Aklından zorun yoksa; önyargın aklının
önünde barikat değilse; aklın, eylemlerini kontrol eden hâkim olabiliyorsa;
aklın, seni hileden, hurdadan, numaradan, yanlıştan koruyorsa; aklın, seni
aldanmaktan, aldatmaktan, aldatılmaktan uzak tutuyorsa; aklın, vicdanından
fışkıran değerleri hayatına pusula kılmanı sağlıyorsa; aklın, içindeki
kötülükleri iyiliğe tedvir eylemene yardımcı oluyorsa; aklın, sana kötü ile
iyiyi ve yalancı ile doğru olanı tefrik ettirebiliyorsa; aklın, seni cehaletten
ve tutsaklıktan tiksindiriyorsa; aklın, seni şerefsizce ve uyuşturucu nasihatlerden
tiksindiriyorsa; aklın, senin kutsal olgularla yönlendirmenin önünde barikat
olabiliyorsa; aklın, senin özgürlük dolu, adil, eşit, ahlaklı, barış dolu,
sevgi yüklü, paylaşımcı, sınıfsız, sınırsız bir hayata yönlendiriyorsa ve
böylesi bir hayatı aramanda pusula oluyorsa işte o akıl ne güzel akıldır,
kurban olayım öyle akla. Ki, zaten şayet bir aklım var diyorsan, var olan o
akıl haddizatında böyle bir akıl olmalıdır, çünkü akıl böyle olması ve bu
minvalde işlevsel kalması için verildi sana. Ama sen aklını kullanmaktansa ona
uymayı tercih ettin, ediyorsun ve bu durumda tahmin edilemeyecek zararlara
davetiye çıkarıyor bu durum. Niye göz göre göre, bile isteye kendini ateşler
içine atıyorsun? Aklım var diyorsan, o aklı göster hayatında. Nasıl mı? Ortaya
koyduğun eylemlerinle yani verdiğin kararlarınla, yaptığın seçimlerinle,
gittiğin yolunla, sergilediğin tavırlarınla, gösterdiğin karakterinle, iletişim
becerinle, toplumsal ilişkilerinle. Senin yoksulluğa mahkûm edeni senden
yoksunluğa öyle bir mahkûm et ki, son nefesine kadar bunun acısını unutmasın. Zira
akıl böylesi durumlarda müracaat edilecek ve yakılacak bir ışıktır. Pezevenklik,
ibnelik, puştluk için kullanılacak ve düşürülecek, süründürülecek bir nimet
değildir akıl ey insan denilen mahlûk!
Bir ara bir kitapta olacak galiba,
şöyle bir tanımlama okumuştum ve efsane bir tanımlamaydı yemin ederim.
Fedakârlığın iki taraflı olduğunu söylüyordu ve birisi feda olurken diğer kâr
ediyorsa orada fedakârlık yoktur diyordu. Aman Tanrı’m nasıl böylesi ince bir
noktayı keşfediyordu o insan? Haddizatında bizim hayat hikâyemizin de özetiydi
bu. Birileri bitevi feda olurlarken, birileri bu feda oluşlardan hep kâr etmişlerdi
onursuzca. Ama hala da feda olalım istiyorlardı. Ki, zaten elan da değişmiş
değildir bu telakki, aynı şekilde sürmektedir. Lütfen şöyle hayatı bir temaşa
ediniz yahut film şeridi gibi gözlerinizin önünden geçiriniz, mutlak doğru
değil midir bu? Önümüze bir olgu koyarlar, o olguyla zerre iltisakları olmadığı
halde varmış gibi gösterirler, biri iki nutuk çekerler ve birilerinin o yolda
feda olmalarını sağlarlar sonra da gelsin kârlı kazançlar, dökülsün önlerine
nimetler, güldürsün yüzleri servetler. Birileri feda olurlarken birileri hep
ihanet ederler yani. Veyl olsun böylesi karanlık ve kirli vicdanlara! Sonra da
kendilerine hakikati haykırınca sizleri ihanetle tavsif ederler, asıl hainler
kendileri oldukları halde. İşte akıl dediğin şey budur, gizlenmiş hakikatleri
farkedip, olaylara o hakikat ekseninden bakıp, onurlu eylemler ortaya
koyabilmenin yolunu bulabilmektir. Yalancılara yalancı olduklarını
söyleyebilmektir. Asıl hainlerin yüzlerine; hain sizlersiniz diyebilmektir. Biraz
da biz yaşayalım be, zaten ömrümüz yaşayamadan geçti gitti, hep biz mi fedakârlık
edelim, domuz gibi ömürleri semirmekle geçmiş komprador pezevenkler
yaşamasınlar biraz da diyebilmektir. Ahhh be insançocuğu! Ah şu dilim bir özgür
olsaydı...