İnsanlığın kahir ekseriyetini ihata
eden ve kahir ekseriyetinde hayatlarında büyük yer ayırdıkları kapsayıcı
olgular vardır değil mi? Vardır yani işte, kabul edelim. Biraz dürüst olalım
artık ya, hangi çağdayız? Sonsuza kadar rezil yaşayıp, miras olarakta hep
rezillik mi bırakacağız ardımızdan gelenlere? Birde haysiyetli bir yaşam
bırakmayı, güzel bir dünya bırakmayı, dürüstlüğü, sevgiyi, barışı, kardeşliği
bırakmayı denesek olmaz mı? Birazcık hayâ lütfen. Lafa gelince kallavi şeyler
söylemeyi biliriz ama bir de o lafı eylemde görelim denilince apışılır kalınır,
bin türlü bahaneye sarılınır söyleyeni susturmak için. Din ve milliyet bu
olgulardan ikisidir değil mi? Yani bir çözümleme yapsak, analitik düşünme
yöntemiyle düşünsek böylesi bir çıkarıma vasıl oluruz değil mi? Din ve
milliyet; insanlığı tesir altında tutan iki önemli olgudur değil mi? Kullanımlarına
göre hem uyanmalarını sağlayabilir hem de uyumalarını değil mi? Hayır yanlış
bir soru değildir bu, maalesef hem gerçek soru hem de gerçek budur. Çünkü insan
hayatında derin etkiye maliktir ikisi de. Normalde bu olgular hem iyilik hem de
kötülük, hem güzellik hem de çirkinlik yönünde kullanılabilme potansiyeline
sahiptirler değil mi? Peki, daha çok hangi yönde kullanılmaktadırlar? Ve bu
olgular değer üretmek içinde kullanılabilirler değil mi? Ama bitevi değerleri
tüketen olgularmış gibi bir algı var değil mi? ki gerçekte budur haddizatında. Bunların
ardında işlenen ne kötülükler gizlenmektedir. Peki, böylesi bir durumda bu
olgular üzerine söz söyleme salahiyeti bulunanlar ne yapmaktadırlar? Görevleri
halkı aldatmak mıdır, aydınlatmak mıdır? Eylemlerimiz bu değerleri yükseltmekte
midir yoksa alçaltmakta mıdır lütfen düşünelim!
Gerçekten niye açık insanlar
olamıyoruz, niye dışarıya kendimizi kapatıyoruz? Lafa geldi mi sahip olduğumuz
olguların evrenselliğinden söz eder dururuz bitevi. Peki, madem öyle, niye
böyle? Oysa hepimiz küçük mikyasta muayyen sınırlarla belirlenmiş bir vatanın
ve muayyen kültürle yoğrulmuş bir milletin çocukları olsakta, büyük mikyasta
devasa ve kozmopolit bir dünyanın ve muhtelif kültürlerinde çocuklarıyız aynı
zamanda. Unutmayın insanlık bir bütündür, sınırlarla ayrılınmış olması bir şeyi
değiştirmez ve ayrılığa da delalet etmez. Yani bir nevi vatanımız ruy-i zemin,
milletimiz nevi beşerdir ama bunu bir türlü fark ve idrak etmek istemiyoruz,
açıkçası korkuyoruz bundan. Bahusus aydınlarımızda da kişilik krizi olarak
tezahür etmektedir bu durum ve onların hayata bakışını tesir altında
tutmaktadır, onları dar bir alana hapsetmektedir, diğer cepheleri
anlayamayacakları ve o cepheleri sürekli muhtelif tavsiflerle muayyen bir yerde
konumlandırıp önyargıyla hitap edecekleri bir alana. Oysa biraz kozmopolitan
kişilikler olabiliriz. Kendi dar kalıplarımız ve sınırlarımız içine sıkışmaktan
kurtulup farklı mecralara kulak kabartabiliriz, farklı dünyalara da gözlerimizi
çevirmenin ne zararı olabilir? Hayat bir etkileşim değil midir ve insan,
etkilendiği ve etkilediği kadar var değil midir? Bilakis kendimizde ki eksiği orayla
tamamlayabilir, orada ki eksiği görüp ortaya koyabiliriz ve oranında iyiye
yönelmesine vesile olabiliriz, böylece iki tarafında kazanacağı bir
entegrasyonu sağlayabiliriz. Kendi dünyalarımız içerisine sıkışıp kalmak, kendi
dışımıza önyargıyla bakmak, bize uymuyor diye düşündüğümüz her şeyi reddetmek
bizi nereye götürebilir ve bize sunabileceği ne vardır, bilakis bizde olanı
çalabilir yahut eksiltebilir ancak? Yani bizi izole etmez mi, millet olarak ve
özel de insan olarak bizi gettolaştırmaz mı dünya bağlamında? Bizden olmayanı
dinlemekten, duymaktan, onun fikrilerini bilmekten korkuyoruz. Küçük çapta
normal olarak görsekte, büyük çapta ciddi krizleri tevlit edebilecek ve bizi
dünyadan yalıtabilecek bir krizin ön aşaması olabilir böylesi bir tavır. Yani
sakınılması iktiza eden bir durumdur. Kendi ellerimizle yaşamlarınızı fanusun
içine mahkûm ediyoruz.