiği ve insan ayırmadığıdır, diğeri de insanların ellerinin ürünü olarakta gelebildiği ve yine insan ayırmadığıdır. Bu dünyada insanı korkutan şeylerin başında ölüm gelmektedir değil mi? Çünkü yeryüzünden kopmak insanın içini acıtmaktadır. Zira gideceği yeri burası kadar zihninde müşahhaslaştıramamaktadır. Öyleyse müşahhas olarak algıladığı, hissettiği yerden kopmak ona acı vermektedir. İnsançocuğu elinde olmayanı kaybetmez, kaybetmeyeceği içinde acı duymaz ama elinde olanı kaybedince acı duyar, çünkü o elindedir, ona dokunmakta, onu hissetmekte, onu kullanmaktadır. Ta ki, elde edeceği şey elinde olan şeyden daha değerli olsa bile. Ama bunu anlatamazsınız, anlatsanız da anlaşılmış gibi yapılır fakat asla anlaşılmaz. Şöyle ki; şayet anlaşılmış olsa mutlaka o anlamanın bir emaresi olacaktır ama anlaşılmadığı için böyle bir emare ile karşılaşmanız kabil olmaz. Bir durumu anlamak sonsuz önemlidir ve eylem kesinlikle ve kesinlikle anlamanın meyvesidir. Bugün insanlık anlama yetisinden mahrumiyetin acısını yaşamaktadır ama bunu da anlamamaktadır ve anlamamanın getirdikleriyle yüzleşmek zorunda kalmaktadır bitevi. Ruy-i zeminde ezilen sınıfların önderliğinde gerçekleşecek büyük devrimin ve bu büyük devrim tavassutu ile hak edeceğimiz kutsal vaadin tahakkuku hiç kuşkusuz ki anlamanın intaç edeceği bir netice olacaktır. Herkes emeğinin karşılığını alacaktır. Binaenaleyh; ‘’bakabiliyorsan gör, görebiliyorsan fark et ama mutlaka idrak et yani anla.’’

Tarih: 04.10.2020 Okunma: 388

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?